Taha Akyol, 3 Ağustos 1985 tarihli TERCÜMAN'da ilim ve teknikte meydana gelen gelişmeleri, bu gelişmelerin pratik hayata uygulanmasından doğan yeni işgücü ve istihdam değişikliklerini gündeme getirdi.
Sayın Akyolun belirttiğine göre, "yeni bir çağ"a girmişiz. Bizim gibi ülkeler "tarım" ülkesi olarak mı kalalım, "sanayi" ülkesi mi olalım, tartışması yaparken, eloğlu "sanayi ötesi" çağa, "bilgi" ve "bilgisayar" çağına geçmiş bile...
Artık kol gücünün yerini kafa gücü, bilgi gücü alıyor. Döviz kaynaklarını, dışarıya vasıfsız işçi ihracına bağlayan ülkeler için alarm çoktan çalmış. Zira sanayide insanın yerini bilgisayarlar, mikroelektronik cihazlar almaya başlamış. F. Almanya bu suretle %14.5'lik bir istihdam tasarrufu sağlarken, istihsalim %13.5 arttırmış. Yani yüz işçiden 15'ini işten çıkarmış. Onların işini bu makinelere yaptırmış. Kazancı %14 kadarmış... Dahası, önümüzdeki yıllarda bütün büro hizmetlerinin %43'ü bu istikamette standardize edilecek, %25-30'u otomatikleştirilecekmiş... Bir firma bunu zamanlamış, planlamış... Bu uygulama, gerçekleştiğinde %80'e kadar varan istihdam tasarrufu beklendiği ifade ediliyor. Bu da, kol gücüne dayalı işyerlerindeki her 100 işçiden 80'ine yol verilmesi demek...
Ancak, bu yeni teknik ve gelişmelerin bilgiye dayanan sektörlerde yeni istihdam imkânları doğuracağı da muhakkak. Nitekim Amerika Birleşik Devletleri'nde 1970-1978 yıllarında bu yeni teknik ve bilgilere dayalı sahalarda işgücü talebi %60’a yakın artmış.
O HALDE
O halde istihdam, işsizliğin giderilmesi, daha önemlisi millî eğitim politikamızda köklü anlayış değişikliklerine ihtiyacımız var. 3 Ağustos 1985 Cumartesi günü Devlet Bakanı Sayın M. Tınaz Titiz'i televizyonda dinlerken, işsizliğin giderilmesi tedbirleri konusunda, bu yeni tekniklerden haberdar bulunulduğunu memnuniyetle gördük. Ancak bu, problemin sadece işgücü-istihdam politikası yönü...
İlim ve teknik bir bütün... Bu gelişmelere ayak uyduramazsak, sadece işsize iş bulma bakımından değil, hayatımızı idame ettirme, kendi kendimizi savunma, millet ve devlet olarak ayakta kalabilme imkânları açısından çıkmazlara girebiliriz.
Bunlar, müsbet ilmin teknolojiye uygulanmasından doğan gelişmeler... Bir de ilim anlayışında, ilmin yapısı, meydana gelişi, muhtevası üzerinde gelişmeler var. Mutlak determinist, mekanist felsefeye dayah 19'uncu yüzyıl pozitivizmi Batı'da sarsılmış. Müsbet ilimlerin muhtevası hakkında yeni arayışlar, anlayışlar Ortaya çıkmış...
Hani 19'uncu yüzyıl ilim anlayışına "pozitivizm" hâkim olmuştu... Tabiatta mutlak bir determinizm var deniliyordu. Bu anlayış o kadar ileri götürüldü ki ahlâkın da, dinin de, sanatın da tabiata hâkim bu determinist-mekanist kanunlarla yeniden kurulabileceği savunuldu. Böylece tabii-ilmi kanunlara bağlı yeni bir ahlâk, yeni bir din, yeni bir sanat meydana getirilebileceği ileri sürüldü.
Ernest Renan "-Yarının amentüsünü ilim yazacak" dedi. Laplace "-Bin yıl sonra kâinatın herhangi bir yerinde ne olabileceğini şimdiden tayin etmek mümkündür" iddiasını savundu. Bu anlayış, bize dînî inançları, kadîm ahlâk prensiplerini temelinden sarsan bir sert rüzgâr olarak girdi. Okul kitaplarında, yeniliklere hevesli ilim çevrelerinde, aydın ve genç kesimlerde yüz yılı aşan bir süredir, buna dayalı inkâr artmaları esiyor. Bizi zaman zaman sert muhtıralara, askerî müdahalelere kadar götüren içtimai ve siyasî sarsıntıların temelinde, kanaatımca, inançları sarsan bu inkâr fırtınası var... Zira bu sarsıntılar, temelde bir millî kültür problemine dayanmaktadır.
YENİ ANLAYIŞ
Konuyu Muhammed Sarıtaş Süleyman Hayri Bolay'a sormuş... Doç. Dr. S. Hayri Bolay, meseleyi bütün boyutları ile ele almış ve cevaplandırmış... Yazarlar Birliği'nin 1985 Türkiye Kültür ve Sanat Yıllığı'nda yayınlanan bu ilmî sohbeti okumalarını okuyucularıma tavsiye ediyorum.
Sayın Bolay'dan öğrendiğimize göre, Batı'da, din, ahlâk ve sanata, bizim değişmez gerçek olarak gördüğümüz ilmî kanuniyetlere bağlama anlayışı kabul görmemiş. Dahası, tabiat kanunlarında zarûrîlik, değişmez gerçekçilik bulunduğu kanaati bile değişmiş...
Emile Boutroux, Pierre Duhem, Louis Couturat, G. Mihaud, Bergson, Maurice Blondel, Henri Poincarre, Edovard le Roi, tabiat ilimlerinin tabulaştırılmasına, değişmez gerçek olduğuna karşı çıkmışlar.
Boutroux matematik, mekanik, fizik, kimya, biyoloiji, fizyoloji, zooloji, psikoloji ve sosyolojinin yapılarını incelemiş... Tabiat ilimlerinin ve onların bulduğu kanunların zorunlu olamayacağı sonucuna varmış..."-Biz tabiattaki değişiklikleri anında göremeyiz. Belki yüzyıllar sonra farkederiz. O halde burada değişmezlikten ve kanuniyetten söz edemeyiz" demiş... Tabiat ilimlerindeki kanunları incelemiş, onların zaaf noktalarını tesbit etmiş. Hücrenin yapısına girmiş. Burada insanlar tarafından yakalanamayan birtakım değişiklikler ve akıl zorlayan kodlamalar bulmuş... Görünmeyen bir el tarafından gerçekleştirilen, aklın kavrayamayacağı kodlama ve planlamalar...
Heisenberg, atomun iç alemindeki belirsizliği görmüş... Elektronun hızını tesbit edeceğiz derken yerini, yerini tesbit edeceğiz derken hızını kaybediyoruz demiş. Görünmeyen "el"i o da görmüş...
Pierre Duhem, fizik ilminin bulduğu kanunlara mutlak surette bağlanılamayacağını ortaya koymuş. Bu konuda 10 ciltlik dev bir külliyat meydana getirmiş...
Biyolojik, fizyolojik, psikolojik, sosyolojik âlemde gözden kaçan çok şeyler olduğu anlaşılmış ve buradan inkâra değil, bir yaratıcının varlığına gidilmekte olduğu ortaya çıkmış..
Bunlar müsbet ilmin inkârı değil şüphesiz. Aksine, müsbet ilimcilerin yöneldikleri yeni bir ilim anlayışı, insanlığı, kâinatın tek sahibi Allah-ı Zülcelâl'e inanmaya götürecek yeni ilmî veriler.
Bu yeni ilmî gelişmeler bize de gelecek, şüphesiz ama bakalım ne zaman?