Müslüman-Türk geleneğinde bir "Ana" imajı vardı. Kutsal bir imajdı... "Vatan" gibi, "yurt" gibi... "oba", "otağ", "soy" gibi... Semâlardan, uzaklardan, derinlerden gelen bir manâ, bir kutsiyet, bir ulviyet vardı "Ana"da. "Cennet" denilen ebedi mükâfat onun eli altında, rızası tahtında idi. Ağzı dualı, dili bereketli bir "Ana"ki, başka bir misal ile anlatmak zordu.
Şimdi filmlerde, televizyon dizilerinde "alkolik" analar, çocuklarının gözü önünde evine yabancı erkekler alan, yatak odasında onlarla sabahlayan dişiler tasvir ve teşhir ediliyor... Yanlış, ne kadar yanlış!..
Müslüman-Türk geleneğinde hâlâ yaşayan "Namus" âbidesi, İstiklâl Harbi'nde cepheye cepane taşıyan "kahraman"lık timsali, çocukları için saçını süpürge eden, yemeyen-yediren, giymeyen-giydiren "fedakâr"lık numunesini bu hâle mi getirdik? Yazık, çok yazık.
"Ana gibi yâr, vatan gibi diyar olmaz" demişiz. Kân dökerek, can vererek kurtardığımız sanki "iman"ımızdan bir parça gibi sevdiğimiz vatanımıza onun adını " Ana-dolu" adını vermişiz... "Ana"larla dolu olduğunu söylersek, daha çok sevilir, korunmaya lâyık bulunur demek istemişiz.
Avrupa'da kadın bir şehvet, bir zevk vasıtasıdır. Hayrettir, Avrupalı kadın da kendisine bu gözle bakar. Çaptan düştüğü zaman ise bir kenara atılır, bunalımlara düşer. "Yaşlanmak" çaptan düşmek, işe yaramaz olmak Avrupalı kadının kâbusudur.
Müslüman-Türk geleneğinde ise kadın, yaşlandıkça daha çok kıymetlenir. Evimizin baş köşesinde ihtimamla sakladığımız "Dua Ağacı"mız, baştâcımızdır. Eli öpülmeden, duası alınmadan eşikten dışarı çıkılmayan, duası istenen, "intizar"ından korkulandır. Yanında yüksek sesle konuşulmayan, odasının önünden ayak ucuna basılarak geçilendir. Yaşlı analar, nur yüzlü nineler, sadece evimizin değil, mahallemizin, çevremizin "Yüm"ü, bereketidir. Genci "ana-baba bir bacı", "Dünya-Ahiret kardeş" yaşlısı ise peygamberler, veliler, kumandanlar, yetiştiren mübarek "Ana"dır.
GÖRÜNEN TEHLİKE
Şimdi şu filmlerde,yabancı dizilerde teşhir edilen orta-malları bu "ana" bu "bacı" bu "kardeşler" midir?
Bu filmler, bu diziler ileri ve olgun yaştakilere belki tesir etmez... Hatta, tepki ve reaksiyona sevkeder, bu doğru...
Ya yeni yetişenlerimiz? Üç yaşındaki, beş yaşındaki yavrular! Bu filmleri bu dizileri seyrederek büyüyen, yetişenler!.. Bu filmlerden, bu dizilerden başka bir şey öğrenmediklerimiz! Bu filmlerin, bu dizilerin körpecik zihinlerinde yaptığı tahribatı silemediklerimiz!
İnsanoğlunda başka varlıklarda bulunmayan bir hususiyet, kabiliyet var: "Taklit" kabiliyet! "benzeme" isteği, bu ilmi, pedagojik, sosyo-psikolojik bir realite... Korkumuz bu!
Müstehcen neşriyat, müstehcen ve ayıp sahnelerle dolu filmler, diziler, yarınlarımız için felâket ağlarını örmeye devam ediyor. Zira karakteri bu sahneleri seyrederek oluşan yavrular -şimdiden farkedilmiyor ama-bütün felâket ve dehşetiyle bu tehlikeye maruzdurlar.
Kimsede kötü niyet aramaya mezun değiliz. İlgili yöneticiler, patronlar, bizim kadar, belki bizden çok vatanperver kimselerdir. TRT üst yöneticileri için bu husnü kanaatimi rahatlıkla söylüyorum...
Televizyonda program, senaryo, film açlığı var. Bunu biliyoruz. Bir eseri oyun, film haline getirmek ve ortaya koymak belki kolay bir iş değil... Hatta millet olarak bizim de kusurlarımız var...
Niçin var?
Bir defa, reaksiyonumuzu, düşüncelerimizi yazıya ve resmiyete dökmüyoruz... Saniyen, uzun süre çocuklarımızı okutmamışız. Okutmaya başladıktan sonra da okula kerhen göndermiş, klasik usullerin dışına çıkmamışız. Yapımcı, senarist, yazar-çizer yetiştirmemişiz. San'at olaylarından daima ve bilerek uzak durmuşuz. Bizim de bir san'atımız, musikimiz, oyunlara-filmlere tükenmez kaynak olabilecek tarihimiz, nakışımız, milli zevklerimiz, milli eğlence usullerimiz olduğunu bir türlü akıl etmemişiz...
BİZDEKİ KUSUR
Bugün sözgelişi bir Tarık BUĞRA, Yücel ÇAKMAKLI birkaç eserle milletin gönlünde taht kuruverdiler... Bunların emsalini nedense yetiştirememişiz... Bu, bizdeki kusur.
Madalyonun öbür tarafına gelince: Film haline, dizi-film haline getirilebilecek nice hazinelerimiz var. Sepetçioğlu'nun ve daha başkalarının... Bunlar sahneleninceye kadar yabancı dizilere ekranlarımızı bu kadar teslim etmeye ne mecburiyetimiz var denilmekte, sorulmaktadır. Bu sorulara hak vermemek mümkün değil.
Avrupa bunun acısını dün çekmiş, yarın da çekecektir. Milletler, kutsallarla ayakta dururlar. İnsan cemiyetlerini, hayvan topluluklarından ayıran, işte bu kutsiyetler, bu ulviyetlerdir. İnsanlık "aile" dediğimiz "ırz", "namus" dediğimiz müşterek değerlere yüzyılların bin yılların tecrübeleriyle, peygamberlerin, velilerin tebliği teriyle gelebilmiştir. Kadını "ana" anayı, baştâcı, gönül-tacı, ailenin direği, namusumuzun bekçisi, çocuklarımızın muallimesi yapan bu müşterek değerlerdir.
"Beşiği sallayan el, dünyaya hükmeder!" Bu imajı tahrip etmeye devam edersek, yarın sadece çocuklarımıza değil, kendi-kendimize de hükmedemez oluruz.