Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
KAZA MI, KASIT MI? - 9 Ağustos 1985

Eskiden “Yaş kesen, baş keser”di. C. Hakk'ın verdiği başı alma hakla da an­cak kendisinin olduğundan, kimsenin eli yaş kesmeye, baş kesmeye uzanamazdı.

Ne zaman bir orman yan­gını, katliâmı görsem, bu es­ki terbiyeyi düşünürüm.

Şimdilerde aile ve okulda bu terbiye veriliyor mu bil­miyorum, işim icabı her gün birçok insanla karşılaşırım. Lise mezununun bir dilekçe yazamadığını, yüksek okul mezununun meramını anla­tamadığını çok gördüm. Ana kucağından başlayıp aile ve okulda kazanılması icabeden bize mahsus de­ğerlerin, hayat prensiple­rinin, muaşeret kurallarının, terbiye kaidelerinin ço­rumuzdan çocuğumuzdan her gün biraz dana uzaklaştığını üzülerek görmüyor muyuz? İşte onun için diyorum, yeni yetişenlere o eski ağaç-yeşil-tabiat sevgisi ve­riliyor mu bilmiyorum diye...

Her yıl bu mevsimde bir orman yangınıdır başlar. Muğla'da, Antalya'da, Mi­las'ta şu kadar yüz veya bin hektar koru, çam ormanı yandı diye, alevlerle çizilen bu milli felâket manzaraları bir matah gibi gösterilir, ilân edilir durur... Yanan, kül olan milli servete mi yanar­sınız, bu milli servete, ilâhi san'ata kayan cahilliğe, hun­harlığa mı, bilemez, kahro­lur, görmemek için başınızı çevirininiz...

Son günlerde yine bir dizi­nin bölümleri gibi bu milli felâket, milli cehalet, milli ihmal, milli ihanet manza­raları birbiri arkasından gösterilmeye, ilân edilmeye baş­landı. Kelaynak kuşları gibi antikleşmiş ve eşi az kalmış ormanlarımız, bakalım bu defa nereden ateşlenmiş diye içimiz titreyerek bekler olduk...

Hayrettir, bu yıl aynı mev­simde ve aynı günlerde bu orman yangını âfeti Yunanistan, İtalya, İspanya, Fransa, hattâ Birleşik Ame­rika'da da görülmeye baş­landı. Aynı günlerde, aynı mevsimde... Niçin Bulga­ristan'da değil de Yunanis­tan'da?.. Niçin Yugoslavya, Arnavutluk, Romanya'da değil de, İtalya, İspanya, Fransa'da diye sormaya kalmadan, tecrübeli uzman-eğitimci Kemalettin Erdil, "-Beynelmilel terör olmasın?" istifhamını ortaya ataverdi. Gülüp geçemedik...

İNSANLIK SUÇU

Ayhan Songar hocanın ku­lakları çınlasın... Bir ilmi tebliğde terör olaylarının psikolojik değerlendirilme­sini yapmıştı...

Haklıydı: Klasik, romantik anarşi gerilerde kalmıştı. Anarşi artık tabandan, kendiliğinden oluşmuyor, bir yerlerden planlanıyordu. Anarşi terörle, terör anarşi ile eş manâlıydı artık... Bütün dünyayı hedef alıyordu. Maksadı, ayakta kalan ne varsa yıkmaktı. Arkasında büyük paralar, dev bütçeler, beynelmilel organizasyonlar vardı. Anarşi mimarları, te­rör mühendisleri yetiştiri­liyor, hedef ve kurban millet­lerin içerisine yerleştiri­liyordu. Ekonomik sabotaj­lar; dikkatleri başka yerlere çekmek için uygulanan deği­şik planlar; halkı ürkütmek, korkutmak, bezdirmek, hipnotize etmek, devletten soğutmak, pasif-itaatkâr toplumlar icadetmek için alda gelmedik tatbikatlar, bu yeni terör anlayışının bili­nen çehresi idi...

Erdil'in şüphesi doğru veya yanlış... Malûm olan şey, orman yangınlarının bir âmme günahı, insanlık suçu olduğu...

Orman yangınlarından do­ğan zararın boyutları çok geniş. Sadece gözümüze hoş görünen manzarayı kaybediyor değiliz. Gölgesinden veya kerestesinden mahrum kalmak da orman ve ağaç tahribinin zararlarını izaha kâfi değil...

Orman, Allah'ın insanlar için yarattığı külli nizamın bir parçası... Onu tahrip et­mekle, evvelemirde bu nizam bozuluyor. İklim değişiyor. Kuraklık, kıtlık, açlık, ani sel baskınları, tabii âfetler birbi­rini kovalıyor. Bununla da kalmıyor. Tabiatın dengesi bozuluyor. Toprağı besleyen birtakım faydalı canlı ve has­salar azalırken, zararlılar kol gezer oluyor.

KORKUNÇ VARSAYIMLAR

Dahası ağaç-yeşil ve yeşil­lik, havayı süzen, temizleyen, tasfiye eden, karbon-dioksiti oksijene çeviren bir filtre, ilâhi ve esrarlı bir makina... Yeni icadlar, kul­lanılan kimyevî maddeler, ilâçlar, spreyler, fabrika ba­caları, otomobil eksozları, tabii, gayrıtabii ateş ve ateşlemeler, hareket eden canlı­ların nefes alış-verişleri, hepsi hepsi durmadan kar­bondioksit salıyorlar... Şüp­hesiz bunlar tabiatta kal­mıyor. Hava tabakasında birikiyor. Bu kirli birikinti­lerin iklimde bugün için farkedilemeyen çok mühim değişikliklere sebep olabile­ceği endişesi mevcut... Güne­şin ısıtıcı ışınlarının dünyaya nüfuz edememesi sonunda arzımızın giderek soğuması veya tam aksine bir sera du­rumu hasıl olup korkunç bir sıcaklığın hâkim olması, bu korkunun hipotezleri... Hattâ daha da ileri gidiliyor. Yeryüzünü kaplayan hava tabakasını bir elektrik mık­natısıyeti ile birbirine bağ­layan zarfın (ozon tabaka­sının) bu zehirli birikimle yırtılabileceği, bu sebepten de yeryüzünün havasının bir an içinde boşalıp kaybolabileceği; insanlığın bu suretle yokolabilecegi varsa­yımı öne sürülüyor. Orman alanlarını yoketmekle, kirli havayı temizleyen bu ilâhi makinayı tahrip ediyoruz.

Uzmanların bu görüşleri doğru da olabilir, yanlış da... Doğruluğu veya yanlışlığı en azından bugün bilinmiyor. O halde, haylaz bir çocuğun; tarlada bulduğu paslı bir ma­yınla oynaması gibi, bilmedi­ğimiz tehlikelerle oy­nuyoruz...

Doğru olan şu ki; ağaç, or­man, yeşil  bitki  örtüsü, bizim bildiğimiz bilmediğimiz esrarlarla dolu... Ağaç, vazgeçilmez hammadde; bizi ısıtan kadim yakacak; toprağı tutan, koruyan, zen­ginleştiren değer; iklimi dü­zenleyen nâzım etken; ilmi vasıta ve gelişmelere yardımcı; ruhu dinlendiren, tabii güzelliklerin, dinlendirici özelliklerin en saf kaynağı; tabii bir servet ve hazine...

Bilinen bilinmeyen fayda­ları ile bu tabii servetin ko­runması bir insanlık vazifesi ise, tahribi bir insanlık suçu­dur...

"Kaza" mı, "Kasıt" mı, "İhmal" mi, sorusunun ce­vabı ne olursa olsun, sonuç değişmez... Ormanın yakıl­ması, tahribi, bizi telâfisi mümkün olmayan kayıplara uğratacaktır...

Ecdadın "Yaş kesen, baş keser" sözü boşuna değil­dir...