Uğur DÜNDAR, 18 Ekim akşamı yayınlanan "Olay" adlı televizyon programı ile F.Almanya'da bulunan bir kısım Türk çocuklarının içine düştükleri bunalımı gündeme getirdi. "Olay" ın yankıları sanılandan büyük oldu.
Dündar'ın ekrana getirdiği olaylar aynıyla doğrudur. O'na hepimiz teşekkür borçluyuz. Fakat madalyonun bir de öbür tarafı var. Nedir bu öbür vâkıâ?.. Bu sohbette onu dile getireceğim.
1960'lı yılların başından bu yana F.Almanya ve diğer bazı Avrupa ülkelerine işçi gönderiyoruz. Çeşitli Avrupa ülkelerinde yaşayan Türk vatandaşlarının sayısı, aileleriyle birlikte 2.5 milyonu aşmış... Yâni Türkiye nüfusunun 20 kişide 1 kişisi dışarıda bulunuyor. Bu 2.5 milyon nüfustan 815 bini ortaöğretim çağında, 18 yaşın altında. Yüksek öğrenimi de sayarsak, okul çağındaki çocuk sayısı 1 milyonu aşmış.
Yanlışımız şu ki, 25 yıldan bu yana grup-grup yurt dışına gönderdiğimiz bu insanların sosyal ve kültürel ihtiyaçlarıyla hiç ilgilenmemişiz. Hastalık, yaşlılık, malûllük, aile ve işsizlik yardımı gibi konulardaki sosyal güvenlik anlaşmalarını bile, ikili işgücü anlaşmalarından çok sonra hatırlamışız.
Bu insanlar mutfakları, kılık-kıyafetleri, inanç ve gelenekleri çok farklı bir yabancı çevrede ne yiyip-içecekler, inançları, ibâdetleri, gelenekleri ne olacak hiç düşünmemişiz. Dahası, 3-5 himmet sahibi biraraya gelip dernekler kurmuşlar; boş zamanlarda bu derneklerde biraraya gelmeye başlamışlar; Fâtihâ okumasını, bilen birisi öne geçmiş, namaz kıldırmış; bunu duyanlar, koşup cemaata uymuşlar. Burası giderek mescitleşmiş, camileşmiş... Okul saatleri dışında çocuklarını buralara göndermişler. Kur'ân okumasını, namaz kılmasını öğretmişler. Onlara Türk ve Müslüman olduklarını anlatmışlar. Et ve kurban kesimi, cuma, bayram kandil, nikâh gibi problemleri nasıl halledeceklerini araştırmaya koyulmuşlar. Biz bunlardan bile "rahatsız" olmuşuz. Doğru mu, olabilir mi?.. Olmuş. Maalesef bazı resmî zevat bundan rahatsız olmuş.
1976 yılında F.Almanya'nın Frankfurt çevresini, 1978 yılında Hollanda'nın bütün bölgelerini ve Belçika'nın Brüksel çevresini dolaştım. Türklükle, Müslümanlıkla dopdolu bir Müslüman-Türk varlığı mevcut. Dernekleşmişler, cemaatlaşmışlar, küçük bir Türkiye oluşturmuşlar . Bayram-bayram, kandil-kandil, cuma-cuma, mevlid-mevlid biraraya geliyorlar. Büyük salonlar, hattâ kiliseler kiralamışlar, buraları camiye çevirmişler. Günün beş vaktinde biraraya gelmeye çalışıyorlar. Çocuklarını da buralarda okul dışında okutuyorlar. 5,8,10 bin kişilik salonları hınca hınç doldurup bayram namazları kılıyorlar .Türkiye'den daha canlı bir dini-milli hayat var.
Madalyonun öbür tarafı dediğim vâkıâ bu!..
SUÇLU BİZİZ!..
Uğur DUNDAR'ın gündeme getirdiği sahneler doğrudur. Hattâ dahası var. Uğur onları nezaket gösterip ekrana getirmedi. Fatih'i, Atatürk'ü, İstiklâl Harbi'ni, Osmanlı'yı, Selçuklu'-yu, İslâmiyet'in şartını, cumayı, bayramı bilmeyenlerle görüştü. Uyuşturucu madde müptelâlarını, kulaklarına küpe takan oğlanları, kucaktan-kucağa bir top gibi atılan kazları, anne-babalarını Alman polisine şikâyet eden Türk çocuklarını yakaladı. Ya Türk olduklarını, Müslüman olduklarını inkâr edenler? Ben artık Türk değilim, Müslüman değilim diyen Yehova Şehidi adıyla misyonerlik yapanlar?!..
Türkiye aleyhine ideolojik faaliyetler planlayan kansızlar?
Kimse rencide olmasın ama bunlar doğrudur. Suclusu ise biziz. Madalyonun öbür yanı dediğim sağlam çoğunluğun teselli yanı da bizim değil, kendilerinin.
Öğretmen göndermemişiz. Din adamı göndermemişiz. İşçi diye, Anadolu'nun yolsuz-ışıksız ücra köşelerinden topladığımız kol gücü en diri nüfusumuzu Avrupa'nın ışıklı, neonlu, serbest hayatının içine atmışız. Çoğu kendi köyü, şehri dışına hiç çıkmamış bulunan bu insanların alıştıkları ahlâk anlayışı ile bu yeni hayat arasında bunalıma, komplekse düşeceklerini düşünmemişiz., Sonunda bazı sapmalar olmuş. Kendini kaybedenler de, benliğini koruma savaşı verenler de bir ifrat-tefrit arasında kalmış. Birtakım gözü açıklar bu ifrat-tefriti çok iyi değerlendirmişler. Bunlar normaldir. Normal olmayan, devlet olarak konuya bir an önce eğilmememizdir.
YAPILACAK OLAN NEDİR?
Sayın Mehmet ÖZGÜNEŞ 1982 yılında Devlet Bakanı sıfatıyla konuya el atmış. Türk işçilerinin yoğun oldukları Avrupa ülkelerinde incelemeler yapmış ve Başbakanhk'a "gizli" ifadeli bir rapor sunmuş... Bu raporda "A"dan "Z"ye bütün yurt dışı problemlerine el atılmış. Sayın Hamdi BİNAY'ın konunun iyi yetişmiş bir uzmanı olarak hazırladığı çok sayıda rapor ve doküman var. Sayın Okan GEZER, bu konularda çok çalışmış. Diyanet İşleri Başkanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Çalışma Bakanlığı. Türk-lş ve TERCÜMAN gazetesi zaman-zaman kurultaylarla, toplantılarla konuya parmak basmışlar. Bütün problemler tesbit edilmiş. Yazılması, duyurulması icabeden her şey yazılmış, duyurulmuş...
O halde yapılacak olan, ilgili bakanlık ve kuruluşların yazılıp-çizilenleri uygulamaya koymalarıdır.
Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde kendini yitirmiş nesiller yanında, millî benliğini koruma savaşı veren bir Müslünian-Türk varlığı mevcuttur. Onları da kaybetmek istemiyorsak konuya daha ciddi bakmalıyız...