“Ak akçe kara gün içindir” Mânâsı şu: Helâlinden kazanılıp bir kenarda saklanan para, bir gün gelir, sıkıntılı ve kara bir günümüzde elimizden tutar, bizi genişletir.
Bizim çocukluğumuzda büyüklerin para keseleri olurdu. Kâğıt paralar yüklük, sandık veya kuşaklarda itina ile saklanır, bozukluklar ise bu ağzı büzmeli keselerde taşınırdı. Keseden çıkan 40 paralar, 100 paralar (5), (10), (50) kuruşlarla neler alınmazdı ki? Elinizdeki 40 paranızla aldığınız Ermenek işi "Tak-tak helva"yı bitirebilmek için, çocuk iştahınızla öğleye, akşama kadar uğraşmak zorunda kalırdınız. (5), (10), (50) kuruşlar mı? Onları ancak bozdurarak harcardınız. Şimdi 5 yaşındaki çocuğunuza 10 lirayı, 20 lirayı kabul ettiremezsiniz. Nereden nereye gelmişiz? Dün anamız 40 yaşına, 50 yaşına geldiğinde bile, gelin olurken alınan mantoyu giyerdi. Şimdi manto, çizme, çanta yıllık değil, mevsimlik alınır oldu.
Dün hiç olmazsa çocukların iç çamaşırları evde anne tarafından dikilirdi. Eskiyen, küçülen elbise atılmaz, bir başka şekilde değerlendirilirdi. Yıllık bulgur, tarhana, turşu, makarna evde hazırlanırdı.
Dün şehirlerde bile her evin önünde soğan, patates sekileri olurdu. Yıllık ihtiyaçlar bu sekilerden kaldırılır, bereket duaları ile anbarlara konurdu.
"Yamalı" giymek ayıp değildi. Gösterişli ve müsrifçe yaşamak ayıptı. Bu sebeple de, keseye, kuşağa, sandığa giren para dualı, kıymetli, bereketli idi.
"Yerli malı" kullanmak diye bir alışkanlığımız vardı. Ya bugün?
Bugün gün kazanır, gün yer olduk. Hattâ henüz etimizde olmayanı bile harcamaya alıştık. Taksitli alış-veriş var ya? İşte onunla.
Erkek tek elbise, tek kundura ile olmaz. Mevsime göre elbise, elbiseye göre kundura, gömlek, kravat giyecek. Kadınlar mı?.. Onlar "yazlık", "kışlık" hattâ 4 mevsimlikle yetinmezler. Her mevsimin değişik modelleri takip edilmelidir.
"Ev işi" “el işi” denilen şey unutuluyor: Herkes çarşıdan alıyor, çarşıdan giyiniyor. Bunca hayat sıkıntısına rağmen dükkânlar, mağazalar adeta arı kovanı.
Belki inanmayacaksınız, birçok köyde an'anevî meslek ve meşguliyetler ortadan kalkıyor. Kunduracılık, terzilik, marangozluk vb. Birçok küçük ekim sahası boş bırakılıyor. Her evde bir veya birkaç inek, yeter sayıda tavuk beslenirdi. Bunlardan vazgeçilmiş. Eğirtmeçle ip eğirme, çulfalıkla çul, çaput dokuma, çul-hâki kumaş yapma gelenekleri unutulmuş.
Sadece çaya, şekere, sabuna para veren köylü bugün etine, yumurtasına, peynirine, ununa, mercimeğine kadar her şeyi satın alıyor.
Hayatsıkıntısından, geçim darlığından sözediyoruz. Varlık var ya, işte o tutumluluk, akıllılık işidir. İsrafla varlık birarada durmaz. Derya olsa yetiştiremezsiniz. Bu saçıp-savurma ile de, geçim darlığından kurtulamazsınız.
İmkânlarımızla mütenasip yaşamıyoruz. Kazandığımızdan çok harcıyoruz. "Hâcet-i asliye" ölçüsünü bir kenara atmış, lükse, modaya, gösterişe yakamızı kaptırmış gidiyoruz.
Hayat seviyemiz artmış, doğru... Rusya'dan, Bulgaristan'dan döviz karşılığı elektrik satın alıp köylere, dağ başlarına kadar dağıtmışız. Buzdolabı olmayan bir şehirli, kasabalı kalmamış... çamaşırını elde yıkayan kim kaldı? Radyoyu geçtik, televizyon atmayan bir aile var mı? Çarktan, eğirtmeçten, çulfalıktan geçtik... Bir köşede unutulan dikiş makinasının kapağı kaç günde, kaç haftada, kaç ayda bir açılır?
Hayat seviyemizin yükselmesi güzel. Karasabandan traktöre geçmişsek, karasaban ve boyunduruğu atalım. Bir döner tekerimiz varsa, geleneksel bineğimiz at ve eşekten inelim. Akarsularımızı enerjiye çevirmişsek, elektrik aydınlığına kâna-kana atılalım. Şehrimiz, kasabamız, köyümüz belli sınaî yatırımlarla donanmışsa, çulfalıkta, eğirtmeçte ısrar etmeyelim. Kazancımız bizi, ailemizi rahat rahat geçindiriyorsa, kesemizin ağzını biraz açalım. Ama yine de ölçülü olmalı, ayağımızı yorganımıza göre uzatmalı değil miyiz?
Borçla doyan karın, borla örtülen vücüt, borçla aydınlanan ev rahat, mes'ut değildir.
"Borç yiğidin kamçısı" ama ne zaman? "Damlaya damlaya göl olur" biz ona bakalım.
Otomobille gitmek, atta gitmekten, traktörle sürmek karasabandan iyidir ama, ona ulaşmışsak. El traktör aldı diye öküzünü satmak, el otomobile bindi diye attan inip yaya kalmak, el şehirden yiyor, diye ineği koyunu bırakıp aç kalmak, hangi akıllının harcıdır?
Tutumluluk varlığa ne kadar dost ise, israf da o kadar düşmandır. Varlık, onu koruyabilenin, sahip olabilenindir.
Kimse kimsenin sırtından geçinmemeli... Herkes kazandığını harcamalı, kazandığı kadar harcamalıdır.
Varlıklı olmak, hayat darlığından kurtulmak, geçim sıkıntısına düşmemek, varlığa lâyık olmakla mümkündür.
Kıtlık yıllarından, savaş günlerinden geçmiş bir milletiz. Darlık ve sıkıntıyı da, bolluk ve refahı da biliriz. Yolumuz, ışığımız yokken, elimize bu kadar para geçmezken nasıl geçiniyorduk? Geçmişin sıkıntıları ile bugünün şartlarını bir değerlendirsek, asıl yaşama zamanının şimdi geldiğini anlayacağız.
Gerçekten anlayacağız...