Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
BULGAR MÜFTÜSÜ - 3 Ocak 1986

Bu iki kelimeyi yan-yana getirdiğim için oku­yucularımdan, İslâm tari­hinden ve cümle Müslümanlar'dan özür dilerim. "Müftilik" gibi, İslâm ta­rihinde, İslâm fıkhında, İslâm dünyasında yeri olan, saygı duyulan bir müesseseyi; sadece Türki­ye'ye ve Müslümanlar'a değil, asıl tarihe ve vic­danlarına karşı da suçlu durumda bulunan cibilli­yetsiz bir yönetimin adı ile yanyana getirmek, bel­ki de eşi görülmemiş bir gariplik... "Kilise-imam", “cami-papaz” deyimleri gibi... Bundan daha gari­bini 27 Aralık tarihli TERCÜMAN'da okuduk “Sofya müftüsü” meğer Bulgar gizli servis ajanı imiş... 37 yıldır Bulgar gizli servisi hesabına ça­lışırmış... Sadece “müftü­lükü” değil, "Müslümanlık"ı bile sahte imiş... Cu­ma günü camiye, cumar­tesi günü havra'ya, pazar günü de kiliseye gidecek cinsten bir sahtekâr...

Henüz 20 yaşında iken Bulgar İstihbarat Servisi DS (Dırjaven Sigornist) tavafından satın alınmış... Özel olarak yetiştirildik­ten sonra, Bulgaristan Dı­şişleri Bakanlığı ve Mez­hepler Komitesi onu " başmüftü" ilân etmiş...Bul­garistan, Türkçe konuş­ma yasağını ol kişi ile baş­latmış... imamlık imti­hanlarında adayları Bul­garca konuşmaya zorlar, kendisi de Bulgarca konuşurmuş... İtikat itibariyle talim inançlarına değil, "materyalist felsefe"ye bağlı imiş... Nitekim al­kollü olarak namaz kıldı­rır, hacca giderken bile yanında alkol götürürmüş... Hattâ İslam'ın kıblegâhı olan kutsal "Kâbe"ye saygısızlık ve haka­ret ettiği tesbit edilmiş...

Son asimilâsyon uygu­lamalarında adını kendi isteği (!) ile "MİRAN" olarak değiştirmiş; Müslüman-Türk evlerini ba­san Bulgar muvazzafları­nın önüne düşerek onlara yol göstermiş...

BİR TALİHSİZLİK

"Müftü" kılığındaki bu adamı ben 1978 yılında tanıma talihsizliğine uğ­radım. 1978 yılında, Sov­yetler Birliği sınırlan içe­risinde kalmış bulunan Müslüman-Türk bölgele­rine bir seyahatim olmuş­tu. "ORTA ASYA VE KAZAKİSTAN MÜSLÜ­MANLARI DİNÎ İDA­RESİ"nin daveti Üzerine Özbekistan başşehri Taş­kent'e gitmiştik. İran, Irak, Lübnan, Ürdün, Tu­nus, Kuveyt, Hindistan, Japonya temsilcileriyle birlikte "Bulgaristan Müs­lümanları" temsilcisi ola­rak bu kişi de vardı. Özbe­kistan'ın Taşkent, Ferğana, Merğınan, Semerkant, Tacikistan'ın Düşembe, Azerbaycan'ın Bakü şe­hirleriyle Sovyet başşehri Moskova'da 13 gün sü­reyle beraber olduk... O zaman adı “MEHMET” idi. Şimdi "MİRAN" ol­muş ve ismi ile musemma hale gelmiş...

13 gün boyunca 27 mi­safir, 40 yerli mihmandar arasında hep bizimle bera­ber oldu. Zira Arapça ve orada geçerli başka lisan bilmezdi.. Hocalığı da yoktu. Bunu ilk karşılaş­mamızda anlamıştık. Zira önüne her gelene adeta kendisinin de Müslüman olduğunu isbat mecburi­yetiyle yüksek sesle "ESSELÂMÜN-ALEYKÜM" der, istihza ile kar­şılanırdı... Bir gün kendi­sine selâmı yanlış verdi­ğini; ya "ESSELÂMÜ-ALEYKÜM" veya "SELÂMÜN-ALEYKÜM" demesi gerektiğini; bir ke­limenin hem "Ma'rife", hem "Nekre" olmasının mümkün bulunmadığını uzun uzun anlatmaya ça­lıştım. Boşuna emek çek­mişim... Zira hem, "Ma'rife-nekre" gibi Arapça ta­birleri anlamadı, hem yan­lışını düzeltmeyi başara­madı. Oyle alışmıştı... Se­yahat boyunca, bir "başmüftü" olarak selâmı hep yanlış telâffuz etmek­ten, bu sebeple de istihza edilmekten kurtulamadı...

HÜKÜMET KOMİSERİ

Dinî konuları konuş­maktan hep kaçardı. Zira bilmezdi.. Günlük normal kıyafetinin üzerine, ba­şına acemice sarılmış bir sarıkla fes oturtmuştu, o kadar... Yedeğini getirmediği için, Sovyet sınırları içerisinde 21 bin kilomet­reyi bulan seyahatimiz es­nasında kirlenen iğreti bir sarık-fes...

Davet konusu kongrede herkes gibi o da bir "teb­liğ" sunmaya kalktı. Türkçe olarak sunduğu tebliğine. "Bulgaristan halklarının selâmı"nı sun­makla başladı. Müslü­man-Türk azınlığı olarak Bulgar yönetiminden faz­lasıyla memnun bulun­duklarını ifade etti. Bul­garistan idaresinin, İs­lâmi geleneklere saygı gösterdiğinden, İslâmî-dini müesseseleri ayakta tutmaya çalıştığından dem vurdu... Propaganda­ya dayalı bu yalanlarını o kadar uzattı ki, kendisini dinleyen kalmadı. O konuşurken salon ikili-üçlü-beşli sohbet yerine dön­dü... Kendisi de bunun farkına vardı ama, Sofya’dan aldığı anlaşılan emir üzerine, sıkıcı tebliğini kan-ter içerisinde bitirinceye kadar bil-mecburiye okudu...

Peygamberimiz Efendimiz hakkında "Teaddüd-ü zevcât"ı bahane ederek saygısızca konuştuğunu, Türkiye'den beraber gitti­ğimiz Halil SEVGİN ar­kadaşım, Düşembe'de bana intikal ettirdi Taci­kistan başşehrinde, Dü­şembe Irmağı kenarında {bir piknikte idik. Ağzını yokladım, gerçekten İslâ­miyet hakkında terbiyesiz lâflar ediyordu. Bunu an­ladıktan sonra, fırsat bul­dukça ve başbaşa kaldık­ça kendisini ilzam et­meye, sıkıştırmaya, acze düşürmeye başladık. Çok kötü durumlarda kaldı. Kendisini bizden başka duyan olup olmadığım korku ve şüphe ile iyice kontrol ettikten sonra bize bazı itiraflarda da bu­lundu. Bu itiraflardan an­ladık ki, kendisi ciddî bir din eğitimi görmemiş... 2 yıllık öğretmen okulu me­zunu imiş... Anlaşılan, bir "hükümet komiseri" olarak "baş müftülük" maka­mına getirtilip oturtul­muş. Mecbur Kalmadıkça namaz kılmadığı da her­kesin dikkatini çekmişti.

İşte, "Bulgaristan Türkleri isimlerini kendi istekleriyle değiştirdiler" diye beynelmilel kuruluşlara mektuplar yazan, dünya basınına beyanat­lar veren baş müftü (!) Mİ­RAN, böyle bîr ucube...

Yusuf Ziyaeddin, Mustafa Hayri, Ali Rıza Hocazade, Emrullah Efendi, Osman Seyfullah gibi âlimler yetiştiren Balkan Türklüğü'nün başına Mİ­RAN gibi bir "başmüftü" getirilmesi ne acı!..

Bulgar zulmünden bile acı!...