Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
İŞÇİ-İŞVEREN HUKUKU - 10 Mayıs 1985

(İşverenin, işçiden verimli çalışmasını, işyerini bir rızık kapısı ve emanet olarak görmesini, aldığı ücreti haketmesini isteme ve bekleme hakkı vardır. İşveren de İşçisini bir emanet olarak göre­cek, ona yediğinden yedirecek, giydiğinden giydirecektir.)

İşçi işinde çalıştığının kârı­na, servetine bîr şeyler ka­tar. Bu faaliyetten de, geçi­mini sağlamayı umar. Bu normal.. Ama işçî-işveren münasebetleri nerede başla­yıp nerede bitecek? İktisadi sistemler arasındaki tartış­manın kaynağı bu...

Klâsik kapitalist uygula­malar, kâr için her şeyi mu­bah sayan bir ifrat icraat ser­gilemişler. Bu uygulamada çalışanlar ve onların hakları değil, işverenin arzuları ön planda olmuş. Anlatılır ki, Afrika'dan, Asya'dan gemi­lerle köleler, esirler taşınmış: bunlar boğaz tokluğuna ma­den ocaklarında, toplu işyer­lerinde çalıştırılmışlar. Nak­ledilen bu senaryolar müba­lâğalı olsa bile, Batı'da katı, klasik kapitalist uygulama­lar, yine de çalışanı, çalıştıra­nın tek taraflı iradesine, insafına terkeden bir anlayışı temsil eder.

Bu böyle devam etme­miş, işçinin aleyhine gelen bu katı icraat, sonunda toplu patlamalara sebep olmuş, işyerleri yer-yer işgal ve tah­rip edilmiş; patrondan-işçi yığınlarına el değiştirmiş; bu defa hakimiyet güya işçilere geçmiş; bundan da "kolek­tivizmi" tefriti doğmuş.

Bugün klâsik kapita­lizm de, saf-katı kolektivizm de hayatta değil. Olamazdı, zira her ikisi de insan fıtratı­na uymuyordu. Kapitalizm liberalleşti; bunun tefriti olan hayalî işçi imparatorlukları hiç kurulamadı ve ye­rini kolektivist-devletçi uy­gulamalara; devlet, bürokrat ve parti saltanatına bıraktı.

Bu iki aşırı uç arasında makûl yol ne idi? Çalışanı, çalıştıranın insafına terkeden anlayışla, patronu, hattâ mülkiyeti ortadan kaldıran, fakat aslında işçiyi ve bütünü ile bir insanı ezen aşırı müdahaleci rejimler arasında bir orta yol mu idi?

"Karma ekonomi" bu arayıştan doğdu. Karma eko­nomi mülkiyeti tanır, fakat mülkiyet hakkının istismarına izin vermez. Serbest te­şebbüsü korur, fakat serbest müteşebbise, çalıştırdıkları­nın haklarını tanıyan mükel­lefiyetler yükler. Asgarî üc­ret, sigorta, emeklilik, izin, tedavi hakkı, işten haksız çı­karmalara mezuniyet tanı­mıma gibi tedbirler, bu yeni arayışın, anlayışın, uygula­manın sonucu.

İnançlarımız, tarihî ve millî geleneklerimiz bu konu­larda ne diyor? Konunun bi­zim açımızdan önemi bu ol­malıdır. Zira alınan idarî ted­birler, içtimaî bünyeye ne ka­dar uygunsa o kadar uygula­nabilir, o kadar yaşarlar...

İŞÇİNİN HAKKI

İşçinin hakla, her şeyden önce, herhangi bir işyerin­de çalışma veya çalışmama hürriyetine sahip bulunması­dır. İslâmiyette insan güç, kabiliyet ve imkânlarına gö­re, istediği işte çalışma terci­hine sahiptir. Çalışmak farz­dır. Ancak, çalışma sahasını, branşını seçme hakkı, tercihi insana tanınmıştır.

Çalıştırılan insanın baş­ta gelen hakkı şüphesiz "Üc­ret"tir. İslamiyet’te "işe göre ücret", "ücrete göre iş" esas­tır. Bunun mânası, farklı işe farklı ücret ödemek demektir ki, âdil olan da budur.

Bu prensibe göre işçiye evvela hakettiği verilecektir. Derhal verilecek, "teri kuru­madan" verilecektir. İşçi ise aldığı ücreti hak edecek, hakettiğinden fazlasını isteme­yecektir. Zaman zaman ve yer yer görüldüğü gibi işçile­rin teşkilâtlanıp baskı unsu­ru oluşturmaları; işi yavaşlatma, işe ve çalışmak isteye­ne mani olma, işyerini işgal etme gibi fiili durumlara girişmeleri; işyerine ve işvere­ne zarar vermeleri; işyerinde verim, kâr ve karlılık kalmadığı zaman bile, fiili durum ve tehditlerle, çalışmadıkları halde ücret istemeleri, İsla­miyet’te meşru görülmeyen durumlardır. İnsan için an­cak çalışması ve emeğinin karşılığı vardır. Hak edilmeyen kazanç meşru değildir.

İkramiye, emeklilik, si­gorta, izin, tedavi gibi sosyal haklar, işe girerken yapılan akit ve pazarlığa dahilse, bunlar da "ücret" mefhu­munun içindedir.

Başkasının işinde çalışan kimsenin, gerektiğinde has­talık ve işsizlik tazminatı diye bir tazminatı; ruh ve be­den sağlığının korunmasını; gücünün üzerinde ve insan haysiyetine yakışmayan iş­lerde çalıştırılmamasını işve­renden istemeye hakkı vardır.

İŞVERENİN HAKKI

Çalışma hayatının diğer tarafı  işverendir.  İşveren âmmeye hizmet eden bir iş sahası açmakla, sermaye ve emeğini bazı rizikoları da gö­ze alarak devreye sokmakla, kifaye bir farzı yerine getir­mektedir. Bu sebeple işvere­ne sadece kârı ve kârlılığı düşünen bir unsur değil, işsizle­re iş sahası açan; cemiyet içe­risinde ihtiyaç duyulan mal ve hizmetleri üreten bir unsur olarak bakılmalıdır. Ken­di emeği ile yetinmeyen; ser­vetini ve maddi imkânlarını yeni imkânlar elde etmek üzere çalışma hayatına süren insan, âmmeye hizmet eden insandır, takdir ve tebrike lâyıktır.

Her hak bir vazifeyi, ifa edilen  her vazife de bir hakkı davet ettiğine göre, iş­çinin hakları işverene; işvere­nin hakları işçiye bazı mükel­lefiyetler yükleyecektir şüp­hesiz. O halde işçinin hakkı derken işverenin mükellefi­yetleri; işverenin hakkı der­ken de işçinin mükellefiyetle­ri anlaşılacaktır. İşverenin, işçiden verimli çalışmasını; işyerine her ne suretle olursa olsun zarar vermemesini; işverini bir rızık kapısı ve emanet olarak görmesini; aldığı ücreti haketmesini ve helâl ettirmesini isteme, bekleme hakkı var­dır.

İşveren de işçisini bir emanet olarak görecek, ona yediğinden yedirecek; giydi­ğinden giydirecektir. "İş barışı", işçi ve işve­renin karşılıklı hukuka saygısı ile sağlanabilir.