Bir sempozyumun ardından
Kemalist Atılım Birliği "Islâmiyet ve Atatürk" konusunda bir sempozyum düzenledi. Ankara'da, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Konferans Salonu’nda 15 Haziran 1985 günü yapılan sempozyuma üniversite öğretim üyeleri, çeşitli kuruluşlardan temsilci ve uzmanlar, tanınmış şair ve yazarlar konuşmacı olarak katıldılar.
Birlik Genel Başkanı Sami Ateşin açılış konuşmasından anladık ki, böyle bir sempozyum ilk defa yapılıyormuş. Sayın Ateş konuşmasında maksatlarının "Atatürk"e "Atatürk ilkelerinin İnanç cephesi"ne, "Laik düşünce"ye yeni yorumlar getirmek olduğunu belirtti.
YENİ BİR YORUM MU?
İlk defa yapıldığı belirtilen bir toplantıda "yeni yorumlar getirmek" ifadesi, iddialı bir yaklaşım mı idi? Bu, ilk anda zihinlerde bir istifham olarak belirdi. Fakat genel başkan, kısa, veciz, net konuşmasında konuya gerçekten de yeni bir bakış, yeni bir "yorum" getirdi. Özet olarak şöyle dedi:
"-Din istismarı olduğu gibi, cumhuriyetle birlikte Atatürk istismarı da olmuştur. Atatürkçüyüm diyen bir kısım din düşmanları, din adamlarına saldırıyı lâik olmak, çağdaş olmak, batılı anlamda yaşamak sanmışlardır. Din adamlarıyla, cumhuriyetin ilkeleri arasında bir cepheleşme sahnelenmiş, bu cepheleşme hain ve bölücü mihraklar tarafından devamlı tahrik edilmiş, Türkiye'nin düşmanlarından da destek görmüştür. İnançsız, yarı aydın tipleri, Atatürk'ü uzun yıllar kendi maksatlarına alet etmişlerdir. Tanzimattan beri devam eden ilerici-gerici, batılı-doğulu ayırımı, ülkemizi, milletimizi sevmeyen bu iç ve dış bölücü mihrakların işidir. Bu mihraklar Atatürk'ü dine ve dindarlara karşı göstermeye çalışmışlardır. Halbuki büyük önder, gerçek din adamlarına büyük ihtiyacımız vardır demişti. Zira din adamlarımız cehlin, cehaletin ve bölücülüğün karşısında inançla yüklü birer lokomotif görevini yüklenmişlerdir."
Genel Başkan, sevilerek dinlenen ve benimsenen konuşmasını, Atatürk'ün şu sözleriyle bitirdi:
"-Sarıklı din adamlarının, imam ve müezzinlerin, kürsü vaizlerinin, medrese hocalarının, tekke mensuplarının millî mücadeledeki hizmetlerini şükranla yadetmeyi bir vazife bilirim. Bunlar, dini mefkureler şevki ile, milli mücadelenin başarısına can ve gönülden çalışmışlar, kavlen ve fiilen ellerinden geleni yapmışlardır. Bu çetin yılların hatıraları anlatmakla, yazmakla bitmez. Milli mücadele yıllarında "vatana hizmet eden din adamlarını ölmüşlerse rahmetle, yaşıyorlarsa selâmetle anarım."
İLAHİ TAKDİR
Dr. Halûk Nurbaki, Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurulmasını "İlâhî Takdir"e bağlayarak izah etti, "Çanakkale'de, Anafartalar'da, Kıbrıs'ta, Kore'de ilâhî yardımın nice beşer üstü tecellileri görülmüş, yaşanmıştır" dedi. "-Bu ilâhî, beşer üstü tecellileri yaşayan Atatürk'ü dine karşı göstermek, dine karşı olanların, o büyük insanı kendi habasetlerine kalkan yapmak istemelerindendir" diyen Dr. Nurbaki'nin cumhuriyetin ilk yıllarına dair yaptığı şu tesbitler, gerçekten de makul ve inandırıcı idi:
"-Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurulmasından önceki ve sonraki yıllarda dünyaya 19'uncu yüzyıl pozitivizmine dayalı korkunç bir materyalizm ve ateizm hakimdi. O yıllarda Allah'a inananlara aptal, inanmayanlara akıllı gözü ile bakılırdı. Sonradan buna Marksistler de katıldılar. Dünyadaki bu gelişmeye dayalı olarak, cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye'de de dehşetli materyalist-ateist hava yaşandı. Bunun üst yönetimde bir tek istisnası vardı, o da Atatürk'tü. O Türkiye'ye komünizmi, materyalist ve ateist fikirlerin hakimiyetini getirmek isteyenlere -bütün iç ve dış telkinlere, baskılara rağmen- izin vermemiştir, öyle olmasaydı, Türkiye dün bir Macaristan, bugün bir Polonya ve Bulgaristan olmaktan kurtulamazdı. Yakın ve Ortadoğu, dünyanın ortak menfaat alanıdır. Dünyada topyekûn savaş başlarsa, bu, menfaat çekişmesinden başlayacaktır. Türkiye bu bölgenin siyasî ve fikri bekçisidir. Türkiye bağımsızlığını muhafaza edemezse, dünyayı çepeçevre saran savaş fitili ateşlenir... Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin "Takdirdeki yeri, dünya sulhunun yaşamasıdır. İmparatorluğun inkırazından sonra "Cumhuriyet" tedbiri olmasaydı, Türkiye olsa-olsa Ortadoğu'da kurulan 40 çadır devletinden biri olurdu. Allah, O’nu bilerek göndermiştir."
LÂİKLİK OLAYI
Kemaleddin Erdil, Atatürk'ü "Liseler İçin yazdırdığı tarih kitabının İslâm Tarihi bölümünü bizzat kaleme alan; Kocatepe'de Yarabbi, sen Müslüman-Türk ordusunu muzaffer et!.. Türklüğün, Müslümanlığın düşman ayakları altında kalmasına müsaade etme diye dua ederken, gözyaşlarını tutamayan Müslüman" olarak tavsif etti. "-Bu millet lâiklikten değil, lâikliğin dinsizlik şeklinde uygulanmasından şikâyetçi olmuştur" dedi.
Turan Olcaytu Paşa, Türkiye'de lâikliğin ilânına takaddüm eden şanları uzun uzun anlattı.
Enver Tuncalp, güzel bir şiirle süslediği konuşmasını. "-Bu millet Müslüman kalacak" esprisi, nüansı, ısrarı ile bitirdi.
Prof. Dr. Amiran Kurtkan, çoğunlukla şahsî yorumlarına dayandırdığı bir dinî konferans verdi.
"İslâmiyet ve Atatürk" sempozyumu, Atatürk'ü bugüne kadar yapılanlardan ayrı bir şekilde yorumladı. Bunlar içerisinde kamuoyunun, özellikle genç kesimin henüz bilmediği yeni değerlendirmeler vardı.
Bu yeni bakış, yeni yorum inşallah bir başlangıç olur.