Meslek ahlâkı, her mesleğe mahsus "iç disiplini"dir. Hem davranışları, hem niyet ve düşünceyi ifade eder. Düşünce "fiil"e inkılâp etmedikçe mes'uliyet doğmaz. Fakat hep iyi şeyler düşünen, niyeti sâlih olanlara da ahlâki fazilet izafe edilir. Tecziye fiiledir ama, mükâfat hem fiile, hem düşünce ve niyetedir. Bu, genel ahlâkın meslek ahlâkını da içine alan umumi kaidelerindendir.
Meslek ahlâkı, genel ahlâkın bir bölümüdür. Her meslek sahibi, mesleğinin icabettirdiği ihtimamı, diğergâmlığı, fedâkârlığı gösterirse, meslek ahlâkına sahiptir denir...
Meslek ahlâkına, çeşitli branşlardan misaller verilir. "Fatih Camii müezzini" bu konuda yaygın bir örnektir. İşine o kadar sâdık, işinden o kadar feyz alıyormuş ki, mihrabtan eşiğe kadar süpürdüğü tozları, 34 yıl süren meslek hayatı boyunca atmamış, torbalara koyarak biriktirmiş... "-Bunlar, hayatımın en büyük serveti" dermiş... Mihrabı, minberi, kürsüyü, halıyı, kilimi, kapıyı, bacayı temizlerken, işine böylesine dikkat ve ihtimam gösterirmiş... Eli, yüzü, elbise ve kıyafeti de tertemizmiş... Cemaatının hastasına, sağına koşar, dargınları barıştırır, cuma ve bayram gününü birer dayanışma günü haline getirirmiş... Bu temizlik, disiplin ve maneviyattır ki, "müezzin efendi"nin muvazzaf olduğu 34 yıl boyunca koca mabed müminlerle dolup taşmış... Bugün bütün cami görevlilerimiz bu gayret ve disipline sahip bulunsalar, cemiyet hangi ahlâkî seviyede olurdu? Doğrusu düşünmeye değer...
Doktorların bir "Hipokrat Yemini" var. Her doktor, doktorluk kisvesini giymeden önce, hastasının sağlığını her şeyin üstünde tutacağına, sırlarını kimseye ifşa etmeyeceğine, meslek ahlâkını şahsi çıkarlarının üstünde tutacağına yemin eder. Doktorunun bu yemine sadık kaldığını bilen hangi hasta salâh bulmaz?
Öğretmen, avukat, hâkim, profesör, gazeteci, esnaf ve nicelerinin sadâkat yemini yaptıklar mı, yeminlerine, sadâkat gösterdiklerini bir bilsek, hangi içtimaî sancımız kalırdı?
Fatih Camii müezzini gibi, örnek öğretmen, avukat, hâkim, profesör, gazeteci, esnaf nice meslek fedaisi elbette var... Bir Ali Yılmaz öğretmenimiz vardı. İlkokul öğretmenimiz... Bizi 7 yaşında teslim aldı, ilkokulu bitirinceye kadar 5 yıl boyunca sadece okuma-yazmayı, 4 işlemi ve çarpım cetvelini değil, mendil kullanmayı, çorap giymeyi, yemek ve muaşeret âdabını her şeyi, her şeyi o öğretti. Bayrak törenlerini hâlâ hatırlarım: Bayrağa, İstiklâl Marşı'na milli bir veca ve heyecanla saygısını... Bizdeki "bayrak" sevgisi, yurt sevgisi, milii duygu ve heyecan, iste o günlerde Ali Yılmaz öğretmenin ruhumuza bir nakış gibi işlediği o imanın eseri... Yakamız açılınca eli ile kapatan, alnımız terleyince mendili ile silen, bizi hasta görünce gözleri dolan Ali Yılmaz öğretmenimizin.
Ankara'nın Ballıbaba Sokağı'nda bir "Titiz Amca" vardı. Birkaç ay önce kaybettik. Buzdolabı, çamaşır makinesi başta olmak üzere anahtar, kapı, musluk, bir evde demirbaş olarak tamire muhtaç ne varsa ona emanetti... Eline âlet-edevatını alır, çağırıldığı her eve aheste aheste gelir, ücret lâfı etmez, işini bitirince, herkesin seviyesine göre bir de hal-hatır sorar, sohbet ederdi. Sokakta oynayan çocuklara karıştığını, oyunlarında onlara hakemlik yaptığını görürdük.
BASIN AHLÂKI
Basın ahlâkı, meslek ahlâkı cümlesinden bir ulvî prensiptir. Gazetecinin vazifesi haberi eğipbükmeden, namusluca okuyucuya ulaştırmaktır. Haber namusu, gazetecinin namusudur.
"Kamuoyu oluşturmak" diye de bir gazetecilik tabiri var. Kamuoyu oluşturmak gazetecinin vazifesi mi, değil mi, tartışması her zaman yapılmıştır. Burada o konuya girmeyeceğim. Ancak "Kamuoyu oluşturmak için her şey mubahtır" anlayışı, ideolojik gazetecilik demektir. Haber namusu, gazetecilik ahlâkı işte burada ortaya çıkar. "Kamuoyu oluşturmak" için bile haber namusundan, gazetecilik ahlâkından ayrılmamak... "Sırat köprüsü"nde yürümek kadar zor olan, işte budur!
Bir olaya "haber niteliği" kazandırabilmek için gazeteci olarak kendinizden bir şeyler katarsanız, o olay sapar... Bu yüzden nice temiz nâsıyeler karalanmış, nice iyi-niyetler küstürülmüş, nice gayretler ürkütülmüş, hatta nice ocaklar söndürülmüştür.
Ben son günlerde böyle bir olay yaşadım. Bir ilmî sempozyumda, bir hassas konuda, tamamen yapıcı, devlet-millet bütünlüğünü hedef alan bir "tebliğ" sundum. Bazı gazeteler, özellikle "ciddiyet" görüntüsü galip bir gazete, olayı öylesine çarpıttı, kamuoyunu rahatsız eden bazı konularla öylesine irtibatlandırdı ki, tebliğin sahibi olan ben bile, kendi kendimden şüpheye düştüm, metni yeniden defalarca okumak, içinde istismara müsait başka nereler var diye aramak zorunda kaldım... Yaptığım iyi-niyetli açıklamanın da aynı gazetece çarptırıldığını görünce, doğrusu "pes etmek" zorunda kaldım., öyle ya, onun elinde "gazete" gibi, -yaygın deyimle- hükümetler kuran, hükümetler yıkan güçlü bîr silâh; benim de üzerimde bir "itibâr müessesesi" olarak muhafazası mecburi, hassas bir kuruluşun adı ve şifahi var... "Meslek ahlâkı" sadece din adamı, öğretmen değil, gazetecisinden esnafına kadar, herkesin sahip olması gereken bir fazilet...
Millet olarak bizi ancak o dürüstlük adam eder...