Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
CAT STEVENS - 11 Nisan 1986

İngiliz şarkıcı Cat Stevens, "İslam"ı seçmiş ve "Yusuf  İslâm" olmuş... 5 Nisan Cu­martesi günü Ankara'da Odalar Birliği Salonu'nda verdiği konferansta o'nu dinledik.

Yazarlar Birliği tarafından düzenlenen konferansa gös­terilen ilgi ve tehacümden, Türkiye'de bu konuda mev­cut "potanslyel"i bir daha gördük, anladık...

V.Vakkasoglu'nun tabiriy­le, biz"ana-atadan Müslü­manlar’ın bir şansı, bir de şanssızlığı var. Şansımız, Müslümanlığı hazır bulma­mız; şanssızlığımız, iman ışı­ğını kendi irademizle arama-bulma cehdinden mahrum bulunmamız.

Yusuf İslâm'ı dinleyince, İslâm'da "ilk"leri; ilk Müslümanlar'ı hatırlamamak mümkün değil. Horlanan, ayıplanan, eziyet edilen, bu­na rağmen imanından dön­meyen ilk Müslümanlar'ı... Bir farkla ki, Yusuf İslâm ne horlanmış, ne de eziyet gör­müş. Aksine, o'nun bu yeni hayatı ve faaliyetleri İngiliz gençliği üzerinde ve müzik dünyasında büyük ilgi uyan­dırmış. Benzerlik, gerçek kurtuluşu bulmadaki yılmaz cehd, taş gibi irade...

Yeni Müslüman Yusuf İslâm, "Batı kültürü"nü bir "pazaryeri"ne benzetiyor. "-Öyle bir pazaryeri ki" diyor ve "Bu pazaryerinde sadece madde mahsûlü şeyler değil, fikirler, ideolojiler de satılır"... şeklinde konuşup "-İşte ben bu pazaryerinde doğdum" diye de ilâve ediyor.           

ÇETİN ARAŞTIRMA

Annesi İsveçli bir Babtist, babası Kıbrıslı bir Rum olan Stevens, Londra'da bir Katolik okuluna verilmiş. 15-16 yaşında şarkı yazmaya başlamış. 19 yaşında müzik dünyasına adını flaşlarla yaz­dırmış. İngiltere ve Amerika’da pop müziği'nin şöhretleri arasına girmiş. Şöhret ve pa­ra basamaklarından zirveye doğru hızla tırmanmış.

Fakat, dışarıdan bakanla­rın çok imrendiği bu hayat o'nu tatmin etmemiş. Müzik ve sahne hayatını şöyle anla­tıyor:

"-Bu hayatın iki yüzü var­dır: Sahnenin önünde ışıklar, neonlar, aldatan, göz ka­maştıran bir dünya... Sahne­nin arkasında ise çürümüş, porsumuş, boş bir hayat. Sahnenin önündekileri, gitarımızdan çıkan mânâsız ses­ler ve neonlarla aldatıyorduk ama, sahnenin arkasında boş yere eriyen de bizim hayatımızdı"...

Hayatın bu katı, bu gerçek yönünü görebilen insan du­rur mu?.. Bir "arayış"a gir­miş, önce Hıristiyanlığı, son­ra Budizm'i ve diğerlerini... Hattâ ailesinin Rum olması­nın çağrışımıyla, tarihî "Yu­nan medeniyeti"ne eğilmiş.

Pitogoras'ı; kâinatın mate­matik kaideler altında işleye­bileceği iddiasını incelemiş. Bugünlerini şöyle özetliyor:

"-Matematik ilmi bize 1 1 1 3 diyordu. Kilise İse 1 1 1 1. Böylece, dinî olan ile man­tıkî olan çelişiyordu. Hiçbir sağlam mantık bu çelişkinin baskısını hazmedemez."

"Bir ara kurtuluşu Bu­dizm'de bulduğumu sandım. Doğrusu şu ki, Budizm lisa­nı bulunduğu anınn sıkıntısın­dan kurtarma konusunda Hıristiyanlık'tan daha ileridir. Bu sebeple Budizm'i bir süre benimsedim ve sevdim. Tâ ki, Okyanus'ta yaşadığım bir olaya kadar... Okyanus­ta yüzüyordum. Kendimi bir anda, kıyıdan çok uzakta, koca denizin ortasında bul­dum. Dalgalarla ne kadar boğuştuğumu hatırlamıyo­rum. Kurtuluş mümkün gö­rünmüyordu. İşte o anda, Budizm'in bana bir faydası olmadığını anladım."

"Arayışım esnasında bir Kur'an-ı Kerim tercümesiyle karşılaştım. Beni hemen sar­dı. Zira Kur'an'da "Tek Allah" inancı vardı. Kitabın yazarı yoktu."

''Kur'ân-ı Kerîm'i aralık­sız tam birbuçuk yıl incele­dim. İslâmiyet'in her çağda, her mekânda uygulanabilir bir din olduğunu anladım. Zira İslâmiyet insanoğlunu sınıflara ayırmıyor."

"İslâmiyet insanı düşün­meye; yerden, göklerden ib­ret almaya davet ediyor. Kâ­inatın sonsuzluğu sizi hayret­te bırakmıyor mu? Kâinat bir harmoni içerisinde yaratıl­mıştır. Sırları ve güzelliği sonsuzdur. Göz ve kulakları­mızla müşahede ettiğimiz, kâinatın bir küçük parçasıdır. İşte İslâmiyet insanı bu sonsuzluğa yöneltiyor."

BİZE İBRET ÇALİŞMALAR

Yusuf İslâm şimdi ne ya­pıyor? Okyanus'ta yaşa­dığı dramdan sonra Cenab-ı Hakk'a yönelmiş ve söz ver­miş, "-Kurtulursam kendimi sana adayacağım" demiş. Şimdi onu yapıyor. Kendini Allah'a adamış.

Önce Londra'nın tam or­tasında bir anaokulu açmış. Şimdi İngiltere'nin çeşitli yer­lerinde İslâmî öğretim yapan "bin"den fazla özel okul bu­lunuyormuş. Yusuf İslâm, İs­lâmî öğretim yapan bu özel okulların resmen tanınması için çalışıyor.

Afrika'daki kuraklık ve kuraklığa dayalı açlık için bir vakıf kurmuş. Bu vakıf ara­cılığı ile, Afrika'ya muavenet için çalışıyor.

İslâmiyet'i tanıtmak, Müs­lümanlar'ı daha iyi tanımak için gezilere çıkıyor. Çıktığı bu gezilerde bazısı "iyi", ba­zısı "garip" olaylarla karşı­laştığını söylüyor. Üzüldüğü bir hatırası şu:

Mısır'a ilk gittiğinde bü­yük bir camide, süslü bir mi­nareden, güzel nâmeli bir "ezan" duymuş. Kendisini âdeta "Asr-ı Saadet"te veya "Cennet-i ÂIâ"da hissetmiş. Fakat o da ne? Bu dehşet ve­rici, haşyet verici, davet edi­ci "ezan"a aldırmayan kala­balık, camiin önünden geçip gidiyormuş da, "ezan"a ica­bet etmiyormuş... Buna olan hayretini hâlâ yenememiş... İlâhî Yusuf, öyleyse seni İngiltere'den dışarıya hiç çıkar­mayalım. Aksi halde, gittiğin her İslâm ülkesinde daha çok hayal kırıklıkların olur. Hoş, o da bunlara alışmış. "İslâmiyet'i önce İslâm ülke­lerinde, sonra Batılı ülkeler­ce 'tebliğ' etmeli" diyor.

"Cat Stevens" arayıcılığını; "Yusuf İslâm" şuurunu Cenab-ı Hakk cümleye nasibetsin.