Eskiden “Yaş kesen, baş keser”di. C. Hakk'ın verdiği başı alma hakla da ancak kendisinin olduğundan, kimsenin eli yaş kesmeye, baş kesmeye uzanamazdı.
Ne zaman bir orman yangını, katliâmı görsem, bu eski terbiyeyi düşünürüm.
Şimdilerde aile ve okulda bu terbiye veriliyor mu bilmiyorum, işim icabı her gün birçok insanla karşılaşırım. Lise mezununun bir dilekçe yazamadığını, yüksek okul mezununun meramını anlatamadığını çok gördüm. Ana kucağından başlayıp aile ve okulda kazanılması icabeden bize mahsus değerlerin, hayat prensiplerinin, muaşeret kurallarının, terbiye kaidelerinin çorumuzdan çocuğumuzdan her gün biraz dana uzaklaştığını üzülerek görmüyor muyuz? İşte onun için diyorum, yeni yetişenlere o eski ağaç-yeşil-tabiat sevgisi veriliyor mu bilmiyorum diye...
Her yıl bu mevsimde bir orman yangınıdır başlar. Muğla'da, Antalya'da, Milas'ta şu kadar yüz veya bin hektar koru, çam ormanı yandı diye, alevlerle çizilen bu milli felâket manzaraları bir matah gibi gösterilir, ilân edilir durur... Yanan, kül olan milli servete mi yanarsınız, bu milli servete, ilâhi san'ata kayan cahilliğe, hunharlığa mı, bilemez, kahrolur, görmemek için başınızı çevirininiz...
Son günlerde yine bir dizinin bölümleri gibi bu milli felâket, milli cehalet, milli ihmal, milli ihanet manzaraları birbiri arkasından gösterilmeye, ilân edilmeye başlandı. Kelaynak kuşları gibi antikleşmiş ve eşi az kalmış ormanlarımız, bakalım bu defa nereden ateşlenmiş diye içimiz titreyerek bekler olduk...
Hayrettir, bu yıl aynı mevsimde ve aynı günlerde bu orman yangını âfeti Yunanistan, İtalya, İspanya, Fransa, hattâ Birleşik Amerika'da da görülmeye başlandı. Aynı günlerde, aynı mevsimde... Niçin Bulgaristan'da değil de Yunanistan'da?.. Niçin Yugoslavya, Arnavutluk, Romanya'da değil de, İtalya, İspanya, Fransa'da diye sormaya kalmadan, tecrübeli uzman-eğitimci Kemalettin Erdil, "-Beynelmilel terör olmasın?" istifhamını ortaya ataverdi. Gülüp geçemedik...
İNSANLIK SUÇU
Ayhan Songar hocanın kulakları çınlasın... Bir ilmi tebliğde terör olaylarının psikolojik değerlendirilmesini yapmıştı...
Haklıydı: Klasik, romantik anarşi gerilerde kalmıştı. Anarşi artık tabandan, kendiliğinden oluşmuyor, bir yerlerden planlanıyordu. Anarşi terörle, terör anarşi ile eş manâlıydı artık... Bütün dünyayı hedef alıyordu. Maksadı, ayakta kalan ne varsa yıkmaktı. Arkasında büyük paralar, dev bütçeler, beynelmilel organizasyonlar vardı. Anarşi mimarları, terör mühendisleri yetiştiriliyor, hedef ve kurban milletlerin içerisine yerleştiriliyordu. Ekonomik sabotajlar; dikkatleri başka yerlere çekmek için uygulanan değişik planlar; halkı ürkütmek, korkutmak, bezdirmek, hipnotize etmek, devletten soğutmak, pasif-itaatkâr toplumlar icadetmek için alda gelmedik tatbikatlar, bu yeni terör anlayışının bilinen çehresi idi...
Erdil'in şüphesi doğru veya yanlış... Malûm olan şey, orman yangınlarının bir âmme günahı, insanlık suçu olduğu...
Orman yangınlarından doğan zararın boyutları çok geniş. Sadece gözümüze hoş görünen manzarayı kaybediyor değiliz. Gölgesinden veya kerestesinden mahrum kalmak da orman ve ağaç tahribinin zararlarını izaha kâfi değil...
Orman, Allah'ın insanlar için yarattığı külli nizamın bir parçası... Onu tahrip etmekle, evvelemirde bu nizam bozuluyor. İklim değişiyor. Kuraklık, kıtlık, açlık, ani sel baskınları, tabii âfetler birbirini kovalıyor. Bununla da kalmıyor. Tabiatın dengesi bozuluyor. Toprağı besleyen birtakım faydalı canlı ve hassalar azalırken, zararlılar kol gezer oluyor.
KORKUNÇ VARSAYIMLAR
Dahası ağaç-yeşil ve yeşillik, havayı süzen, temizleyen, tasfiye eden, karbon-dioksiti oksijene çeviren bir filtre, ilâhi ve esrarlı bir makina... Yeni icadlar, kullanılan kimyevî maddeler, ilâçlar, spreyler, fabrika bacaları, otomobil eksozları, tabii, gayrıtabii ateş ve ateşlemeler, hareket eden canlıların nefes alış-verişleri, hepsi hepsi durmadan karbondioksit salıyorlar... Şüphesiz bunlar tabiatta kalmıyor. Hava tabakasında birikiyor. Bu kirli birikintilerin iklimde bugün için farkedilemeyen çok mühim değişikliklere sebep olabileceği endişesi mevcut... Güneşin ısıtıcı ışınlarının dünyaya nüfuz edememesi sonunda arzımızın giderek soğuması veya tam aksine bir sera durumu hasıl olup korkunç bir sıcaklığın hâkim olması, bu korkunun hipotezleri... Hattâ daha da ileri gidiliyor. Yeryüzünü kaplayan hava tabakasını bir elektrik mıknatısıyeti ile birbirine bağlayan zarfın (ozon tabakasının) bu zehirli birikimle yırtılabileceği, bu sebepten de yeryüzünün havasının bir an içinde boşalıp kaybolabileceği; insanlığın bu suretle yokolabilecegi varsayımı öne sürülüyor. Orman alanlarını yoketmekle, kirli havayı temizleyen bu ilâhi makinayı tahrip ediyoruz.
Uzmanların bu görüşleri doğru da olabilir, yanlış da... Doğruluğu veya yanlışlığı en azından bugün bilinmiyor. O halde, haylaz bir çocuğun; tarlada bulduğu paslı bir mayınla oynaması gibi, bilmediğimiz tehlikelerle oynuyoruz...
Doğru olan şu ki; ağaç, orman, yeşil bitki örtüsü, bizim bildiğimiz bilmediğimiz esrarlarla dolu... Ağaç, vazgeçilmez hammadde; bizi ısıtan kadim yakacak; toprağı tutan, koruyan, zenginleştiren değer; iklimi düzenleyen nâzım etken; ilmi vasıta ve gelişmelere yardımcı; ruhu dinlendiren, tabii güzelliklerin, dinlendirici özelliklerin en saf kaynağı; tabii bir servet ve hazine...
Bilinen bilinmeyen faydaları ile bu tabii servetin korunması bir insanlık vazifesi ise, tahribi bir insanlık suçudur...
"Kaza" mı, "Kasıt" mı, "İhmal" mi, sorusunun cevabı ne olursa olsun, sonuç değişmez... Ormanın yakılması, tahribi, bizi telâfisi mümkün olmayan kayıplara uğratacaktır...
Ecdadın "Yaş kesen, baş keser" sözü boşuna değildir...