29 Mayıs 1986 Perşembe günü Ankara'da bir hayırlı merasim yapıldı. Yaşı 'Türkiye Cumhuriyeti devletinden daha eski olan tarihî Türk Ocağı, Başbakan, bazı bakan ve parlamenterler, üniversite rektörleri ve sokaklara kadar taşan seçkin bir münevverler topluluğunun katılmasıyla kendi binasında, yeniden açıldı.
Bu "Yeniden" açılma şüphesiz sevindirici olmuştur. Fakat bir yönü ile de düşündürücüdür. Demek, Türk'ün ocağı -hangi sebeple olursa olsun- söndürülmüş... Söndürülmüş ki, şimdi yeniden tutuşturulmaya, yakılmaya çalışılıyor.
BİR OCAK Kİ
Türk Ocağı nedir? Türk Ocağı, Türk milletinin en sıkıntılı bir döneminde, 1912 yılında kurulmuş. Osmanlı'nın Avrupa topraklarından Asya'ya doğru canhıraş kırım ve kıyımlara uğrayarak çekilmeye devam ettiği; Ortadoğu'da arkadan vurulduğumuz; Osmanlı "Devlet-i Ebed-Müddet'inin toprakları üzerinde çadır devletlerinin kurulmaya başlandığı; Balkan Harbi faciasının kıvılcımlandığı acı günlerde...
Türk Ocağı'nın 1912 tarihinde kuruluşu, Osmanlı topraklarında yaşayan kavimlerin "Milliyetçilik" bayrağı altında Osmanlı'ya başkaldırdıkları bir devreye rastlıyor. Bosna-Hersek başkaldırmış; Eflâk-Boğdan isyan bayrağını çekmiş; Arnavutlar, Bulgarlar, Yunanlılar tarihî "Kavmiyet" meşalelerini ateşlemişler; Arab kavmiyetçiliği, Lawrance'ın peşine takılmış... Türk teb'adan başka "Osmanlı" olan, "Osmanlıyım" diyen kalmamış. İşte Türk Ocağı, Türk teb'anın bu alevler, ihanetler ortasında helak olup gitmesini önlemek için bir avuç Müsluman-Türk münevveri tarafından kurulmuş... Son Türk devletinden önce kurulan dernek, herkesin başını alıp gittiği bu dehşetli çöküş günlerinde "Türk-İslam" mefkuresine sahip çıkmış; Selçuklu'nun, Osmanlı'nın varlığına hayat veren millî-manevî cihanşümul değerleri kendine bayrak yapmış...
Balkan Harbi'nde, Çanakkale müdafaasında, Anadolu'yu işgalden kurtarma mücadelesinde "Ocaklı"ların unutulmaz hizmetleri, himmetleri geçmiş... Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşu safhasında da, Türk Ocağı kadrosu sağlam köşetaşları olmuşlar... İstiklâl Marşının kabulünde, Türk ocaklarının değişmez genel başkanı Hamdullah Suphi'nin heyecan, telkin ve teklifinin mühim rol oynadığı herkesçe malûm...
AZİZLİKLER (!)
Vatan kurtarıldıktan, devlet kurulduktan sonra dış tehlikelerin uzaklaştığı devrelerde, ocağa karşı bazı azizlikler de yapılmış. Bu millî müesseseye; hizipler, fırkalar, partilerüstü millî ocağa politika sokulmak istenmiş. "İhbar", "ispiyon" mekanizması ocağı yıpratmış, ocaklıyı küstürmüş... Bir süre sonra da, bizzat devletin kurucusunun "'Bu ocağı söndürenin ocağı sönsün!" dediği ocak, bir garip uygulama ile kapatılmış. Yani ocak söndürülmüş.. Tâ 1952'lere kadar... Aynı mekanizma 1960 harekâtından sonra da işletilmiş... Bu 3. diriliş inşallah devamlı olur...
Bu azizlikler aslında sadece Türk Ocağı'na ve Ocaklıya yapılmış değil, onların şahsında Türk kültürüne, Türk'ün ebed-müddet varlığına karşı takınılmış tavırlardır...
Türk Ocağı'nın kuruluş gayesine, mefkuresine baktım. 1. maddede şöyle diyor: "Türk Ocağı millî, hars, ahlâk ve mefkûrenin inkişafı milli birlik ve içtimaî ahengin sağlamlaştırılması ve Türklüğün yükseltilmesi gayesiyle kurulmuş bir dernektir." 4. madde ise şöyle: "Milliyet, din ve insanlık duyguları arasında zıddiyet değil, tam bir ahenk bulunduğuna, milletlerin karşılıklı hak ve duygulara saygı göstermesi şartı ile dünya nizamının da, millî mefkure realitesine göre kurulacağına inanıyoruz. Bu esasa aykırı bir insanlık idealinin mevcut olmayacağı ve aksi iddiaların mütanakız ve aldatıcı bulunduğu kanaatindeyiz." 5. maddede , şunlar belirtilmiş: "Türk devletinin istiklâline, vatan ve millet birliğine aykırı; hürriyet, mülkiyet ve aileye zararlı, sınıf mücadelesi ve tahakkümüne taraftar bütün fikir ve ideolojilerin karşısındayız. Kökü dışarıda olan; millî kültür, ahlâk ve nizamımızı sarsan her türlü fikir ve teşekkülleri reddediyoruz." "Manevi Tahribata Karşıyız" başlıklı 9. maddede şu esas yeralmış: "Medeniyet tarihinde görülmemiş bir kültür, dil, din ve vicdan hürriyeti tahribatını, milliyet ve insanlık dışı bir hareket biliyor; bügünki fikir kısırlığını, ahlâk ve mefkure bozukluklarını da bu tersine gayretin mukadder bir neticesi sayıyoruz." 15. maddede de "maddî-manevî kıymetler muvazenesi" prensibi getirilmiş.
Görüldüğü gibi bunlar, "beynelmilelci", "kolektivist", "materyalist" millî kültürün tahribini hedef alan bilcümle uygulamaları reddediyor. Ocağın başına gelenlerin izahına bunlar yetmez mı?
Bir soru daha: Bu fikfirler şehir-kasaba-köy bütün memlekete yaygınlaştırılsa idi, millî kültür yozlaşmasına dayalı son felaketler başımıza gelir miydi? İçine düştüğümüz kültür buhranının, işgal günlerinden daha şiddetli bir millî tehlike olduğunda şüphe eden var mı?.
ADANA'DA BİR OCAK
Talebelik günlerimi hatırlıyorum: Adana Türk Ocağı'nın, Faruk Akkülah hocamızın maddî-manevî himayeleriyle yeşerttiği hizmetleri... Çukurova'yı baştan başa bir millî potansiyel olarak saran vecd ve heyecanı... Konya'ya, İsparta'ya, Senirkent'e kadar uzanan mehter vuruşlarını; konferans, kutlama ve millî günleri... Hikmet Öner'in, "Yârâb" şiiri, Muhsin Bulutgöçer'in "Yan Bakma!" destanı, Rüstem Kocadurmuşoğlu'nun "Yaralı Asker" diyalogu, Cengiz Gökakın, Veli Gün ve Cahit Baltacı çevresindeki kale gibi kadronun tutuşturduğu ateşi unutmak mümkün mü?
Türk Ocağı'nın bu 3. dirilişi iyi organize edilmeli, bütün memlekete duyurulmalıdır. Bütün ocaklılara, kapılarından içeriye "siyaset" sokmayacaklarına dair yemin ettirilmelidir.
Prof. Dr. Orhan Düzgüneş'ten çıkarılacağı müjdesini aldığımız "Türk Yurdu" mecmuası geciktirilmeden yayın hayatına sokulmalıdır.
Bunlar yapılmalı ki. her şeyden mahrum yetiştirdiğimiz Türk çocukları gündelik politika, yalancı zevk ve ideolojiler dışında bir de Türk-İslâm mefkuresi bulunduğunu öğrensinler.