Tecrübeli maarifçi Kemalettin ERDİL, "okullar açılırken" niçin bir ''Sohbet" yapmadığımı sordu. Cevap vermekte güçlük çektim. Sayın Emiroğlu'ndan önceki iki öğretim yılında bu köşede "millî eğitim" üzerine 10 hafta kadar süren "Sohbet" ler yayınlamıştım. "Varak-ı mihr-i vefayı kim okur, kimi dinler?.."
SİSTEM PROBLEMİ
Türk Millî Eğitimi'nin başta gelen problemi kanaatimce "sistem" problemidir. "Genel eğitim" ağırlıklı, ezbere dayanan, "millî"lik vasfı sadece adında kalan bir "maarif" sistemi mi, yoksa "meslekî eğitim" ağırlıklı, hayata hazırlayan, sadece adıyla değil, gerçekten "millî" olan bir eğitim mi?...
Batı'da son çeyrek yüzyıl içerisinde "eğitici öğretim" ağırlık kazanmaya başlamıştır. Sadece öğretim değil, belki sadece eğitim de değil, "eğitici-öğretim"... Yani eğiterek, öğrettiğine inandırarak, belli bir yön ve hedef çizerek öğretim. Telkine dayalı öğretim. Bizdeki imkân ve sistemle bu nasıl olur, takdir buyurunuz...
Aynı şeyleri ilkokulda da, ortaokulda da, lisede de okuduk. Unutup-unutup, yeniden ezberledik. Neye yaradı? Bilgisayar çağında bugün çarpım cetvelini bile hafızaya yük yapmaktan vazgeçilmiştir, önemli olan, çocuğun hafızasını kuru olay ve bilgilerle doldurmak değil, ona bir hayat tercihi, muhakeme gücü kazandırmaktır. Kendine güvenen, milletine inanan, tarihini seven, bastığı yeri bilen insan yetiştirmek, her eğitim sisteminin ana konusudur.
Millî terbiye, yaşanan bir olaydır. Belli derslerde verilen kuru bilgilerle değil, bütün hayata sindirilerek verilir. O halde şahsiyeti besleyen millî terbiye, bütün derslerle irtibatlı olarak verilmeli; resmî dersler ile şahsiyet arasında köprüler kurulmalıdır.
Bu bakımdan "genel eğitim"le “meslekî ve teknik eğitim” ayrı-ayrı yeniden ele alınmalıdır. Ana sınıflarından başlayarak, üniversitelere kadar okutulan bütün dersler harman edilip önümüze konulmalı, bu derslerden hangileri hangi seviyede ne kadar okutulacak, yeni baştan tesbit edilmelidir. İnsan için lüzumsuz bilgi yoktur. Fakat hangisi hangi yaşta, hangi branşta, bu tesbit edilmelidir. El oğlu Türkiye'nin dağını, denizini, ırmağını, deresini de öğretiyor ama, her okulda, herkese değil... Çoğu, Türkiye'nin dünyanın neresinde olduğunu bile bilmez.
Branş ve meslek eğitimi yeniden ele alınmalı, her halükârda ilkokula dayandırılmalıdır.
Okumak, imtihana girmek, sınıf geçmek bir kâbus olmaktan çıkarılmalı, bir zevk haline getirilmelidir. İlkokulu bitirdikten sonra genel veya meslekî eğitim tercihini yapan çocuk, artık üniversiteye "girme-girmeme" kâbuslarıyla büyümemelidir. Derslerine çalışan, sınıfını geçen, okul disiplinine ayak uydurabilen her çocuğa lise ve üniversite kapısı açık olmalıdır.
İnsan zihni dinamik bir güçtür. İlkokul dördüncü sınıftan itibaren paralı kurslara devam edip Fen ve Anadolu liselerine girebilen; pahalı kurslarla üniversite kapısını aralayabilenler dışındaki yüzbinlerce çocuğun yapıcı, icat edici, dinamik zekâ potansiyelini devreden çıkarıp, âtıl bırakmak, akıllı bir eğitim politikası olabilir mi?..
Meslek liseleriyle aynı branşta olan yüksek okul ve fakülteler, kapılarını kendi menşeinden gelenlere niçin biraz daha çok açmaz?.. Öğrenci, daha lise sıralarında, ileride tercih edeceği bir yüksek öğretim dalına niçin yönlendirilmez?..
SEVGİ UNSURU
Millî eğitimde noksan olan başka bir unsur, "sevgi" unsurudur. Şeklî öğretim sadece akla hitabeder. Halbuki insan aklı, duyguları, hattâ şuuraltı ile bir bütündür. Bizim henüz ulaşamadığımız modern eğitim, insanı sadece "aklı" ile değil, his dünyası ve şuuraltı temayülleri ile birlikte değerlendiriyor.
"Tarih" rakam ve tarihlerden ibaret değildir. Fetihlerimizdeki insanlık idealini, ruh heyecanını, millî zenginliği sevdirememişseniz, ona tarih öğretimi demeyiniz!..
Türk yurdunun güzelliklerini, diğer ülkelerden farkını, bize benzerliğini anlatamamışsanız, bu topraklar nasıl millî coğrafya olur!..
"Edebiyat" ekol ve kalıplardan ibaret olmamalıdır. Edebiyatımızın, şiirimizin, musikimizin bize mahsus anlatım gücünü benimsemeyen, onun millî ahenk ve ritmi ile nasıl coşar?..
"Din dersi" öğretimi birtakım şeklî bilgi ve ezberlerden ibaret ise, bunun adına "din eğitimi" denilmemelidir. İslamiyet'in cihanşümul mesajını içinde duymayan, bu heyecanla secdeye kapanmayan insana nasıl din tahsili yaptırdık deriz?..
Eskiden tepelerimizin, derelerimizin bile efsaneleri, destanları vardı. "Bilgi" denilen ilâhi nimete "kutsiyet" dozu katmıştık. Onun için hayatımızın tadına varıyor, yaşamayı "İbadet" sayıyorduk.
Millî tarihimiz, coğrafyamız, inançlarımız, geleneklerimiz karşısında heyecan duymayan nesiller ne tarih yazabilirler, ne yurt kurabilirler, ne millet olabilirler.
ÖĞRETMEN UNSURU
“Eğitim” mes'elesi büyük ölçüde öğretmen mes’elesidir, öğretmenin okuttuğunu bilmesi kadar; ahlâkı, şahsiyeti, karakteri de önemlidir. Onun "aile" huzuru, "ekonomik" huzuru, "okuldaki" huzuru bu şahsiyet modelinin çizilmesinde fevkalâde önemlidir.
Yaklaşık altı buçuk milyon ilkokul, iki milyon ortaokul, bir milyon lise öğrencisi için bir koşu daha başlamıştır.
Öğretmeni, öğrencisi, velisi ve yüksek okulda okuyanı ile bu, bütün bir Türkiye demektir. Bu koşu ile bu defa inşallah bir yerlere varırız...