Yarın bayram... İslâm âlemi olarak bir buruk bayram daha yaşayacağız. Uzakdoğu'dan-Avrupa içerilerine kadar uzanan 3 kıtaya serpilmiş Türklük âleminin Türkiye dışında "Bayram" yapamadıklarını düşünerek... Yeryüzünü imar vazifesiyle muvazzaf İslâm dünyasının rüşdünû ikmal edememiş yaşayışı, davranışları, ibtidailikleri yüzünden...
Nasıl bayram ederiz ki, 2 bin yıllık tarihin sırtımıza yüklediği vebalin henüz farkında bile değiliz. Varna'da, Şumnu'da, Filibe'de, Tuna boylarında domuz çobanlarının zebunu olmuşuz. Sadece Türk olduğumuz için izzet-i nefsimiz kırılmış. İskeçe'de, Gümülcine'de, Dedeağaç'da dün "Çorbacı" dediğimiz insanlara çorbacılık yapıyoruz. Taşkentler, Semerkantlar, Buharalar, Kırım-Kafkas-Azerbaycanlar artık bize yurt değil... Asıl anayurt olan bu yurtlar, şimdi soydaşlarımızın diri-diri girdikleri biteviye bir kabristan... Kerkük-Musul-Halep Türk sakinlerine birer toplu mezar...
Temyiz kudretini kazanmamış çocuklar gibi, İslâm dünyasının her yerinde görülen gariplikler var... Bir yanda servet çılgınlıkları, mal-mülk ve zenginliğin sebep olduğu gülünç semirmeler, tepinmeler; diğer yanda açlıktan ölen çocuklar, takattan düşmüş insanlar, telef olan hayvanlar...
İSLÂM DÜNYASI
Niçin böyleyiz? Bir yanda ağyara esaret, diğer yandan ağyar önünde, ağyarı güldürerek birbirini öldürme.. Bir yanda mirasyedi hovardalıkları, diğer yanda bir dilim ekmeğe, bir yudum suya el açma. Bu, İslâm ve Türklük âleminin kaderi midir?..
"Kader"i suçlamak, kaderi bilmemektir...
İslâm dünyası Endonezya'dan-Fas'a, Türkiye'den-Somali'ye dünyanın 26 milyon kilometrekarelik kısmını kaplayan bir büyük camiadır... Bir milyarlık camia...
Dünya petrol, tabiî gaz, kauçuk, kalay istihsalinin büyük kısmı İslâm âlemine nasip. Boksit, uranyum gibi bazı stratejik madenler de öyle... Müslümanlar'a. mevdu coğrafya, aynı anda 4 mevsimi birden yaşayan bereketli topraklar... Ayrıca değerlendirilmeyi bekleyen bakir ve zengin denizler, göller, nehirler...
Bütün bunlara rağmen ibtidai devlet politikaları, geri kalmış ekonomiler, önünü görmez bilmezlikler... İklimi, coğrafyası, tabiî kaynakları, teknolojik potansiyeli, dev insan gücü ve stratejik imkânlarına rağmen darmadağınık İslâm dünyası... Boşa akan nehirler, hâli araziler, faydalanılmayan yeraltı-yerüstü imkânları...
Bunun sonucu Afrika'da açlık, Ortadoğu'da kıtal, Uzakşark'ta esaret...
Ve biz inşallah yarın "Bayram" yapacağız. Bütün bunları düşünerek, bütün bunların burukluğu ile.. İçinde bulunduğumuz imkânlara, sahibolduğumuz nimetlere yine de şükrederek... Şükran-niyet, yeni nimetleri davet eder...
BAYRAMLARIN ONEMİ
Millet hayatımızda bayramların önemi çok büyük... Son yüzyılların millî terbiye şartları sebebiyle insanımız İslâmiyet'i tam öğrenemez, tam yaşayamaz oldu... Fakat şu dinî bayramlar var ya, işte onlarla tanışmayan; onları yaşamayan; kafasında bayramlardan intibalar, hatıralar, izler bulunmayan yok gibidir.
Birçoklarımız için "İslamiyet" işte bu "Bayramlar dan ibarettir. Namaz kılmasa da, oruç tutmasa da, ibadetlerle arası pek hoş olmasa da, herkes "Bayram"ın ne olduğunu bilir. Onun manevî havasını teneffüs eder, bayramlarla ilgili gelenekleri yaşar, yaşatır...:
"Bayram''dan kurtuluş yoktur. Bayram soluğundan, bayram molasından, bayram kurtuluşundan kurtuluş yoktur. Bayram şekeri, kurban eti, bayram tatili, bayram temizliği, bayram kıyafeti, bayramlaşma âdeti hep bayramın içtimai hayatımıza giren kaçınılmaz sonuçlarıdır.
Dinî "Bayram"lar, hem de muayyen dinî günleriyle ne zaman "Resmî" tatil oldu bilmiyorum. Araştırmaya değer. Bu uygulama olmasaydı da, bugün biz "Dinî bayram günleri resmen tatil olsun" deseydik, bazı kafalar bunun lüzumunu anlamaz, herhalde iftira silâhlarını kurcalamaya başlarlardı. Geçtiğimiz yıl içerisinde bir sempozyumda "Cuma günü öğle tatilinin cuma namazı saatına rast getirilmesi mevzuunda resmî ve özel işyerlerinden yoğun talepler var" dedik diye, bazı basın organları tecessüslerini nerelere kadar götürmüşlerdi... Bu mevzuda bir kanun ve mevzuat değişikliğine de ihtiyaç yoktu. Konu, mülkî amirlerin idarî yetkileri içerisinde idi... Bu yaygın istek karşılanabilse idi, "Türkiye'de dinî hürriyet yoktur!.. Çalışanların cuma namazı kılmalarına imkân tanınmamaktadırlar" şeklindeki sözler de sonuçsuz kalacaktı... Ama hayır, bazı aydın geçinenlerimiz, bazı tutkuları yüzünden, oyunu kaybetme pahasına kendi kalelerine gol atmaktan çekinmiyorlardı...
Sahi, bir "Şer'î" ve "Dinî" günü "Lâiklik" ile nasıl bağdaştırmışlar da, "Lâik" bir devlette resmî tatil yapmışlar, doğrusu araştırmaya, incelemeye, takdir tebrike değer...
Demek cumhuriyeti kuranlar, Türkiye'ye lâikliği getirenler, bizden daha "Laik", daha "Demokrat", daha batılı imişler...
"Laiklik"e de, devlete de hiçbir zararı dokunmayan; aksine "devlet"le "millet"in arasına açmaya yönelik istismarları önleyecek o kadar çok şey var ki!.. İnşallah bi gün gerçek laiklik, gerçek demokrasi demek olan o seviyeye de ulaşırız...
Yarın “Buruk” bir bayram kutlayacağız. Asıl bayramları ise, İslam dünyası olarak gerçek rüşdümüzü ikmal ettiğimiz zaman...