1986 yılından itibaren yıl ekim ayının ilk haftası Diyanet İşleri Başkanlığı’nca "Camiler Haflası" olarak kabul edildi. Bu hafta boyunca Türkiye çapında "Camiler" üzerine eğilinecek; camilerin tertip, düzen, bahçe tanzimi, cami mimarisi, kısaca cami hizmetleri değerlendirilecek...
BİR HATIRA
Adana İmam-Hatip Lisesi'nde okuduğum günleri hatırlarım. Milletimizin "Cami" inşasına istek ve koşusu malûm. Her yerde bir cami inşaatı... Belli yaşlarda insan kendisini "Bir şeyler" zannedermiş. O hesap, biz de vesileler bulur, halka "Cami" yerine imam-hatip okulu yapmalarını telkin ve tavsiye ederdik, öyle ya, imamsız ve cemaatsiz cami neye yarar?. İmam-hatip liseleri, makine yapan makine gibi, "Cami "de yapacak kurmaylar yetiştiren müesseseler değil mi?. Hem imam-hatip liselerinin içinde "Cami" de mevcut. O halde "Cami" değil, okul yapmalı... öyle derdik...
Bu telkin, yorum ve yaklaşım, el-hak doğru idi... Fakat, biz sonradan bir "doğru" daha öğrendik. Cami müessesesi, gerçekten de çok önemli. 1976 yılında karayolu ile Bulgaristan'dan geçtik.
1978 yılında Sovyetler, 1980 yılında Yunanistan'daki Türk bölgelerinde bulunduk. Batı Trakya, Bulgaristan ve Sovyetlerdeki Türk bölgeleri, işte o camilerle Türk ve Müslüman kalmış. Hani Lozanda Yunan delegasyonu Edirne'nin Yunanistan'a ait olduğunu söylemiş... İngiliz delegasyonu buna itiraz etmiş: "-Hadi Edirne'nin Yunanistan'a ait olduğunu kabul edelim. Ya şu Selimiye'yi ne yapacağız?" demiş. Muhteşem Selimiye, böylece Türk delegasyonunun itiraz ve savunmalarına hacet kalmadan Edirne'yi kurtarmış...
Öyledir. Camiler kalıcı, sağlam yapılarıyla, bulundukları yerin tabir caizse bize ait tapuları, mühürleri olmuşlardır.
BİR YARIŞ Kİ!..
İlk cami " Mescid-i Kuba" ve "Mescid-i Nebi" bizzat cihan peygamberinin de katıldığı sahâbiler eliyle yapılmıştı. Ondan sonra devletler devletlerle, şahıslar şahıslarla bir yarışa girdiler, cami inşası, tamiri için... "Beytü'l-mâl" tüzel kişiliği, "Vakıf" tüzel kişiliği yan yana... Devlet himayesinde cami mimarisi geliştirildi.
Halife sultanlar cami mimarisi ile bizzat ilgilendiler. Osmanlı cihan devletine gelindiğinde, sultanlar adına "Salâtîn" camiler yapıldı. Bazı "Paşa" ve "Valide" sultanlar da bu yarışa katıldılar. Fatihler, Beyazıtlar, Süleymaniyeler, Selimiyeler, Sultanahmetler bu salâbetin, bu gayretin eseridir.
İslâm âleminin dikkatlerinin "Hilâfet" merkezine çekilmesi arzusunun, bu gayretin hareket noktası olduğu söylenir. Bir fikir... Belki de mucib sebeplerden sadece biri bu... Asıl maksat ise şüphesiz "İ’lây-ı Kelimetullah"ı sadece cephelerde değil, yurdun imarında da göstermek; İslâm imanını Türk-İslâm esprisini taşa-toprağa kazıyarak kazanmak arzusu idi...
Bu toprakları "Türk" ve "İslâm" yapan, işte bu salâbet, bu gayrettir. Devletle-milletin yarıştığı bu gayret...
Türk tarihinin en parlak sayfalarının yazıldığı devrede sadece Süleymaniye Camii'nde 485 muvazzaf personel varmış. Bunlardan 297'si "Din hizmeti" yaparmış...
Tek bir camide 485 resmî personel acaba ne yapardı?..
Demek "Cami" müessesesi "İsmi" ve "Müsemması" ile bu demek!.. Herhalde sadece "Ezan" ve "Namaz" demek değil... Camiyi "Namaz" zamanı açmak, namazdan sonra kapatmak hiç değil...
YA BUGÜN!..
Son 3 çeyrek yüzyıllık dönem, fizikî yapı itibariyle camilerin şahıs ve cemaatlere mevdu olduğu dönem...
Nüfus çoğaldıkça yeni camilere ihtiyaç doğdu, "Şahıs" ve "Cemiyet"ler, mazi ve istikbali düşünmeye vakit ve imkân bulamadan o günkü ihtiyacı giderecek "Dört duvar bir tavan" camiler yaptılar. Vasıfsız, üslupsuz camiler... İmkânları sadece ona yettiği için... Bir de herhalde son birbuçuk yüzyılın fikrî kuraklığı sebebiyle...
Bu yanlıştır... Zira "Devlet" süreklidir. Yurdun, devletin sürekliliği ile mütenasip şekilde imarı şart. Hele camiler bir de bu toprakların Türklük ve Müslümanlık damgası vuran kalıcı mühürleri ise...
Türkiye'nin 6'ıncı cumhurbaşkanı Fahri KORUTÜRK, 1976 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı'nı ziyaret etmişti. Kocatepe Camii'ni uzaktan seyretmiş; beğenmiş olacak ki, tarihimizde olduğu gibi bir "Cami mimarisi" geliştirilmesini, bunu da "Devlet" olarak bizim yapmamızı, vatandaşa yol göstermemizi tavsiye ve temenni etmişti...
Bugünkü başkan o zaman başkan yardımcısı idi. O gün-bugün bir “Cami mimarisi”nden sözedilir. Diyanet ve Diyanet Vakfı olarak "Köy", "Mahalle", "Şehir" diye bazı projeler de geliştirildi. Devlet-millet işbirliğine örnek olarak da "Kocatepe Camii" ele alındı. Fakat bu iş yine de ciddî bir disipline kavuşturulamadı.
Şimdi bir taraftan "Vakıflar Genel Müdürlüğü" cami yapım ve onarımı için bütçesini artırırken, diğer yandan "Cami" ve "örnek cami" inşası için genel bütçeden resmî ödenekler ayrılıyor.
Demek bir uzunca inkitadan sonra "Devlet" yeniden devreye giriyor. Doğru olan da budur.
Devlet-millet bir bütünse; "Cami" müessesesinin millet hayatımızda, vatanın Türk ve Müslüman olarak devamlılığı üzerinde bir müsbet fonksiyonu varsa, bu konuda devlet-millet işbirliği devam etmelidir.
"Camiler Haftası" bu bakımdan da isabetlidir, manâlıdır.