Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
MUKADDESAT KORUNACAK MI? - 31 Ocak 1986

Mukaddesatın  kanunla   korunması safhasına mı geldik?" Soru üzerinde doğrusu ciddi­yetle durulmaya değer.

"Dinî hissiyatı tezyif" suçu, Türk Ceza Kanunu'nun 175/3 maddesinde za­ten mevcuttu. Ancak ka­nun bu suçu sadece "neş­riyat" yoluyla işlendiği takdirde cezalandırıyor­du. Niçin sadece "neşriyat"? Dinî hissiyatı ko­ruyacaksak, fail bu suçu neşriyattan başka vasıta­larla işleyemez mi idi?. Neşriyat yoluyla işlendiği takdirde cezalandırdığı­mız fiilî, konferans, nu­tuk, sinema, tiyatro veya başka -vasıtalarla işlendi­ği takdirde niçin cezalan­dırmıyorduk?..

Kanunlar ihtiyaçlardan doğar. Nitekim Türk Ceza Kanunu'nun 175/3 mad­desinde yeralan yukarıda­ki ceza hükmü, kanunun ilk şeklinde yoktu. Zira me'haz İtalyan Ceza Kanunu'nda yeralmıyordu. Mahallî-millî ihtiyaç ve temayüller bunu gerektir­di, Türkiye Büyük Millet Mecüsi'nce sonradan ilâ­ve ve tedvin edildi.

9 Ocak 1986 tarihinde kabul edilen son değişikliklerle ise, mukaddesatın korunmasıyla ilgili olarak. Türk Ceza Kanunu'na yeni ve ileri hükümler getirildi.  

ÖZEL MAKSAT

Türk Ceza Kanunu'nun 175/1'inci maddesinde "dini işlerin, ibadet ve âyinin icrasını men ve ih­lâl" fiili cezalandınhyor­du. Fakat bu, o dini "tah­kir kastı" gibi özel bir maksada bağlanmıştı. "Kasıt" sübjektif ve de-rûnî bir olaydır, tsbatı ise hemen hemen imkânsız­dır. İşte bu isbat güçlüğü sebebiyle madde işletile-miyor, açılan dâvalar so­nuçsuz kalıyordu. Şimdi isbatı zor, hattâ imkânsız olan bu sübjektif unsur kaldırıldı. "Dinî işlerin, ibadet ve âyinin yapılma­sını men ve ihlâl edenle­rin tecziyesi öngörüldü. Şüphesiz "men" ve "ih­lâl" kastı yine aranacak... Fakat önceki hükümde ol­duğu gibi, men ve ihlâl kastına ilâve olarak bir de "dini tahkir maksadı" şeklinde mücerred ve müphem bir unsurun pe­şine düşülmeyecek...

YENİ HÜKÜMLER

Son değişiklikle yeni fiiller, yeni cezalar da ge­tirildi. Şöyle:

"Her kim Allah'a, se­mavî dinlerden, bu dinle­rin peygamberlerinden, mukaddes kitaplarından veya mezheplerinden bi­rine hakaret ederse; bir kimseyi dinî inançlarından, mensup olduğu dinin emirlerini yerine getirme­sinden veya yasaklarından kaçınmasından dola­yı kınar, tezyif veya tah­kir eder, yahut alaya alır­sa cezalandırılır."

Burada, mukaddesata hakaret ve bir kimseyi dinî inanç ve ibadetinden dolayı kınama olayı cezaî müeyyideye bağlanmış­tır.

Malûm, T.C. Anayasası'nın 24'üncü maddesin­de, "Kimse dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kı­nanamaz ve suçlanamaz" diye bir güzel hüküm var. Fakat bu hüküm, bu son değişikliğe kadar doğrusu havada kalıyordu. Şimdi, cezaî müeyyidesi bulun­mayan, bu suretle havada kalan bir Anayasa hük­mü, cezaî bir teminata ka­vuşturuldu.

176'ncı maddede "Din görevlilerini, 177'nci mad­dede de ibadethane ve müştemilâtını koruyan hükümler" getirildi.

"—Allah'ın veya sema­vî dinlerin ceza hükümle­riyle korunmaya ihtiyacı mı var?" diye bir itiraz yapılabilir. Nitekim yapı­lıyor da... Dikkat edilirse, burada korunmaya alınan -hâşâ- C.Hak değildir. Bir dine inanan insanların dinî duyguları, inanç ve kanaatleridir. Hiç kimse, uğrunda şehid, gazi olu­nan kutsal duygulara sal­dırma yetkisini kendinde bulmamalıdır. "Kimsenin, başkasının mukaddes saydığı şeylere müteallik saygı duygusunu rencide etmeye hakkı olamaz. (Prof. Dr. F. EREM: Ceza H.Hususi H.-C.l, sh. 167)".       

EMSAL KANUNLAR

Sohbetimin başında "Mukaddesatın kanun­la korunması safhasına mı geldik?" diye sormuştum. Soru, İslâm tarihinden bir olayı hatırlatıyor: "—Beytü'l-mâl (Hazine)in kapısına bir kilit taksak?" diye Hz. Ömer (R)e başvurulmuş... Bu olay, Halife'yi fevkalâde renci­de etmiş... "-Demek be­nim hilâfetimde devlet hazinesi ancak kilit altın­da muhafaza edilebilecek öyle mi?" diye uzun uzun düşünmüş, ağlamış... Şimdi sadece hazine de­ğil, her kıymetli şey, kırıl­maz kasalar, şifreli anah­tarlar ve başka özel mu­hafaza tedbirleriyle koru­nuyor... Demek, kişilerin dinî hissiyatı, kendine ait düşünce ve kanaatları da öyle... Yeni tedbirlerle ko­runmaya alınmış...

Bu ihtiyaç sadece bizde hissedilmiş değil... Emsal kanunlarda da var. İtal­yan Ceza Kanunu 1889'da kabul edilmiş. Mukadde­satın ve dinî hissiyatın korunmasıyla ilgili bir hü­küm taşımıyormuş. Fakat zamanla şartlar değişmiş. 1930 yılında, yani kabul edildikten 40 yıl sonra, İtalyan Ceza Kanunu'nda değişiklik yapılmış: "Ulûhiyete, devletin resmî di­ninin timsallerine, bu din­de tazim edilen kimse­lere tahkir edici sözlerle küfretme hali" cezai mü­eyyideye bağlanmış.Aynı değişiklik, 1953 tarihinde Alman Ceza Kanunu'nda da yapılmış: "Her kim Allah'a karşı alenen küfürle hitab ede­rek rezalet çıkarır; dini müesseseleri, dinî mera­simleri alenen tahkir eder; kilise veya dinî topluluğa ayrılan bir yerde tahkir edici fiiller işlerse" ceza­landırılır, hükmü getirilmiş.

Benzer bir hüküm İs­viçre Ceza Kanunu'na da konulmuş.

Avrupa'dan bazı şeyler erken gelir, bazıları ise geç... Görüldüğü gibi, bu da geç gelenlerden...

Türk milleti, mukadde­satına her milletten daha çok bağlılık gösteren bir millet. Kanunlar, toplu­mun örf ve âdetlerine, ma­nevî inançlarına, gelenek­lerine, teamüllerine, ah­lâkî değerlerine uygunsa yaşarlar.

Mukaddesatın korun­masıyla ilgili son değişik­lik, bu konuda müsbet bir adım olmuştur. Kutlamaya değer…