İngiliz şarkıcı Cat Stevens, "İslam"ı seçmiş ve "Yusuf İslâm" olmuş... 5 Nisan Cumartesi günü Ankara'da Odalar Birliği Salonu'nda verdiği konferansta o'nu dinledik.
Yazarlar Birliği tarafından düzenlenen konferansa gösterilen ilgi ve tehacümden, Türkiye'de bu konuda mevcut "potanslyel"i bir daha gördük, anladık...
V.Vakkasoglu'nun tabiriyle, biz"ana-atadan Müslümanlar’ın bir şansı, bir de şanssızlığı var. Şansımız, Müslümanlığı hazır bulmamız; şanssızlığımız, iman ışığını kendi irademizle arama-bulma cehdinden mahrum bulunmamız.
Yusuf İslâm'ı dinleyince, İslâm'da "ilk"leri; ilk Müslümanlar'ı hatırlamamak mümkün değil. Horlanan, ayıplanan, eziyet edilen, buna rağmen imanından dönmeyen ilk Müslümanlar'ı... Bir farkla ki, Yusuf İslâm ne horlanmış, ne de eziyet görmüş. Aksine, o'nun bu yeni hayatı ve faaliyetleri İngiliz gençliği üzerinde ve müzik dünyasında büyük ilgi uyandırmış. Benzerlik, gerçek kurtuluşu bulmadaki yılmaz cehd, taş gibi irade...
Yeni Müslüman Yusuf İslâm, "Batı kültürü"nü bir "pazaryeri"ne benzetiyor. "-Öyle bir pazaryeri ki" diyor ve "Bu pazaryerinde sadece madde mahsûlü şeyler değil, fikirler, ideolojiler de satılır"... şeklinde konuşup "-İşte ben bu pazaryerinde doğdum" diye de ilâve ediyor.
ÇETİN ARAŞTIRMA
Annesi İsveçli bir Babtist, babası Kıbrıslı bir Rum olan Stevens, Londra'da bir Katolik okuluna verilmiş. 15-16 yaşında şarkı yazmaya başlamış. 19 yaşında müzik dünyasına adını flaşlarla yazdırmış. İngiltere ve Amerika’da pop müziği'nin şöhretleri arasına girmiş. Şöhret ve para basamaklarından zirveye doğru hızla tırmanmış.
Fakat, dışarıdan bakanların çok imrendiği bu hayat o'nu tatmin etmemiş. Müzik ve sahne hayatını şöyle anlatıyor:
"-Bu hayatın iki yüzü vardır: Sahnenin önünde ışıklar, neonlar, aldatan, göz kamaştıran bir dünya... Sahnenin arkasında ise çürümüş, porsumuş, boş bir hayat. Sahnenin önündekileri, gitarımızdan çıkan mânâsız sesler ve neonlarla aldatıyorduk ama, sahnenin arkasında boş yere eriyen de bizim hayatımızdı"...
Hayatın bu katı, bu gerçek yönünü görebilen insan durur mu?.. Bir "arayış"a girmiş, önce Hıristiyanlığı, sonra Budizm'i ve diğerlerini... Hattâ ailesinin Rum olmasının çağrışımıyla, tarihî "Yunan medeniyeti"ne eğilmiş.
Pitogoras'ı; kâinatın matematik kaideler altında işleyebileceği iddiasını incelemiş. Bugünlerini şöyle özetliyor:
"-Matematik ilmi bize 1 1 1 3 diyordu. Kilise İse 1 1 1 1. Böylece, dinî olan ile mantıkî olan çelişiyordu. Hiçbir sağlam mantık bu çelişkinin baskısını hazmedemez."
"Bir ara kurtuluşu Budizm'de bulduğumu sandım. Doğrusu şu ki, Budizm lisanı bulunduğu anınn sıkıntısından kurtarma konusunda Hıristiyanlık'tan daha ileridir. Bu sebeple Budizm'i bir süre benimsedim ve sevdim. Tâ ki, Okyanus'ta yaşadığım bir olaya kadar... Okyanusta yüzüyordum. Kendimi bir anda, kıyıdan çok uzakta, koca denizin ortasında buldum. Dalgalarla ne kadar boğuştuğumu hatırlamıyorum. Kurtuluş mümkün görünmüyordu. İşte o anda, Budizm'in bana bir faydası olmadığını anladım."
"Arayışım esnasında bir Kur'an-ı Kerim tercümesiyle karşılaştım. Beni hemen sardı. Zira Kur'an'da "Tek Allah" inancı vardı. Kitabın yazarı yoktu."
''Kur'ân-ı Kerîm'i aralıksız tam birbuçuk yıl inceledim. İslâmiyet'in her çağda, her mekânda uygulanabilir bir din olduğunu anladım. Zira İslâmiyet insanoğlunu sınıflara ayırmıyor."
"İslâmiyet insanı düşünmeye; yerden, göklerden ibret almaya davet ediyor. Kâinatın sonsuzluğu sizi hayrette bırakmıyor mu? Kâinat bir harmoni içerisinde yaratılmıştır. Sırları ve güzelliği sonsuzdur. Göz ve kulaklarımızla müşahede ettiğimiz, kâinatın bir küçük parçasıdır. İşte İslâmiyet insanı bu sonsuzluğa yöneltiyor."
BİZE İBRET ÇALİŞMALAR
Yusuf İslâm şimdi ne yapıyor? Okyanus'ta yaşadığı dramdan sonra Cenab-ı Hakk'a yönelmiş ve söz vermiş, "-Kurtulursam kendimi sana adayacağım" demiş. Şimdi onu yapıyor. Kendini Allah'a adamış.
Önce Londra'nın tam ortasında bir anaokulu açmış. Şimdi İngiltere'nin çeşitli yerlerinde İslâmî öğretim yapan "bin"den fazla özel okul bulunuyormuş. Yusuf İslâm, İslâmî öğretim yapan bu özel okulların resmen tanınması için çalışıyor.
Afrika'daki kuraklık ve kuraklığa dayalı açlık için bir vakıf kurmuş. Bu vakıf aracılığı ile, Afrika'ya muavenet için çalışıyor.
İslâmiyet'i tanıtmak, Müslümanlar'ı daha iyi tanımak için gezilere çıkıyor. Çıktığı bu gezilerde bazısı "iyi", bazısı "garip" olaylarla karşılaştığını söylüyor. Üzüldüğü bir hatırası şu:
Mısır'a ilk gittiğinde büyük bir camide, süslü bir minareden, güzel nâmeli bir "ezan" duymuş. Kendisini âdeta "Asr-ı Saadet"te veya "Cennet-i ÂIâ"da hissetmiş. Fakat o da ne? Bu dehşet verici, haşyet verici, davet edici "ezan"a aldırmayan kalabalık, camiin önünden geçip gidiyormuş da, "ezan"a icabet etmiyormuş... Buna olan hayretini hâlâ yenememiş... İlâhî Yusuf, öyleyse seni İngiltere'den dışarıya hiç çıkarmayalım. Aksi halde, gittiğin her İslâm ülkesinde daha çok hayal kırıklıkların olur. Hoş, o da bunlara alışmış. "İslâmiyet'i önce İslâm ülkelerinde, sonra Batılı ülkelerce 'tebliğ' etmeli" diyor.
"Cat Stevens" arayıcılığını; "Yusuf İslâm" şuurunu Cenab-ı Hakk cümleye nasibetsin.