Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
BULGARİSTAN OLAYI - 30 Mayıs 1986

Türk milleti 2500 yıldır tarih sahnesindedir. 2500 yıl içerisinde çok sayı­da devlet kurmuş, medeni­yetler temsil etmiş, tarihin seyrini değiştiren olaylara im­zasını atmıştır.

Türk milletinin yazılı tarih yıllarından itibaren arz üze­rindeki izleri de çeşitli devlet arşivlerinde mevcuttur. "Os­manlı Tarih Arşivi" istifade­ye sunulduğunda 26 devletin geçmişine ışık tutulmakla ka­lınmayacak, belki de bu dev­letlerin tapu, toprak ve siya­sî münasebetlerini yeniden gözden geçirme ihtiyacı do­ğacaktır.

"NİZAMI ALEM-İ" TEMSİL İTMEK

Tarih sahnesinde görüldü­ğü yıllar içerisinde Türk milleti hiçbir zaman istilâcı olmamış. Dahası, hâkimiye­ti altındaki azınlıkları zorla Türk'leşlirmeye, Müslüman' laştırmaya tenezzül etmemiş.

Daha doğrusu bu yetkiyi kendinde görmemiş. Zira İs­lâmiyet'ten önce Türk gele­nekleri, İslâmiyet'ten sonra ise İslâmi hükümler buna izin vermemiş.

Türk geleneklerinde ve İs­lâm inançlarında "insan"a insan olarak değer verilir. Ir­kı, dili, dini ne olursa olsun ammeye zarar vermedikçe; sulh ve sükûnu bozmadıkça herkes "devlet"in himayesi altındadır.

Bu, Türk milletinin kadim "nizam-ı âlem" siyasetinin icabıdır da.. Devlet kurucu, medeniyet kurucu, inşacı bir milletten bundan başkası da beklenemez. Gel gör bu müsamaha, bu gani gönüllülük zaman zaman istismar edilmiş...

BULGARİSTAN OLAYI

Şu Bulgaristan olayını bir düşününüz.. Bulgaristan, 500 yıl Osmanlı idaresinde -buna himayesinde demek lâ­zım- yaşamış. Gerçekten de onları 500 yıl himaye etmişiz. Bu yüzyıllar içerisinde Bul­garistan harp-darp görme­miş. Bu yüzyıllar Bulgaristan için bir huzur, sükûn devri olmuş.. 500 yıl demek, 7-8 nesil demektir. Bu müddet içerisinde "kültür kimlikle­ri"ne asla dokunmamışız, ne canlarına, ne vaftizlerine, ne domuz sürülerine, ne de bi­ze küfreden talim-terbiyelerine. Bunu hem İslâmî bir emir, millî bir gelenek, hem de bir tenezzül meselesi say­mışız. İslâm fıkhının ortaya koyduğu, çağın üstünde bu müsamaha ile Bulgarlar okullarını, kiliselerini, düğünlerini, bayramlarını, daha doğrusu Bulgarlıklarını tam tekmil devam ettirmiş

Zaman gelmiş, İlâhi takdir icabı sınırlarımızı Edirne'ye taşımışız. Geride kalan nüfu­sumuz için de, protokoller, anlaşmalar imzalamışız, Bulgaristan'da kalan Türk azınlığının ibadetlerine, Türkçe eğitim yapmalarına, ve hürriyetlerine dokunulmayacağı, devletten-devlete teminat altına alınmış. Yanıldığımız nokta şu idi: Bulgaristan henüz "devlet" olamadı ki!.. 10'uncu yüzyıla kadar Hıristiyan-Türk; 10'uncu yüzyıl­dan itibaren Osmanlı hâki­miyeti; bu yüzyıldan itibaren de Rus ve Sovyet güdümü al­tında hayat sürüyor.

Gerçek şu ki, Bulgaristan’da henüz müstakil bir "dev­let" geleneği yok. "Komita­cılık" ruhundan kurtulabil­miş değiller. Bu sebeple, ne Osmanlılar'la yaptığı protokollar, ne T.C. Devleti ile yap­tığı "andlaşma"lar, ne de ta­raf olduğu beynelmilel me­tinlerle kendisini bağlı saydı. Sovyet patentli "devlet (!)" gücü kâfi geldiği anda ise, 5 asır boyunca kendilerini ko­ruyan, hatta besleyen velînimetlerini, zulüm mertebesine varan baskılarla ortadan kal­dırmaya yeltendiler. Bulgaris­tan'da Türkler'e ait 2500 il­kokul, 67 ortaokul, 1 lise ve öğretmen okulu vardı. Bu­gün hiçbiri yok. 2360 cami­den de, -Doç.Dr. Sayın Aydın Yüksel'den öğreniyoruz ki-tek cami bırakılmamış.. Sa­yıları 2 milyon civarında olan Türk nüfusun, ana dilleri ile konuşmaları yasak. Dahası, ana-babalarının verdikleri isimler de zorla istirdat edil­miş... "Evlâd-ı Fatihan", 500 yıllık yurdunda, karısı çoluğu-çocuğu ile, belki de tari­hin en cür'etkâr tecrid kamp­larında yaşıyor. Libya katili Graziani'yi bile utandıracak cür'ette zulüm altında... Bulgar komşular, bununla nereye varmak isterler?

Hiçbir yere varamazlar! Kâinatı insanlar değil, her şe­ye hâkim tek "İrade-i külliye" idare ediyor. Yaşlı dünya ne "Kabil"ler, ne "Neron"lar, ne "Caton"lar gördü. Akıbet, zalimlerin ve zulmün değil, mazlumların ve "Hakk"ın olacaktır.

"İhmal" değil, "imhal" eden Allah'ın ne günler gös­tereceğini tarih yazacaktır.

GEÇ KALMAK

Şimdi, her şey olup-bittikten sonra, Bulgaristan zul­münü dünyanın gündeminde tutmaya çalışıyoruz. Bunda da oldukça mesafe aldık. Fa­kat anlaşıldı ki, çok geç kal­mışız.

Bunu, Hacettepe Üniversitesi'nce tertip edilen "Misak-ı Millî Öncesinde ve Son­rasında Bulgaristan'da Türk Varlığı" seminerini takip ederken bir daha anladım.

Doç.Dr. İlhan Şahin Sof­ya, Filibe, Eski Zağra ve Tatarpazarcığı'nın; Dr. Feridun Emecen Varna, Silistre, Hezergrat ve Şumnu bölgesinin; Doc.Dr. Yusuf Halacoglu Çirmen Sancağı'nın yüzyıllar içerisindeki nüfus ve iskân durumlarını rakamlarla izah ederken, bu konuda ne kadar geç kaldığımızı yeniden hatır­ladık.

Sayın Ersin Onulduran ile Sayın Yavuz Ercan'ın tarih ve dünya coğrafyası üzerinde gezdirdikleri projektör, bir "iyimserlik" doğurdu. Şu kanaata vardık ki, bu baskı­lar, millî duyguların belki de güçlenmesini intac edecek. Fakat Bulgaristan'a mütevec­cih güçlü girişimler şart. Her şeyden önce, mevzuyu dünya kamuoyunda, beynelmilel arenalarda diri tutmak... Sa­niyen, bu bahtsız soydaşlar­la aramızda bir kültür köp­rüsü kurabilmek... Okulda, camide, düğün-dernekte, hatta ailede alamadıklarını radyo-televizyon gibi, sınır ve gümrüklerde tutulamayan vasıtalarla veremez miyiz, onu düşünmek, değerlendir­mek...

Sayın Hasan Koni ve Sayın Abdülhalûk Çay'ın belirttik­leri gibi, Bulgaristan Türkler'i Bulgar devleti (!)nin in­safına bırakılamaz. Bulgaris­tan olayı, T.C. Devleti'nin di­ğer komşularla münasebetle­rinde bir "emsal' teşkil ede­cektir. Bulgaristan bir laboratuvardır. Sırada başka senaryolar, başka oyunlar var­dır.

Unutulmaması gereken "olay" budur...