“Kaht-ı rical” yetişmiş insan kıtlığı demektir. Kuraklık veya başka bir sebepten doğan kıtlık gibi, yetişmiş insan azlığı, yetersizliği, hattâ yokluğu...
Türkiye'de insan yetiştirme açısından bir kuraklık, kıtlık dönemi mi yaşadık, takdirini okuyucularıma bırakıyorum. 17'nci yüzyılda başlayan "Duraklama", müteakip yüzyılda yakamızı bir türlü bırakmayan "Gerileme", 19'uncu yüzyılda bir taklit, kendinden kaçma, yabancıya özenme hastakğına dönüştü. Ardından gelen uzun harp yılları, alışık olmadığımız siyasî mağlûbiyetler, ıslahat veya reform adı verilen deneme, çözülme devirleri hep bu kendinden kaçmayı hızlandıran faktörler oldu.
İstiklâl silkinişi sonundaki milli zafer bir moral, bir dirilme olmuşsa da, bu silkinişi de müstakar bir tırmanmaya, yükselmeye dönüştüremediğimiz muhakkak...
"Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan?" Tavuk yumurtadan, yumurta tavuktan... işte onun gibi, bu siyasî-ideolojik gelişmeler kaliteli insan yetiştirmeyi, muhtevalı insan yetiştirememek de bu siyasî-ideolojik çalkantıları doğurdu...Sonunda bugünkü "Kaht-ı rical" dönemine geldik.
Alman kalkınma hamlesi nasıl başarıldı? Bunu Krupp fabrikaları müdürüne sormuşlar: "—2'nci Cihan Harbi sonunda Almanya'da taş-taş üstünde kalmadı. Şimdi ise Alman ekonomisi Avrupa'da başı çekiyor. Çeyrek yüzyıldan daha az bir zamanda kazanılan bu başarının sırrı acaba nedir?"... Cevap, kalkınmak,yükselmek isteyen her millet için değişmez bir prensibi ortaya koyuyor: "Almanya'da taş-taş üstünde kalmadığı doğru... Fabrikalarımız yıkıldı, işyerlerimiz dağıldı, düzenimiz bozuldu. Fakat elimizde yetişmiş insan unsuru vardı. Kısa zamanda kalkınmamızı bu yetişmiş insan unsuruna borçluyuz". Böyle diyor... Japon kalkınmasını araştırırsanız, orada da aynı cevapları, aynı unsurları bulursunuz...
Her milletin çözmek zorunda olduğu ilk ve en büyük problemi, bu "insan yetiştirme" problemidir. Onları önce asgarî müştereklerde birleştirmek; bilâhare azamî müştereklere tırmandırmak, eskilerin "insan-ı kâmil" dedikleri uyumlu nesiller oluşturmak...
1985'in son günlerinde merhum Mümtaz TURHAN'ı anarken bunları düşündük. Mümtaz TURHAN, Nurettin TOPÇU bize yakın günlerde yaşadılar. Şiir ve tefekkürde Yahya Kemal, Arif Nihat, Necip Fazıl da öyle... Ara ki bulasın! Hepsi de, son istiklâl dirilişini müstakar bir yükselme çizgisine sokmaya çalışanlardan.... Bunun inkisariyle gidenlerden...
Sosyal bünye bileşik kaplar gibidir. Bir yerde çözülme başladı mı, millî bünyenin diğer kesimlerini mutlaka etkiler. Üniversite, basın, idare, iktisat, siyaset, hattâ spora bir bakın... İstikrarda da, istikrarsızlıkta da hepsi atbaşı... Zira bunların cümlesinin arkasında, hepsini kucaklayan bir "millî moral", kendine güvenme, kendini tanıma psikolojisi var... Bizde noksan olan işte bu!..
Aslında her devirde iyi-niyetli çabalar olmuştur. Fakat topu kaleye sokacak son vuruşu bir türlü yapamıyoruz. Sebebi, işte bu "millî moralite yokluğu"...
"Batı" diyoruz... Batı’da siyasî, kültürel, iktisadî her sosyal davranışın arkasında "üniversite" ve şahsiyetli bir fikir potansiyeli var... Siyasî tavır, ekonomik model, kültürel tedbir...hepsinin temelinde... Normlarını millî bünyeden alan...Kendi kültür ortamında beslenip yeşertilen... Onların da arkasında temelli, tutarlı bir "ilim zihniyeti" mevcut...
Bir Şevket Raşit, Remzi Oğuz, Mümtaz Turhan, Nurettin Topçu, Erol Güngör arayışımız bundan...
Hasan Tahsin, Sütçü İmam, A.Hulûsi Efendi bir devirde her biri millî ruhu ayakta tutan sembol insanlar... Sadece o veya öbürü değil... Gözaltındaki İstanbul'dan kopup Anadolu'yu teşkilâtlandırmaya koşan Gazi Kumandan da; kalemi-yazıyı bırakıp tetiğe sarılan da; dinî kisveyi çıkarıp kılıç kuşanan da hepsi aynı ruh... Bileşik kaplar gibi.. Zira 7'den 70'e bütün bîr millet, garazsız-ivazsız aynı ruha sahip...
Şimdi onu da mı kaybettik? Üniversite, idare, basın, gençlik, kamuoyu ne âlemde?... Sosyal olaylarda, ilk şart denilen "millî moral", "millî şahsiyet" halka bir millî şuurla pompalanabiliyor mu?..
Farkında mısınız bilmiyorum: Yakın yıllara kadar güreşte, futbolda bile adımız vardı... Çağ ilerliyor... İlimde, sporda her gün yeni rekorlar kırılıyor. Bizde, her fırsatta karalamaya yeltendiğimiz eskinin rekorları olsun niçin kırılmaz?
Kırılmaz... Zira bir millette çözülme bir başladı mı, artık millî başarıları ayakta tutamazsınız... Bu bir toplu moraldir ki, içtimaî hâdiselerin dizginleri onun elindedir...
Bir ülkede "üniversite" henüz oturmamış; "basın" kapkaççı; idare istikrarsız; "kamuoyu" şahsiyetsiz ise, bunlar "kaht-ı ricâl"in kaçınılmaz sonuçlandır.
İstemeseniz de katlanacaksınız.