Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
“ANA” İMAJI TAHRİP EDİLİYOR - 12 Nisan 1985

Müslüman-Türk geleneğinde bir "Ana" imajı vardı. Kutsal bir imajdı... "Vatan" gibi, "yurt" gibi... "oba", "otağ", "soy" gibi... Semâlardan, uzaklardan, de­rinlerden gelen bir manâ, bir kutsiyet, bir ulviyet vardı "Ana"da. "Cennet" denilen ebedi mükâfat onun eli altında, rızası tahtında idi. Ağzı dualı, dili bereketli bir "Ana"ki, başka bir misal ile anlatmak zordu.

Şimdi filmlerde, televizyon dizilerinde "alkolik" analar, çocuklarının gözü önünde evine yabancı erkekler alan, yatak odasında onlarla sa­bahlayan dişiler tasvir ve teşhir ediliyor... Yanlış, ne kadar yanlış!..

Müslüman-Türk geleneğinde hâlâ yaşayan "Namus" âbidesi, İstiklâl Harbi'nde cepheye cepane taşıyan "kahraman"lık timsali, çocukları için saçını süpürge eden, yemeyen-yediren, giymeyen-giydiren "fedakâr"lık numunesini bu hâle mi getirdik? Yazık, çok yazık.

"Ana gibi yâr, vatan gibi diyar olmaz" demişiz. Kân dökerek, can vererek kurtardığımız sanki "iman"ımızdan bir parça gibi sevdiğimiz vatanımıza onun adını " Ana-dolu" adını vermişiz... "Ana"larla dolu olduğunu söylersek, daha çok sevilir, korunmaya lâyık bulunur demek istemişiz.

Avrupa'da kadın bir şeh­vet, bir zevk vasıtasıdır. Hayrettir, Avrupalı kadın da kendisine bu gözle bakar. Çaptan düştüğü zaman ise bir kenara atılır, bunalımlara düşer. "Yaşlanmak" çaptan düşmek, işe yaramaz olmak Avrupalı kadının kâbusu­dur.

Müslüman-Türk geleneğinde ise kadın, yaşlandıkça daha çok kıymetlenir. Evimizin baş köşesinde ihtimamla sakladığımız "Dua Ağacı"mız, baştâcımızdır. Eli öpülmeden, duası alınmadan eşikten dışarı çıkılmayan, duası istenen, "intizar"ından korkulandır. Yanında yüksek sesle konuşulmayan, odasının önünden ayak ucuna basılarak geçilendir. Yaşlı analar, nur yüzlü nineler, sadece evimizin değil, mahallemizin, çevremizin "Yüm"ü, bereketidir. Genci "ana-baba bir bacı", "Dünya-Ahiret kardeş" yaşlısı ise peygamberler, veliler, kumandanlar, yetiştiren mübarek "Ana"dır.

GÖRÜNEN TEHLİKE

Şimdi şu filmlerde,yabancı dizilerde teşhir edilen orta-malları bu "ana" bu "bacı"     bu    "kardeşler" midir?

Bu filmler, bu diziler ileri ve olgun yaştakilere belki tesir etmez... Hatta, tepki ve reaksiyona sevkeder, bu doğ­ru...

Ya yeni yetişenlerimiz? Üç yaşındaki, beş yaşındaki yavrular! Bu filmleri bu dizileri seyrederek büyüyen, yetişenler!.. Bu filmlerden, bu dizilerden başka bir şey öğrenmediklerimiz! Bu film­lerin, bu dizilerin körpecik zi­hinlerinde yaptığı tahribatı silemediklerimiz!

İnsanoğlunda başka varlıklarda bulunmayan bir hususiyet, kabiliyet var: "Taklit" kabiliyet! "benzeme" isteği, bu ilmi, peda­gojik, sosyo-psikolojik bir realite... Korkumuz bu!

Müstehcen neşriyat, müs­tehcen ve ayıp sahnelerle dolu filmler, diziler, yarın­larımız için felâket ağlarını örmeye devam ediyor. Zira karakteri bu sahneleri sey­rederek oluşan yavrular -şimdiden farkedilmiyor ama-bütün felâket ve dehşetiyle bu tehlikeye maruzdurlar.

Kimsede kötü niyet aramaya mezun değiliz. İlgili yöneticiler, patronlar, bizim kadar, belki bizden çok va­tanperver kimselerdir. TRT üst yöneticileri için bu husnü kanaatimi rahatlıkla söylüyorum...

Televizyonda program, se­naryo, film açlığı var. Bunu biliyoruz. Bir eseri oyun, film haline getirmek ve orta­ya koymak belki kolay bir iş değil... Hatta millet olarak bizim de kusurlarımız var...

Niçin var?

Bir defa, reaksiyonumuzu, düşüncelerimizi yazıya ve resmiyete dökmüyoruz... Saniyen, uzun süre çocukla­rımızı okutmamışız. Okut­maya başladıktan sonra da okula kerhen göndermiş, klasik usullerin dışına çık­mamışız. Yapımcı, senarist, yazar-çizer yetiştirmemişiz. San'at olaylarından daima ve bilerek uzak durmuşuz. Bizim de bir san'atımız, mu­sikimiz, oyunlara-filmlere tü­kenmez kaynak olabilecek tarihimiz, nakışımız, milli zevklerimiz,   milli  eğlence usullerimiz olduğunu bir türlü akıl etmemişiz...

BİZDEKİ KUSUR

Bugün sözgelişi bir Tarık BUĞRA, Yücel ÇAK­MAKLI birkaç eserle mil­letin gönlünde taht kuruverdiler... Bunların emsalini ne­dense yetiştirememişiz... Bu, bizdeki kusur.

Madalyonun öbür tarafına gelince: Film haline, dizi-film haline  getirilebilecek  nice hazinelerimiz var. Sepetçioğlu'nun ve daha başkala­rının... Bunlar sahneleninceye kadar yabancı dizi­lere ekranlarımızı bu kadar teslim etmeye ne mecburi­yetimiz var denilmekte, so­rulmaktadır. Bu sorulara hak vermemek mümkün değil.

Avrupa bunun acısını dün çekmiş, yarın da çekecektir. Milletler, kutsallarla ayakta dururlar. İnsan cemiyetleri­ni, hayvan topluluklarından ayıran, işte bu kutsiyetler, bu ulviyetlerdir. İnsanlık "aile" dediğimiz "ırz", "na­mus" dediğimiz müşterek değerlere yüzyılların bin yılların tecrübeleriyle, pey­gamberlerin, velilerin tebliği teriyle gelebilmiştir. Kadını "ana" anayı, baştâcı, gönül-tacı, ailenin direği, namusu­muzun bekçisi, çocuklarımızın muallimesi yapan bu müşterek değerlerdir.

"Beşiği sallayan el, dün­yaya hükmeder!" Bu imajı tahrip etmeye devam eder­sek, yarın sadece çocukları­mıza değil, kendi-kendimize de hükmedemez oluruz.