(“Zaman zaman okullarımızda, ders kitaplarımızda, basınımızda, resmi yayınlarımızda öyle bir tarih düşmanlığı görülüyor ki, kendimizden utanır, kaçar hale geliyoruz. Çocuklarımıza tarihimizi, eli sopalı çirkin hocalar, falakalar, rüküş manzaralarla öğretmeye kalkarsak, sadece geçmişimize değil, bugünümüze de, yarınımıza da yazık ederiz”)
Bir okuyucum yazıyor: "12 Eylül 1980 sonrası günlerdi... Şehrimizde Cumhuriyet Müzesi adıyla bir müze açılmıştı. Biri ilk, diğeri ortaokulda okuyan çocuklarımı iki yanıma alıp müzeyi gezdirmek istedim. Arzu ettim ki, geçmişin iftihar, gurur günlerini görsünler, bugünleriyle övünsünler... Heyhat!.. Girdiğimiz ilk salonda bizi din adamı kılıklı bed adamların uzun sopaları, falakalar, çirkin padişah figürleri karşıladı. Daha ileriye gitmek istemedim. Çocuklarımı alıp âdeta kaçtım. Ben şu anda genç bir dedeyim. Çocukluğumda aynı şeyleri okudum. Benim çocuğum da aynı çirkinlikleri okuyarak büyüdü. Torunlarımıza da aynı şeyleri okutuyorlar. Taze, körpe dimağlara olumsuzluklar, kara görüntüler yerine, tarihimizin ışıklı, aydınlık yönlerini okutsak olmaz mı?"
Mektubu okurken Y.Bülent BAKİLER'in bir yazısını hatırladım. Bakiler şöyle diyordu:
"Benim neslime okullarda tarihine sövdüre sövdüre diploma verdiler. Yazılanlara ve anlatılanlara göre "Padişahlar, vatanı satıp-savan hainler ve deliler sülalesiydi... "İmparatorluk Ordusu" yağmacı, vurguncu, bozguncu şebekesiydi... "İlmiye sınıfı" cehaletin çifte kamburlu ucubesiydi... "Medrese" ve "Tekke" tembellik ve ahlâksızlığın yatağıydı... "Din" bütün ileri düşüncelere ve medeniyete engel olan çöl kanunu idi... "Erkek" zalim, katı, kaba otorite bozuntusuydu... "Kadın" kafes arkasına kapatılan bir zavallıydı... "Çocuk" ise falakadan kalkmayan bir şamar oğlanı."
Sayın Bakiler ve değerli okuyucumun maksatları, tarihin hükmünü icra ettiği bazı talihsiz olayları görmemek veya onlara tarihin yargısından ayrı bir gözle bakmak değil şüphesiz.
TARİHİ REDDETMEK
Tarihimizin hesabını vermek zorundayız. Tarihi reddetmekle, onu reddetmiş, ondan kurtulmuş olamayız.
Tarih, bizim olan tarih, her zaman karşımıza çıkar, çıkacaktır. Bugün bir "Ermeni" konusunu izah etmek, tahlil etmek zorunda kaldık. Yarin Rumeli'ye, Balkanlara yapılan akınları; Avrupa kıt'asındaki "Fetih"leri yorumlamak zorunda kalabiliriz, öbürgün Anadolu'ya yerleşme olayının hesabının da bizden sorulmayacağım kimse temin edemez.
Tarihe, tarihi olaylara bir bütün olarak bakılmalıdır. Tarihi vakıaları irtibatlı olduğu şartlardan ayrı düşünemeyiz.
"Tarih Muhakemesi", sosyoloji ve tarih kritiği ilminin temelidir. Bu şuura varmazsak, kimisi sağa, kimisi sola bakan arızalı nesiller yetiştirmekten kurtulamayız. Tarihe bakışımızda bir objektif kriter yok... Geçmişimize karşı hep önyargılıyız. Birtakım kalıplarımız var. "İyiler, kötüler", "Kahramanlar, hainler" gibi...
Bir devri benimsetmek için, ondan öncesini karalamak şart mı? Bir insan "Kahraman" ise, ondan öncekiler niçin "Hain" olsunlar? Daha önemlisi, anaokulunda, ilkokulda okuyan körpelere tarihimizi hainlerle, hainliklerle öğretmek yerine iftihar sayfalarıyla, yüzyıllarca dünyayı aydınlatan medeniyetiyle anlatsak daha makûl, daha pedagojik, daha terbiyevi olmaz mı?
İnsan her zaman insandır. Tarihte de, bugün de... Hataları ve zaafları da vardır, fazilet ve meziyetleri de. Tarihi yapanlar insanlardır. İnsanın olduğu her yerde iyiler ve iyilikler yanında, kötüler ve kötülükler de bulunur.
Biz bir devri anlatırken, ondan öncesini külliyen inkâr edersek, çocuklarımızın kafasında derin, engin, şerefli bir tarih şuuru oluşturamayız. Binlerce yıllık târihi, bir devirden itibaren böler, güdükleştirirseniz, biliniz ki o güdüklük çocuklarınızın ruhi dinamizmine olumsuz etki edecek, elinizde güdük kabiliyetli nesiller kalacaktır.
BUGÜNÜMÜZE DE, YARINIMIZA DA KIYARIZ
Tarihimiz gerçekten karanlık mıdır ki, karanlık gösteriyoruz? Ortaçağ, Avrupa için karanlıktır, Abbasi, Emevi, Endülüs, Selçuklu, Osmanlı medeniyetleri devirlerinde Avrupa gerçekten de karanlık içerisindeydi. İslâm dünyası modern rasathaneler, şifahaneler, mektep ve medreselerde maddenin sırlarını çözmek için uğraşırken, modern laboratuvarlarda arzın derinliklerini, fezanın sonsuzluğunu incelerken, Batı karanlık içerisindeydi. Onlar Ortaçağı, öncesini ve sonrasını bunun için kötülerler. Onlar kendi açılarından haklıdırlar. Ya biz, aydınlık apaydınlık tarihimizi onlara uyarak karalamaya yellenirsek, kimin amaline hizmet ederiz? Tıbbın temelini, karaladığımız o devirlerde, biz kurmuşuz. Kimya, cebir, matematik ve astronomi ilimlerinin bugün de geçerli birçok kaideleri, hâlâ bizim adımızı, imzamızı taşır. Sadece Avrupa'da değil, tarihin hiçbir devrinde görülmemiş bir içtimaî seviyeyi biz temsil etmişiz. Birçok ilimlerin kaidelerine, formüllerine ilâve olarak, insan sevgisi, insanlık seviyesi de Avrupa'ya bizden geçmiş. Çocuklarımıza târihimizi bu yönü ile değil, eli sopalı, çirkin adamlar, falakalar, rüküş manzaralarla öğretmeye kalkarsak, sadece geçmişimize değil, bugünümüze,de yarınımıza da kıyarız.
Kuzey Yemen Enerji Bakanı M.Hasan Sabrah, TERCÜMAN gazetesinin 23 Nisan 1985 tarihli sayısında "Unutmuş olabilirsiniz ama sîz çok büyük bir devletsiniz!" diyor. Bu sözü, bu kanaatı, Türkiye'de kaç Türk çocuğuna söyletebilirsiniz?
Okullarımızda, ders kitaplarımızda, basınımızda, resmi yayınlarımızda öyle bir tarih düşmanlığı ki, kendi kendimizden utanır, kaçar hale gelmişiz.
Millî tarihin siyasi, içtimaî, iktisadî, dinî, hukuki, kültürel, edebi ve sanat bölümleri üzerinde ciddi tahlil, objektif değerlendirme çalışmalarını gecikmeden başlatmalıyız. Tarih düşmanlığı ile tarihi inkâr ile hiçbir yere varamayız.