Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
İSLAMİYET VE ATATÜRK - 28 Haziran 1985

Bir sempozyumun ardından

Kemalist Atılım Birliği "Islâmiyet ve Atatürk" konusunda bir sempozyum düzenledi. Ankara'­da, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Konferans Salonu’nda 15 Haziran 1985 günü yapılan sempozyuma üniversite öğretim üyeleri, çeşitli kuruluşlardan temsilci ve uzman­lar, tanınmış şair ve yazarlar ko­nuşmacı olarak katıldılar.

Birlik Genel Başkanı Sami Ateşin açılış konuşmasından anladık ki, böyle bir sempozyum ilk defa yapılıyormuş. Sayın Ateş konuşmasında maksatlarının "Atatürk"e "Atatürk ilkelerinin İnanç cephesi"ne, "Laik düşünce"ye yeni yorumlar getirmek olduğunu belirtti.

YENİ BİR YORUM MU?

İlk defa yapıldığı belirtilen bir top­lantıda "yeni yorumlar getir­mek" ifadesi, iddialı bir yaklaşım mı idi? Bu, ilk anda zihinlerde bir istifham olarak belirdi. Fakat ge­nel başkan, kısa, veciz, net ko­nuşmasında konuya gerçekten de yeni bir bakış, yeni bir "yorum" getirdi. Özet olarak şöyle dedi:

"-Din istismarı olduğu gibi, cumhuriyetle birlikte Atatürk istis­marı da olmuştur. Atatürkçüyüm diyen bir kısım din düşmanları, din adamlarına saldırıyı lâik ol­mak, çağdaş olmak, batılı anlam­da yaşamak sanmışlardır. Din adamlarıyla, cumhuriyetin ilkeleri arasında bir cepheleşme sahne­lenmiş, bu cepheleşme hain ve bölücü mihraklar tarafından de­vamlı tahrik edilmiş, Türkiye'nin düşmanlarından da destek gör­müştür. İnançsız, yarı aydın tiple­ri, Atatürk'ü uzun yıllar kendi maksatlarına alet etmişlerdir. Tanzimattan beri devam eden ilerici-gerici, batılı-doğulu ayırımı, ülke­mizi, milletimizi sevmeyen bu iç ve dış bölücü mihrakların işidir. Bu mihraklar Atatürk'ü dine ve dindarlara karşı göstermeye çalış­mışlardır. Halbuki büyük önder, gerçek din adamlarına büyük ihti­yacımız vardır demişti. Zira din adamlarımız cehlin, cehaletin ve bölücülüğün karşısında inançla yüklü birer lokomotif görevini yük­lenmişlerdir."

Genel Başkan, sevilerek dinle­nen ve benimsenen konuşmasını, Atatürk'ün şu sözleriyle bitirdi:

"-Sarıklı din adamlarının, imam ve müezzinlerin, kürsü vaiz­lerinin, medrese hocalarının, tek­ke mensuplarının millî mücadele­deki hizmetlerini şükranla yadetmeyi bir vazife bilirim. Bunlar, dini mefkureler şevki ile, milli mücade­lenin başarısına can ve gönülden çalışmışlar, kavlen ve fiilen elle­rinden geleni yapmışlardır. Bu çe­tin yılların hatıraları anlatmakla, yazmakla bitmez. Milli mücadele yıllarında "vatana hizmet eden din adamlarını ölmüşlerse rahmetle, yaşıyorlarsa selâmetle anarım."

İLAHİ TAKDİR

Dr. Halûk Nurbaki, Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuri­yeti Devleti'nin kurulmasını "İlâhî Takdir"e bağlayarak izah etti, "Çanakkale'de, Anafartalar'da, Kıbrıs'ta, Kore'de ilâhî yardımın nice beşer üstü tecellileri görül­müş, yaşanmıştır" dedi. "-Bu ilâ­hî, beşer üstü tecellileri yaşayan Atatürk'ü dine karşı göstermek, dine karşı olanların, o büyük insa­nı kendi habasetlerine kalkan yap­mak istemelerindendir" diyen Dr. Nurbaki'nin cumhuriyetin ilk yılla­rına dair yaptığı şu tesbitler, ger­çekten de makul ve inandırıcı idi:

"-Türkiye Cumhuriyeti Devleti'­nin kurulmasından önceki ve son­raki yıllarda dünyaya 19'uncu yüzyıl pozitivizmine dayalı kor­kunç bir materyalizm ve ateizm hakimdi. O yıllarda Allah'a inanan­lara aptal, inanmayanlara akıllı gö­zü ile bakılırdı. Sonradan buna Marksistler de katıldılar. Dünya­daki bu gelişmeye dayalı olarak, cumhuriyetin ilk yıllarında Türki­ye'de de dehşetli materyalist-ateist hava yaşandı. Bunun üst yönetimde bir tek istisnası vardı, o da Atatürk'tü. O Türkiye'ye komü­nizmi, materyalist ve ateist fi­kirlerin hakimiyetini getirmek isteyenlere -bütün iç ve dış telkinlere, baskılara rağmen- izin vermemiş­tir, öyle olmasaydı, Türkiye dün bir Macaristan, bugün bir Polonya ve Bulgaristan olmaktan kurtula­mazdı. Yakın ve Ortadoğu, dünya­nın ortak menfaat alanıdır. Dünya­da topyekûn savaş başlarsa, bu, menfaat çekişmesinden başlaya­caktır. Türkiye bu bölgenin siyasî ve fikri bekçisidir. Türkiye bağımsızlığını muhafaza edemezse, dün­yayı çepeçevre saran savaş fitili ateşlenir... Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin "Takdirdeki yeri, dünya sulhunun yaşamasıdır. İm­paratorluğun inkırazından sonra "Cumhuriyet" tedbiri olmasaydı, Türkiye olsa-olsa Ortadoğu'da ku­rulan 40 çadır devletinden biri olurdu. Allah, O’nu bilerek göndermiştir."

LÂİKLİK OLAYI

Kemaleddin Erdil, Atatürk'ü "Liseler İçin yazdırdığı tarih kitabının İslâm Tarihi bölümünü bizzat kaleme alan; Kocatepe'de Yarabbi, sen Müslüman-Türk or­dusunu muzaffer et!.. Türklüğün, Müslümanlığın düşman ayakları altında kalmasına müsaade etme diye dua ederken, gözyaşlarını tu­tamayan Müslüman" olarak tavsif etti. "-Bu millet lâiklikten değil, lâikliğin dinsizlik şeklinde uygu­lanmasından şikâyetçi olmuştur" dedi.

Turan Olcaytu Paşa, Tür­kiye'de lâikliğin ilânına takad­düm eden şanları uzun uzun an­lattı.

Enver Tuncalp, güzel bir şiirle süslediği konuşmasını. "-Bu mil­let Müslüman kalacak" esprisi, nüansı, ısrarı ile bitirdi.

Prof. Dr. Amiran Kurtkan, çoğunlukla şahsî yorumlarına dayandırdığı bir dinî konferans verdi.

"İslâmiyet ve Atatürk" sempozyumu, Atatürk'ü bugüne kadar yapılanlardan ayrı bir şekilde yorumladı. Bunlar içerisinde kamuoyunun, özellikle genç kesimin henüz bilmediği yeni değerlendirmeler vardı.

Bu yeni bakış, yeni yorum inşallah bir başlangıç olur.