Türk milleti 2500 yıldır tarih sahnesindedir. 2500 yıl içerisinde çok sayıda devlet kurmuş, medeniyetler temsil etmiş, tarihin seyrini değiştiren olaylara imzasını atmıştır.
Türk milletinin yazılı tarih yıllarından itibaren arz üzerindeki izleri de çeşitli devlet arşivlerinde mevcuttur. "Osmanlı Tarih Arşivi" istifadeye sunulduğunda 26 devletin geçmişine ışık tutulmakla kalınmayacak, belki de bu devletlerin tapu, toprak ve siyasî münasebetlerini yeniden gözden geçirme ihtiyacı doğacaktır.
"NİZAMI ALEM-İ" TEMSİL İTMEK
Tarih sahnesinde görüldüğü yıllar içerisinde Türk milleti hiçbir zaman istilâcı olmamış. Dahası, hâkimiyeti altındaki azınlıkları zorla Türk'leşlirmeye, Müslüman' laştırmaya tenezzül etmemiş.
Daha doğrusu bu yetkiyi kendinde görmemiş. Zira İslâmiyet'ten önce Türk gelenekleri, İslâmiyet'ten sonra ise İslâmi hükümler buna izin vermemiş.
Türk geleneklerinde ve İslâm inançlarında "insan"a insan olarak değer verilir. Irkı, dili, dini ne olursa olsun ammeye zarar vermedikçe; sulh ve sükûnu bozmadıkça herkes "devlet"in himayesi altındadır.
Bu, Türk milletinin kadim "nizam-ı âlem" siyasetinin icabıdır da.. Devlet kurucu, medeniyet kurucu, inşacı bir milletten bundan başkası da beklenemez. Gel gör bu müsamaha, bu gani gönüllülük zaman zaman istismar edilmiş...
BULGARİSTAN OLAYI
Şu Bulgaristan olayını bir düşününüz.. Bulgaristan, 500 yıl Osmanlı idaresinde -buna himayesinde demek lâzım- yaşamış. Gerçekten de onları 500 yıl himaye etmişiz. Bu yüzyıllar içerisinde Bulgaristan harp-darp görmemiş. Bu yüzyıllar Bulgaristan için bir huzur, sükûn devri olmuş.. 500 yıl demek, 7-8 nesil demektir. Bu müddet içerisinde "kültür kimlikleri"ne asla dokunmamışız, ne canlarına, ne vaftizlerine, ne domuz sürülerine, ne de bize küfreden talim-terbiyelerine. Bunu hem İslâmî bir emir, millî bir gelenek, hem de bir tenezzül meselesi saymışız. İslâm fıkhının ortaya koyduğu, çağın üstünde bu müsamaha ile Bulgarlar okullarını, kiliselerini, düğünlerini, bayramlarını, daha doğrusu Bulgarlıklarını tam tekmil devam ettirmiş
Zaman gelmiş, İlâhi takdir icabı sınırlarımızı Edirne'ye taşımışız. Geride kalan nüfusumuz için de, protokoller, anlaşmalar imzalamışız, Bulgaristan'da kalan Türk azınlığının ibadetlerine, Türkçe eğitim yapmalarına, ve hürriyetlerine dokunulmayacağı, devletten-devlete teminat altına alınmış. Yanıldığımız nokta şu idi: Bulgaristan henüz "devlet" olamadı ki!.. 10'uncu yüzyıla kadar Hıristiyan-Türk; 10'uncu yüzyıldan itibaren Osmanlı hâkimiyeti; bu yüzyıldan itibaren de Rus ve Sovyet güdümü altında hayat sürüyor.
Gerçek şu ki, Bulgaristan’da henüz müstakil bir "devlet" geleneği yok. "Komitacılık" ruhundan kurtulabilmiş değiller. Bu sebeple, ne Osmanlılar'la yaptığı protokollar, ne T.C. Devleti ile yaptığı "andlaşma"lar, ne de taraf olduğu beynelmilel metinlerle kendisini bağlı saydı. Sovyet patentli "devlet (!)" gücü kâfi geldiği anda ise, 5 asır boyunca kendilerini koruyan, hatta besleyen velînimetlerini, zulüm mertebesine varan baskılarla ortadan kaldırmaya yeltendiler. Bulgaristan'da Türkler'e ait 2500 ilkokul, 67 ortaokul, 1 lise ve öğretmen okulu vardı. Bugün hiçbiri yok. 2360 camiden de, -Doç.Dr. Sayın Aydın Yüksel'den öğreniyoruz ki-tek cami bırakılmamış.. Sayıları 2 milyon civarında olan Türk nüfusun, ana dilleri ile konuşmaları yasak. Dahası, ana-babalarının verdikleri isimler de zorla istirdat edilmiş... "Evlâd-ı Fatihan", 500 yıllık yurdunda, karısı çoluğu-çocuğu ile, belki de tarihin en cür'etkâr tecrid kamplarında yaşıyor. Libya katili Graziani'yi bile utandıracak cür'ette zulüm altında... Bulgar komşular, bununla nereye varmak isterler?
Hiçbir yere varamazlar! Kâinatı insanlar değil, her şeye hâkim tek "İrade-i külliye" idare ediyor. Yaşlı dünya ne "Kabil"ler, ne "Neron"lar, ne "Caton"lar gördü. Akıbet, zalimlerin ve zulmün değil, mazlumların ve "Hakk"ın olacaktır.
"İhmal" değil, "imhal" eden Allah'ın ne günler göstereceğini tarih yazacaktır.
GEÇ KALMAK
Şimdi, her şey olup-bittikten sonra, Bulgaristan zulmünü dünyanın gündeminde tutmaya çalışıyoruz. Bunda da oldukça mesafe aldık. Fakat anlaşıldı ki, çok geç kalmışız.
Bunu, Hacettepe Üniversitesi'nce tertip edilen "Misak-ı Millî Öncesinde ve Sonrasında Bulgaristan'da Türk Varlığı" seminerini takip ederken bir daha anladım.
Doç.Dr. İlhan Şahin Sofya, Filibe, Eski Zağra ve Tatarpazarcığı'nın; Dr. Feridun Emecen Varna, Silistre, Hezergrat ve Şumnu bölgesinin; Doc.Dr. Yusuf Halacoglu Çirmen Sancağı'nın yüzyıllar içerisindeki nüfus ve iskân durumlarını rakamlarla izah ederken, bu konuda ne kadar geç kaldığımızı yeniden hatırladık.
Sayın Ersin Onulduran ile Sayın Yavuz Ercan'ın tarih ve dünya coğrafyası üzerinde gezdirdikleri projektör, bir "iyimserlik" doğurdu. Şu kanaata vardık ki, bu baskılar, millî duyguların belki de güçlenmesini intac edecek. Fakat Bulgaristan'a müteveccih güçlü girişimler şart. Her şeyden önce, mevzuyu dünya kamuoyunda, beynelmilel arenalarda diri tutmak... Saniyen, bu bahtsız soydaşlarla aramızda bir kültür köprüsü kurabilmek... Okulda, camide, düğün-dernekte, hatta ailede alamadıklarını radyo-televizyon gibi, sınır ve gümrüklerde tutulamayan vasıtalarla veremez miyiz, onu düşünmek, değerlendirmek...
Sayın Hasan Koni ve Sayın Abdülhalûk Çay'ın belirttikleri gibi, Bulgaristan Türkler'i Bulgar devleti (!)nin insafına bırakılamaz. Bulgaristan olayı, T.C. Devleti'nin diğer komşularla münasebetlerinde bir "emsal' teşkil edecektir. Bulgaristan bir laboratuvardır. Sırada başka senaryolar, başka oyunlar vardır.
Unutulmaması gereken "olay" budur...