Eğitim, ülkemizin her zaman gündemde olan en önemli problemi... Ekonomik kalkınma, sanayileşme, ihracatın artırılması, fiyatların düşürülmesi, geçim ve hayat standardının yükseltilmesi, millî bütünlüğün sağlanması, yurdun imarı gibi gündemden hiçbir zaman inmeyen önemli başka problemler de var şüphesiz... Fakat o insanımızın "yetişme seviyesine, eğitim standardına bağlı...
Dağı, denizi, deresi, tepesi, dünü ve bugünü ile yaşadığı ülkeyi tanıyan, bilen, seven insan ancak onun imarı, kalkınması için fedakârlıkta bulunabilir. "Doğru" olmanın; "dürüst" yaşamanın mukaddesliğine inanan insan ancak çarşı-pazar adabına sahip çıkabilir. "Çalışma, boş durma" duygusu denilen alternatifsiz insanî değeri bilen, onu hayatına tatbik eden insan ancak hayat standardını yükseltebilir.
Demek dönüp dolaşıp insanımızın yetiştirilmesine, eğitilmesine geliyoruz. Kalkınma da, fiyatların düşürülmesi de, ihracat hamlesi de, insanlarımızın birbirine sevdirilmesi de, hepsi ona bağlı...
Son "cumhuriyet" hamlesi içerisinde bizim de bu konuya bir yeni şekil, yeni hız vermeye çalıştığımız muhakkak... "Tevhid-i Tedrisat"la yola çıktık ve bugünlere geldik. Konu ile ilgili bir "vekalet" kurduk. Adına önce "Maarif", sonra "Milli Eğitim" dedik... Niçin "öğretim" değil de, "eğitim?"... Hatta "Millî Eğitim"? Zira "öğretmek" kâfi değil... Eğitmek, şekil vermek, yönlendirmek, yoğurmak şart...
BİZ NE YAPTIK?
İtiraf edelim ki, “Milli Eğitim”imizi, adına uygun bir ideal tatbikata ulaştıramadık. Okullarımızda yaptığımız şey, "eğitim" değil, öğretim... "öğretim"i ise, kuru şekil, formül ve bilgilerle veriyoruz.
Konuyu Sayın Dr. Reha, Oğuz Turkkan ile konuşma fırsatını buldum... Dr. Turkkan, 25 yıl Amerika Birleşik Devletleri'nde kalmış; öğrenimini Türk, Fransız ve Amerikan okullarında yapmış; Batı ve Doğu'yu bilen; “Müslüman-Türk”,
“Franşız-Âvrupa”, “Anglosakson-Amerikan” kültürleri ile yoğrulmuş, fakat esasta Müslüman-Türk kalabilmiş bir şahsiyet...
Kendisine "Türkiye'nin dışarıdan nasıl görüldüğü"nü, "Batı'yı yakından tanıyan bir bilim adamı olarak, Türkiye'nin problemlerine, hangi çözüm yolları teklif ettiği"ni sordum. “Cuma Sohbeti” yazılarımda yeri geldikçe, imkân buldukça bunlardan bahsedeceğim.
Dr. Turkkan, Türkiye'nin bütün problemlerini eğitim yanlışlıklarına, eğitim noksanlıklarına bağlıyor. Eğitimdeki yanlışlıklarımızı ise şeklî ve kuru öğretimde buluyor. "Şekli öğretmek kolay. Eğitmek, eğiterek öğretmek; sevdirmek, sevdirerek öğretmek ise ince ve zor bir konu. Biz kolayı seçmişiz" diyor...
5 Nisan 1985 tarihli TERCÜMAN "da "eğitici öğretim" konusunda bir sohbet sunmuştum, özeti şu idi: “Türk Milli Eğitimi'nin en büyük noksanlığı, eğitim ve yönlendirme problemidir. Batı’da son yüzyıl içerisinde eğitici-öğretim ağırlık kazanmaya başlamıştır. Sadece öğretim değil, belki sadece eğitim de değil, eğitici öğretim... Yani eğiterek; öğrettiğine inandırarak; belli bir yön ve hedef çizerek öğretim... Telkine dayalı öğretim... Batı son çeyrek, son yarım yüzyılda artan bir hızla buna yöneldi.”
SEVGİ UNSURU
Şeklî öğretim, sadece akla hitabeder. Halbuki insan, aklı, duyguları, hattâ şuuraltı ile bir bütün... Eğitmek, yönlendirmek, terbiye etmek sözkonusu olunca "Eğitim Psikolojisi" devreye girer. Eğitim psikolojisi, insanı, akıl, his ve şuuraltı boyutunda ele alır.
Başardı, modern eğitim, insanı sadece aklı ile değil, sevgi-nefret-ihtiras, kıskançlık gibi his dünyası ve şuuraltı temayülleri ile birlikte değerlendiriyor. Eğitimin bu psikolojik yönü, tabir caizse bir şahsiyet oluşturması; karakter yoğurmasıdır.
Kuru bilgi şahsiyet oluşturmaz. Sayın Türkkan'ın deyimiyle, "Tarih, tarihlerden ibaret değildir". Edebiyat, ekol ve kalıplardan ibaret olmamalıdır. Din dersi öğretimi, birtakım şeklî bilgi ve ezberlerden ibaret ise, bunun adına din eğitimi denilmemelidir.
Fetihlerimizdeki insanlık idealini, ruh heyecanını, tarihi zenginliği, asaleti sevdirememişseniz, ona "tarih öğretimi" demeyiniz... Türk yurdunun güzelliklerini; diğer ülkelerden farkını, bize benzerliğini anlatamamışsanız, bu topraklar nasıl milli coğrafya olur? Edebiyatımızın, şiirimizin, mûsikimizin anlatış gücünü bilmeyen; onun milli ahenk ve ritmi ile nasıl coşar?.. İslâmiyet'in cihanşümul mesajını içinde duymayan, bu heyecanla secdeye kapanmayan insana nasıl din tahsili yaptır deriz?
Eskiden tepelerimizin, derelerimizin bile efsaneleri, destanları vardı. "Bilgi" denilen, sadece insan varlığına mahsus nimete kutsiyet dozu katmıştık. "Alimin mürekkebi"ni, "şehidin kanı"ndan üstün tutardık. "İman'ı bile akıl ve sevgi temeline oturtmuştuk". Onun için hayatımızın tadına varıyor, yaşamayı "ibadet" sayıyorduk.
Milli Eğitim Bakanlığımız bugünlerde ders kitaplarını yeniden yazdırıyor. Kurulan komisyonların ellerine verilen müfredatı görünce ümitlendik ve bunları yazdık. Komisyon üyelerinin "Millî tarih"imizi, "Millî coğrafya"mızı, cihanşümul dinimizi öğretmek ve sevdirmek için geniş bir tarama faaliyetine giriştiklerine şahit olduk.
Eğitimde "sevgi" unsuru, en önemli motivasyon unsurudur. Millî talihimiz, coğrafyamız, inançlarımız, geleneklerimiz karşısında heyecan duymayan nesiller, ne tarih yazabilirler, ne yurt kurabilirler, ne millet olabilirler...