Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
TARİH DÜŞMANLIĞI - 3 Mayıs 1985

(“Zaman zaman okullarımızda, ders kitaplarımızda, basınımızda, resmi yayınlarımızda öyle bir tarih düşmanlığı görülüyor ki, kendimizden utanır, kaçar hale geliyoruz. Çocuklarımıza tarihimizi, eli sopalı çirkin hocalar, falakalar, rüküş manzaralarla öğretmeye kalkarsak, sadece geçmişimize değil, bugünümüze de, yarınımıza da yazık ederiz”)

Bir okuyucum yazıyor: "12 Eylül 1980 sonrası günlerdi... Şehrimizde Cum­huriyet Müzesi adıyla bir mü­ze açılmıştı. Biri ilk, diğeri ortaokulda okuyan çocukla­rımı iki yanıma alıp müzeyi gezdirmek istedim. Arzu et­tim ki, geçmişin iftihar, gu­rur günlerini görsünler, bugünleriyle övünsünler... Hey­hat!.. Girdiğimiz ilk salonda bizi din adamı kılıklı bed adamların uzun sopaları, fa­lakalar, çirkin padişah figür­leri karşıladı. Daha ileriye gitmek istemedim. Çocuklarımı alıp âdeta kaçtım. Ben şu anda genç bir dedeyim. Çocukluğumda aynı şeyleri okudum. Benim çocuğum da aynı çirkinlikleri okuyarak büyüdü. Torunlarımıza da aynı şeyleri okutuyorlar. Ta­ze, körpe dimağlara olumsuz­luklar, kara görüntüler yeri­ne, tarihimizin ışıklı, aydın­lık yönlerini okutsak olmaz mı?"

Mektubu okurken Y.Bü­lent BAKİLER'in bir yazısı­nı hatırladım. Bakiler şöyle diyordu:

"Benim neslime okullarda tarihine sövdüre sövdüre diploma verdiler. Yazılanlara ve anlatılanlara göre "Padişahlar, vatanı satıp-savan hainler ve deliler sülalesiydi... "İmparatorluk Ordusu" yağmacı, vurgun­cu, bozguncu şebekesiydi... "İlmiye sınıfı" cehaletin çifte kamburlu ucubesiydi... "Medrese" ve "Tekke" tem­bellik ve ahlâksızlığın yata­ğıydı... "Din" bütün ileri düşüncelere ve medeniyete en­gel olan çöl kanunu idi... "Er­kek" zalim, katı, kaba otori­te bozuntusuydu... "Kadın" kafes arkasına kapatılan bir zavallıydı... "Çocuk" ise fa­lakadan kalkmayan bir şa­mar oğlanı."

Sayın Bakiler ve değerli okuyucumun maksatları, tarihin hükmünü icra ettiği bazı talihsiz olayları görmemek veya onlara tarihin yargısın­dan ayrı bir gözle bakmak değil şüphesiz.

TARİHİ REDDETMEK

Tarihimizin hesabını ver­mek zorundayız. Tarihi reddetmekle, onu reddetmiş, ondan kurtulmuş olamayız.

Tarih, bizim olan tarih, her zaman karşımıza çıkar, çıkacaktır. Bugün bir "Ermeni" konusunu izah etmek, tahlil etmek zorunda kaldık. Yarin Rumeli'ye, Balkanlara yapı­lan akınları; Avrupa kıt'asın­daki "Fetih"leri yorumla­mak zorunda kalabiliriz, öbürgün Anadolu'ya yerleş­me olayının hesabının da biz­den sorulmayacağım kimse temin edemez.

Tarihe, tarihi olaylara bir bütün olarak bakılmalıdır. Tarihi vakıaları irtibatlı ol­duğu şartlardan ayrı düşüne­meyiz.

"Tarih Muhakemesi", sos­yoloji ve tarih kritiği ilminin temelidir. Bu şuura varmaz­sak, kimisi sağa, kimisi sola bakan arızalı nesiller yetiş­tirmekten kurtulamayız. Tarihe bakışımızda bir objektif kriter yok... Geçmişi­mize karşı hep önyargılıyız. Birtakım kalıplarımız var. "İyiler, kötüler", "Kahra­manlar, hainler" gibi...

Bir devri benimsetmek için, ondan öncesini karala­mak şart mı? Bir insan "Kahraman" ise, ondan ön­cekiler niçin "Hain" olsunlar? Daha önemlisi, anaokulunda, ilkokulda okuyan körpelere tarihimizi hainlerle, hainlik­lerle öğretmek yerine iftihar sayfalarıyla, yüzyıllarca dünyayı aydınlatan medeniyetiyle anlatsak daha makûl, daha pedagojik, daha terbi­yevi olmaz mı?

İnsan her zaman insandır. Tarihte de, bugün de... Hata­ları ve zaafları da vardır, fa­zilet ve meziyetleri de. Tarihi yapanlar insanlardır. İnsa­nın olduğu her yerde iyiler ve iyilikler yanında, kötüler ve kötülükler de bulunur.

Biz bir devri anlatırken, ondan öncesini külliyen in­kâr edersek, çocuklarımızın kafasında derin, engin, şeref­li bir tarih şuuru oluşturama­yız. Binlerce yıllık târihi, bir devirden itibaren böler, güdükleştirirseniz, biliniz ki o güdüklük çocuklarınızın ruhi dinamizmine olumsuz etki edecek, elinizde güdük kabiliyetli nesiller kalacaktır.

BUGÜNÜMÜZE DE, YARINIMIZA DA KIYARIZ

Tarihimiz gerçekten karanlık mıdır ki, karanlık gösteriyoruz? Ortaçağ, Avrupa için karanlıktır, Abbasi, Emevi, Endülüs, Selçuklu, Osmanlı medeniyetleri devir­lerinde Avrupa gerçekten de karanlık içerisindeydi. İslâm dünyası modern rasathaneler, şifahaneler, mektep ve medreselerde maddenin sır­larını çözmek için uğraşır­ken, modern laboratuvarlarda arzın derinliklerini, feza­nın sonsuzluğunu incelerken, Batı karanlık içerisindeydi. Onlar Ortaçağı, öncesini ve sonrasını bunun için kötüler­ler. Onlar kendi açılarından haklıdırlar. Ya biz, aydınlık apaydınlık tarihimizi onlara uyarak karalamaya yellenir­sek, kimin amaline hizmet ederiz? Tıbbın temelini, karaladığımız o devirlerde, biz kurmuşuz. Kimya, cebir, ma­tematik ve astronomi ilimle­rinin bugün de geçerli birçok kaideleri, hâlâ bizim adımızı, imzamızı taşır. Sadece Avru­pa'da değil, tarihin hiçbir devrinde görülmemiş bir içti­maî seviyeyi biz temsil etmişiz. Birçok ilimlerin kaidele­rine, formüllerine ilâve ola­rak, insan sevgisi, insanlık seviyesi de Avrupa'ya bizden geçmiş. Çocuklarımıza târihimizi bu yönü ile değil, eli sopalı, çirkin adamlar, fa­lakalar, rüküş manzaralarla öğretmeye kalkarsak, sadece geçmişimize değil, bugünümüze,de yarınımıza da kıya­rız.

Kuzey Yemen Enerji Baka­nı M.Hasan Sabrah, TER­CÜMAN gazetesinin 23 Ni­san 1985 tarihli sayısında "Unutmuş olabilirsiniz ama sîz çok büyük bir devlet­siniz!" diyor. Bu sözü, bu ka­naatı, Türkiye'de kaç Türk çocuğuna söyletebilirsiniz?

Okullarımızda, ders kitap­larımızda, basınımızda, res­mi yayınlarımızda öyle bir tarih düşmanlığı ki, kendi kendimizden utanır, kaçar hale gelmişiz.

Millî tarihin siyasi, içti­maî, iktisadî, dinî, hukuki, kültürel, edebi ve sanat bö­lümleri üzerinde ciddi tahlil, objektif değerlendirme çalış­malarını gecikmeden başlat­malıyız. Tarih düşmanlığı ile tarihi inkâr ile hiçbir yere varamayız.