Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
EĞİTİMDE SEVGİ UNSURU - 2 Ağustos 1985

Eğitim, ülkemizin her za­man gündemde olan en önemli problemi... Ekonomik kalkınma, sanayileşme, ihra­catın artırılması, fiyatların düşürülmesi, geçim ve hayat standardının yükseltilmesi, millî bütünlüğün sağlanma­sı, yurdun imarı gibi gün­demden hiçbir zaman inmeyen önemli başka problemler de var şüphesiz... Fakat o insanımızın "yetişme seviye­sine, eğitim standardına bağ­lı...

Dağı, denizi, deresi, tepesi, dünü ve bugünü ile yaşadığı ülkeyi tanıyan, bilen, seven insan ancak onun imarı, kal­kınması için fedakârlıkta bu­lunabilir. "Doğru" olmanın; "dürüst" yaşamanın mukad­desliğine inanan insan an­cak çarşı-pazar adabına sa­hip çıkabilir. "Çalışma, boş durma" duygusu denilen al­ternatifsiz insanî değeri bi­len, onu hayatına tatbik eden insan ancak hayat standar­dını yükseltebilir.

Demek dönüp dolaşıp insa­nımızın yetiştirilmesine, eğitilmesine geliyoruz. Kalkın­ma da, fiyatların düşürülme­si de, ihracat hamlesi de, in­sanlarımızın birbirine sevdi­rilmesi de, hepsi ona bağlı...

Son "cumhuriyet" hamlesi içerisinde bizim de bu konu­ya bir yeni şekil, yeni hız ver­meye çalıştığımız muhak­kak... "Tevhid-i Tedrisat"la yola çıktık ve bugünlere gel­dik. Konu ile ilgili bir "veka­let" kurduk. Adına önce "Maarif", sonra "Milli Eği­tim" dedik... Niçin "öğre­tim" değil de, "eğitim?"... Hatta "Millî Eğitim"? Zira "öğretmek" kâfi değil... Eğitmek, şekil vermek, yönlendirmek, yoğurmak şart...

BİZ NE YAPTIK?

İtiraf edelim ki, “Milli Eğitim”imizi, adına uygun bir ideal tatbikata ulaştıramadık. Okullarımızda yaptığımız şey, "eğitim" değil, öğ­retim... "öğretim"i ise, kuru şekil, formül ve bilgilerle ve­riyoruz.

Konuyu Sayın Dr. Reha, Oğuz Turkkan ile konuşma fırsatını buldum... Dr. Turk­kan, 25 yıl Amerika Birleşik Devletleri'nde kalmış; öğre­nimini Türk, Fransız ve Amerikan okullarında yap­mış; Batı ve Doğu'yu bilen; “Müslüman-Türk”,

“Franşız-Âvrupa”, “Anglo­sakson-Amerikan” kültürle­ri ile yoğrulmuş, fakat esasta Müslüman-Türk kalabilmiş bir şahsiyet...

Kendisine "Türkiye'nin dışarıdan nasıl görüldüğü"nü, "Batı'yı yakından tanıyan bir bilim ada­mı olarak, Türkiye'nin prob­lemlerine, hangi çözüm yolla­rı teklif ettiği"ni sordum. “Cuma Sohbeti” yazılarım­da yeri geldikçe, imkân bul­dukça bunlardan bahsedeceğim.

Dr. Turkkan, Türkiye'nin bütün problemlerini eğitim yanlışlıklarına, eğitim noksanlıklarına bağlıyor. Eğitimdeki yanlışlıklarımızı ise şeklî ve kuru öğretimde buluyor. "Şekli öğretmek kolay. Eğitmek, eğiterek öğretmek; sevdirmek, sevdirerek öğretmek ise ince ve zor bir konu. Biz kolayı seçmişiz" diyor...

5 Nisan 1985 tarihli TER­CÜMAN "da "eğitici öğre­tim" konusunda bir sohbet sunmuştum, özeti şu idi: “Türk Milli Eğitimi'nin en büyük noksanlığı, eğitim ve yönlendirme problemidir. Batı’da son yüzyıl içerisinde eğitici-öğretim ağırlık kazan­maya başlamıştır. Sadece öğ­retim değil, belki sadece eği­tim de değil, eğitici öğre­tim... Yani eğiterek; öğretti­ğine inandırarak; belli bir yön ve hedef çizerek öğre­tim... Telkine dayalı öğre­tim... Batı son çeyrek, son yarım yüzyılda artan bir hızla buna yöneldi.”

SEVGİ UNSURU

Şeklî öğretim, sadece akla hitabeder. Halbuki insan, aklı, duyguları, hattâ şuural­tı ile bir bütün... Eğitmek, yönlendirmek, terbiye etmek sözkonusu olunca "Eğitim Psikolojisi" devreye girer. Eğitim psikolojisi, insanı, akıl, his ve şuuraltı boyu­tunda ele alır.

Başardı, modern eğitim, insanı sadece aklı ile değil, sevgi-nefret-ihtiras, kıskanç­lık gibi his dünyası ve şuuraltı temayülleri ile bir­likte değerlendiriyor. Eği­timin bu psikolojik yönü, tabir caizse bir şahsiyet oluş­turması; karakter yoğurmasıdır.

Kuru bilgi şahsiyet oluşturmaz. Sayın Türkkan'ın deyimiyle, "Tarih, tarihlerden ibaret değildir". Edebiyat, ekol ve kalıplardan ibaret olmamalıdır. Din dersi öğretimi, birtakım şeklî bilgi ve ezberlerden ibaret ise, bunun adına din eğitimi denilmemelidir.

Fetihlerimizdeki insanlık idealini, ruh heyecanını, tari­hi zenginliği, asaleti sevdirememişseniz, ona "tarih öğ­retimi" demeyiniz... Türk yurdunun güzelliklerini; di­ğer ülkelerden farkını, bize benzerliğini anlatamamışsanız, bu topraklar nasıl milli coğrafya olur? Edebiyatı­mızın, şiirimizin, mûsiki­mizin anlatış gücünü bilme­yen; onun milli ahenk ve ritmi ile nasıl coşar?.. İslâ­miyet'in cihanşümul me­sajını içinde duymayan, bu heyecanla secdeye kapanmayan insana nasıl din tah­sili yaptır deriz?

Eskiden tepelerimizin, derelerimizin bile efsaneleri, destanları vardı. "Bilgi" denilen, sadece insan varlı­ğına mahsus nimete kutsiyet dozu katmıştık. "Alimin mürekkebi"ni, "şehidin kanı"n­dan üstün tutardık. "İman'ı bile akıl ve sevgi te­meline oturtmuştuk". Onun için hayatımızın tadına varıyor, yaşamayı "ibadet" sayıyorduk.

Milli Eğitim Bakanlığımız bugünlerde ders kitaplarını yeniden yazdırıyor. Kurulan komisyonların ellerine verilen müfredatı görünce ümitlendik ve bunları yaz­dık. Komisyon üyelerinin "Millî tarih"imizi, "Millî coğrafya"mızı, cihanşümul dinimizi öğretmek ve sev­dirmek için geniş bir tarama faaliyetine giriştiklerine şahit olduk.

Eğitimde "sevgi" unsuru, en önemli motivasyon unsu­rudur. Millî talihimiz, coğ­rafyamız, inançlarımız, geleneklerimiz karşısında heye­can duymayan nesiller, ne tarih yazabilirler, ne yurt kurabilirler, ne millet olabilirler...