Mukaddesatın kanunla korunması safhasına mı geldik?" Soru üzerinde doğrusu ciddiyetle durulmaya değer.
"Dinî hissiyatı tezyif" suçu, Türk Ceza Kanunu'nun 175/3 maddesinde zaten mevcuttu. Ancak kanun bu suçu sadece "neşriyat" yoluyla işlendiği takdirde cezalandırıyordu. Niçin sadece "neşriyat"? Dinî hissiyatı koruyacaksak, fail bu suçu neşriyattan başka vasıtalarla işleyemez mi idi?. Neşriyat yoluyla işlendiği takdirde cezalandırdığımız fiilî, konferans, nutuk, sinema, tiyatro veya başka -vasıtalarla işlendiği takdirde niçin cezalandırmıyorduk?..
Kanunlar ihtiyaçlardan doğar. Nitekim Türk Ceza Kanunu'nun 175/3 maddesinde yeralan yukarıdaki ceza hükmü, kanunun ilk şeklinde yoktu. Zira me'haz İtalyan Ceza Kanunu'nda yeralmıyordu. Mahallî-millî ihtiyaç ve temayüller bunu gerektirdi, Türkiye Büyük Millet Mecüsi'nce sonradan ilâve ve tedvin edildi.
9 Ocak 1986 tarihinde kabul edilen son değişikliklerle ise, mukaddesatın korunmasıyla ilgili olarak. Türk Ceza Kanunu'na yeni ve ileri hükümler getirildi.
ÖZEL MAKSAT
Türk Ceza Kanunu'nun 175/1'inci maddesinde "dini işlerin, ibadet ve âyinin icrasını men ve ihlâl" fiili cezalandınhyordu. Fakat bu, o dini "tahkir kastı" gibi özel bir maksada bağlanmıştı. "Kasıt" sübjektif ve de-rûnî bir olaydır, tsbatı ise hemen hemen imkânsızdır. İşte bu isbat güçlüğü sebebiyle madde işletile-miyor, açılan dâvalar sonuçsuz kalıyordu. Şimdi isbatı zor, hattâ imkânsız olan bu sübjektif unsur kaldırıldı. "Dinî işlerin, ibadet ve âyinin yapılmasını men ve ihlâl edenlerin tecziyesi öngörüldü. Şüphesiz "men" ve "ihlâl" kastı yine aranacak... Fakat önceki hükümde olduğu gibi, men ve ihlâl kastına ilâve olarak bir de "dini tahkir maksadı" şeklinde mücerred ve müphem bir unsurun peşine düşülmeyecek...
YENİ HÜKÜMLER
Son değişiklikle yeni fiiller, yeni cezalar da getirildi. Şöyle:
"Her kim Allah'a, semavî dinlerden, bu dinlerin peygamberlerinden, mukaddes kitaplarından veya mezheplerinden birine hakaret ederse; bir kimseyi dinî inançlarından, mensup olduğu dinin emirlerini yerine getirmesinden veya yasaklarından kaçınmasından dolayı kınar, tezyif veya tahkir eder, yahut alaya alırsa cezalandırılır."
Burada, mukaddesata hakaret ve bir kimseyi dinî inanç ve ibadetinden dolayı kınama olayı cezaî müeyyideye bağlanmıştır.
Malûm, T.C. Anayasası'nın 24'üncü maddesinde, "Kimse dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz" diye bir güzel hüküm var. Fakat bu hüküm, bu son değişikliğe kadar doğrusu havada kalıyordu. Şimdi, cezaî müeyyidesi bulunmayan, bu suretle havada kalan bir Anayasa hükmü, cezaî bir teminata kavuşturuldu.
176'ncı maddede "Din görevlilerini, 177'nci maddede de ibadethane ve müştemilâtını koruyan hükümler" getirildi.
"—Allah'ın veya semavî dinlerin ceza hükümleriyle korunmaya ihtiyacı mı var?" diye bir itiraz yapılabilir. Nitekim yapılıyor da... Dikkat edilirse, burada korunmaya alınan -hâşâ- C.Hak değildir. Bir dine inanan insanların dinî duyguları, inanç ve kanaatleridir. Hiç kimse, uğrunda şehid, gazi olunan kutsal duygulara saldırma yetkisini kendinde bulmamalıdır. "Kimsenin, başkasının mukaddes saydığı şeylere müteallik saygı duygusunu rencide etmeye hakkı olamaz. (Prof. Dr. F. EREM: Ceza H.Hususi H.-C.l, sh. 167)".
EMSAL KANUNLAR
Sohbetimin başında "Mukaddesatın kanunla korunması safhasına mı geldik?" diye sormuştum. Soru, İslâm tarihinden bir olayı hatırlatıyor: "—Beytü'l-mâl (Hazine)in kapısına bir kilit taksak?" diye Hz. Ömer (R)e başvurulmuş... Bu olay, Halife'yi fevkalâde rencide etmiş... "-Demek benim hilâfetimde devlet hazinesi ancak kilit altında muhafaza edilebilecek öyle mi?" diye uzun uzun düşünmüş, ağlamış... Şimdi sadece hazine değil, her kıymetli şey, kırılmaz kasalar, şifreli anahtarlar ve başka özel muhafaza tedbirleriyle korunuyor... Demek, kişilerin dinî hissiyatı, kendine ait düşünce ve kanaatları da öyle... Yeni tedbirlerle korunmaya alınmış...
Bu ihtiyaç sadece bizde hissedilmiş değil... Emsal kanunlarda da var. İtalyan Ceza Kanunu 1889'da kabul edilmiş. Mukaddesatın ve dinî hissiyatın korunmasıyla ilgili bir hüküm taşımıyormuş. Fakat zamanla şartlar değişmiş. 1930 yılında, yani kabul edildikten 40 yıl sonra, İtalyan Ceza Kanunu'nda değişiklik yapılmış: "Ulûhiyete, devletin resmî dininin timsallerine, bu dinde tazim edilen kimselere tahkir edici sözlerle küfretme hali" cezai müeyyideye bağlanmış.Aynı değişiklik, 1953 tarihinde Alman Ceza Kanunu'nda da yapılmış: "Her kim Allah'a karşı alenen küfürle hitab ederek rezalet çıkarır; dini müesseseleri, dinî merasimleri alenen tahkir eder; kilise veya dinî topluluğa ayrılan bir yerde tahkir edici fiiller işlerse" cezalandırılır, hükmü getirilmiş.
Benzer bir hüküm İsviçre Ceza Kanunu'na da konulmuş.
Avrupa'dan bazı şeyler erken gelir, bazıları ise geç... Görüldüğü gibi, bu da geç gelenlerden...
Türk milleti, mukaddesatına her milletten daha çok bağlılık gösteren bir millet. Kanunlar, toplumun örf ve âdetlerine, manevî inançlarına, geleneklerine, teamüllerine, ahlâkî değerlerine uygunsa yaşarlar.
Mukaddesatın korunmasıyla ilgili son değişiklik, bu konuda müsbet bir adım olmuştur. Kutlamaya değer…