Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
TÜRK OCAĞI - 27 Mayıs 1986

29 Mayıs 1986 Perşembe günü Ankara'da bir hayırlı mera­sim yapıldı. Yaşı 'Türkiye Cumhuriyeti devletinden daha eski olan tarihî Türk Ocağı, Başbakan, bazı bakan ve parlamenter­ler, üniversite rektörleri ve sokak­lara kadar taşan seçkin bir mü­nevverler topluluğunun katılma­sıyla kendi binasında, yeniden açıldı.

Bu "Yeniden" açılma şüphe­siz sevindirici olmuştur. Fakat bir yönü ile de düşündürücüdür. Demek, Türk'ün ocağı -hangi sebeple olursa olsun- söndürül­müş... Söndürülmüş ki, şimdi ye­niden tutuşturulmaya, yakılma­ya çalışılıyor.

BİR OCAK Kİ

Türk Ocağı nedir? Türk Oca­ğı, Türk milletinin en sıkın­tılı bir döneminde, 1912 yılında kurulmuş. Osmanlı'nın Avrupa topraklarından Asya'ya doğru canhıraş kırım ve kıyımlara uğ­rayarak çekilmeye devam ettiği; Ortadoğu'da arkadan vuruldu­ğumuz; Osmanlı "Devlet-i Ebed-Müddet'inin toprakları üzerinde çadır devletlerinin kurulmaya başlandığı; Balkan Harbi facia­sının kıvılcımlandığı acı günlerde...

Türk Ocağı'nın 1912 tarihinde kuruluşu, Osmanlı toprakların­da yaşayan kavimlerin "Milliyetçilik" bayrağı altında Osmanlı'ya başkaldırdıkları bir devreye rastlıyor. Bosna-Hersek başkaldırmış; Eflâk-Boğdan is­yan bayrağını çekmiş; Arnavut­lar, Bulgarlar, Yunanlılar tarihî "Kavmiyet" meşalelerini ateşle­mişler; Arab kavmiyetçiliği, Lawrance'ın peşine takılmış... Türk teb'adan başka "Osmanlı" olan, "Osmanlıyım" diyen kalmamış. İşte Türk Ocağı, Türk teb'anın bu alevler, ihanetler ortasında helak olup gitmesini önlemek için bir avuç Müsluman-Türk münevveri tarafından kurulmuş... Son Türk devletinden önce kurulan dernek, herkesin başını alıp gittiği bu dehşetli çöküş günlerin­de "Türk-İslam" mefkuresine sahip çıkmış; Selçuklu'nun, Os­manlı'nın varlığına hayat veren millî-manevî cihanşümul değer­leri kendine bayrak yapmış...

Balkan Harbi'nde, Çanakkale müdafaasında, Anadolu'yu iş­galden kurtarma mücadelesinde "Ocaklı"ların unutulmaz hiz­metleri, himmetleri geçmiş... Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşu safhasında da, Türk Ocağı kadrosu sağlam köşetaşları olmuşlar... İstiklâl Marşı­nın kabulünde, Türk ocaklarının değişmez genel başkanı Hamdul­lah Suphi'nin heyecan, telkin ve teklifinin mühim rol oynadığı herkesçe malûm...

AZİZLİKLER (!)

Vatan kurtarıldıktan, devlet kurulduktan sonra dış tehli­kelerin uzaklaştığı devrelerde, ocağa karşı bazı azizlikler de ya­pılmış. Bu millî müesseseye; hizipler, fırkalar, partilerüstü mil­lî ocağa politika sokulmak isten­miş. "İhbar", "ispiyon" mekaniz­ması ocağı yıpratmış, ocaklıyı küstürmüş... Bir süre sonra da, bizzat devletin kurucusunun "'Bu ocağı söndürenin ocağı sön­sün!" dediği ocak, bir garip uy­gulama ile kapatılmış. Yani ocak söndürülmüş.. Tâ 1952'lere ka­dar... Aynı mekanizma 1960 ha­rekâtından sonra da işletilmiş... Bu 3. diriliş inşallah devamlı olur...

Bu azizlikler aslında sadece Türk Ocağı'na ve Ocaklıya yapıl­mış değil, onların şahsında Türk kültürüne, Türk'ün ebed-müddet varlığına karşı takınılmış tavırlar­dır...

Türk Ocağı'nın kuruluş gaye­sine, mefkuresine baktım. 1. maddede şöyle diyor: "Türk Ocağı millî, hars, ahlâk ve mefkûrenin inkişafı milli birlik ve iç­timaî ahengin sağlamlaştırılma­sı ve Türklüğün yükseltilmesi ga­yesiyle kurulmuş bir dernektir." 4. madde ise şöyle: "Milliyet, din ve insanlık duyguları arasında zıddiyet değil, tam bir ahenk bu­lunduğuna, milletlerin karşılıklı hak ve duygulara saygı gösterme­si şartı ile dünya nizamının da, millî mefkure realitesine göre ku­rulacağına inanıyoruz. Bu esasa aykırı bir insanlık idealinin mev­cut olmayacağı ve aksi iddiaların mütanakız ve aldatıcı bulundu­ğu kanaatindeyiz." 5. maddede , şunlar belirtilmiş: "Türk devle­tinin istiklâline, vatan ve millet birliğine aykırı; hürriyet, mülki­yet ve aileye zararlı, sınıf müca­delesi ve tahakkümüne taraftar bütün fikir ve ideolojilerin kar­şısındayız. Kökü dışarıda olan; millî kültür, ahlâk ve nizamımı­zı sarsan her türlü fikir ve teşek­külleri reddediyoruz." "Manevi Tahribata Karşıyız" başlıklı 9. maddede şu esas yeralmış: "Me­deniyet tarihinde görülmemiş bir kültür, dil, din ve vicdan hürri­yeti tahribatını, milliyet ve insan­lık dışı bir hareket biliyor; bügünki fikir kısırlığını, ahlâk ve mef­kure bozukluklarını da bu tersi­ne gayretin mukadder bir neticesi sayıyoruz." 15. maddede de "maddî-manevî kıymetler muvazenesi" prensibi getirilmiş.

Görüldüğü gibi bunlar, "bey­nelmilelci", "kolektivist", "materyalist" millî kültürün tah­ribini hedef alan bilcümle uygu­lamaları reddediyor. Ocağın başına gelenlerin izahına bunlar yetmez mı?

Bir soru daha: Bu fikfirler şehir-kasaba-köy bütün memle­kete yaygınlaştırılsa idi, millî kül­tür yozlaşmasına dayalı son fela­ketler başımıza gelir miydi? İçi­ne düştüğümüz kültür buhranı­nın, işgal günlerinden daha şid­detli bir millî tehlike olduğunda şüphe eden var mı?.

ADANA'DA BİR OCAK

Talebelik günlerimi hatırlıyo­rum: Adana Türk Ocağı'nın, Faruk Akkülah hocamızın maddî-manevî himayeleriyle ye­şerttiği hizmetleri... Çukurova'yı baştan başa bir millî potansiyel olarak saran vecd ve heyecanı... Konya'ya, İsparta'ya, Senirkent'e kadar uzanan mehter vuruşları­nı; konferans, kutlama ve millî günleri... Hikmet Öner'in, "Yârâb" şiiri, Muhsin Bulutgöçer'in "Yan Bakma!" destanı, Rüstem Kocadurmuşoğlu'nun "Yaralı Asker" diyalogu, Cengiz Gökakın, Veli Gün ve Cahit Baltacı çevresindeki kale gibi kadronun tutuşturduğu ateşi unutmak mümkün mü?

Türk Ocağı'nın bu 3. dirilişi iyi organize edilmeli, bütün memle­kete duyurulmalıdır. Bütün ocak­lılara, kapılarından içeriye "siyaset" sokmayacaklarına dair yemin ettirilmelidir.

Prof. Dr. Orhan Düzgüneş'ten çıkarılacağı müjdesini aldığımız "Türk Yurdu" mecmuası geciktirilmeden yayın hayatına sokulmalıdır.

Bunlar yapılmalı ki. her şeyden mahrum yetiştirdiğimiz Türk ço­cukları gündelik politika, yalan­cı zevk ve ideolojiler dışında bir de Türk-İslâm mefkuresi bulun­duğunu öğrensinler.