Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
OKULLAR AÇILIRKEN - 5 Ağustos 1986

Tecrübeli maarifçi Kemalettin ERDİL, "okullar açılırken" niçin bir ''Sohbet" yapmadığımı sordu. Cevap vermekte güçlük çektim. Sa­yın Emiroğlu'ndan önceki iki öğretim yılında bu köşede "millî eğitim" üzerine 10 hafta kadar süren "Sohbet" ler yayınlamıştım. "Varak-ı mihr-i vefayı kim okur, kimi dinler?.."

SİSTEM PROBLEMİ

Türk Millî Eğitimi'nin başta gelen problemi kanaa­timce "sistem" problemidir. "Genel eğitim" ağırlıklı, ez­bere dayanan, "millî"lik vasfı sadece adında kalan bir "maarif" sistemi mi, yoksa "meslekî eğitim" ağırlıklı, hayata hazırlayan, sadece adıyla değil, gerçekten "millî" olan bir eğitim mi?...

Batı'da son çeyrek yüzyıl içerisinde "eğitici öğretim" ağırlık kazanmaya başlamış­tır. Sadece öğretim değil, bel­ki sadece eğitim de değil, "eğitici-öğretim"... Yani eği­terek, öğrettiğine inandırarak, belli bir yön ve hedef çi­zerek öğretim. Telkine dayalı öğretim. Bizdeki imkân ve sistemle bu nasıl olur, takdir buyurunuz...

Aynı şeyleri ilkokulda da, ortaokulda da, lisede de oku­duk. Unutup-unutup, yeniden ezberledik. Neye yaradı? Bilgisayar çağında bugün çar­pım cetvelini bile hafızaya yük yapmaktan vazgeçilmiş­tir, önemli olan, çocuğun ha­fızasını kuru olay ve bilgiler­le doldurmak değil, ona bir hayat tercihi, muhakeme gü­cü kazandırmaktır. Kendine güvenen, milletine inanan, ta­rihini seven, bastığı yeri bilen insan yetiştirmek, her eğitim sisteminin ana konusudur.

Millî terbiye, yaşanan bir olaydır. Belli derslerde verilen kuru bilgilerle değil, bütün hayata sindirilerek verilir. O halde şahsiyeti besleyen mil­lî terbiye, bütün derslerle ir­tibatlı olarak verilmeli; resmî dersler ile şahsiyet arasında köprüler kurulmalıdır.

Bu bakımdan "genel eğitim"le “meslekî ve teknik eğitim” ayrı-ayrı yeniden ele alınmalıdır. Ana sınıflarından başlayarak, üni­versitelere kadar okutulan bütün dersler harman edilip önümüze konulmalı, bu derslerden hangileri hangi se­viyede ne kadar okutulacak, yeni baştan tesbit edilmelidir. İnsan için lüzumsuz bilgi yoktur. Fakat hangisi hangi yaşta, hangi branşta, bu tes­bit edilmelidir. El oğlu Tür­kiye'nin dağını, denizini, ırma­ğını, deresini de öğretiyor ama, her okulda, herkese de­ğil... Çoğu, Türkiye'nin dün­yanın neresinde olduğunu bi­le bilmez.

Branş ve meslek eğitimi ye­niden ele alınmalı, her halü­kârda ilkokula dayandırılmalıdır.

Okumak, imtihana gir­mek, sınıf geçmek bir kâbus olmaktan çıkarılmalı, bir zevk haline getirilmelidir. İl­kokulu bitirdikten sonra ge­nel veya meslekî eğitim terci­hini yapan çocuk, artık üniversiteye "girme-girmeme" kâbuslarıyla büyümemelidir. Derslerine çalışan, sınıfını ge­çen, okul disiplinine ayak uy­durabilen her çocuğa lise ve üniversite kapısı açık ol­malıdır.

İnsan zihni dinamik bir güçtür. İlkokul dördüncü sı­nıftan itibaren paralı kursla­ra devam edip Fen ve Anado­lu liselerine girebilen; pahalı kurslarla üniversite kapısını aralayabilenler dışındaki yüzbinlerce çocuğun yapıcı, icat edici, dinamik zekâ potansi­yelini devreden çıkarıp, âtıl bırakmak, akıllı bir eğitim politikası olabilir mi?..

Meslek liseleriyle aynı branşta olan yüksek okul ve fakülteler, kapılarını kendi menşeinden gelenlere niçin biraz daha çok açmaz?.. Öğ­renci, daha lise sıralarında, ileride tercih edeceği bir yüksek öğretim dalına niçin yön­lendirilmez?..

SEVGİ UNSURU

Millî eğitimde noksan olan başka bir unsur, "sevgi" unsurudur. Şeklî öğretim sa­dece akla hitabeder. Halbuki insan aklı, duyguları, hattâ şuuraltı ile bir bütündür. Bi­zim henüz ulaşamadığımız modern eğitim, insanı sade­ce "aklı" ile değil, his dün­yası ve şuuraltı temayülleri ile birlikte değerlendiriyor.

"Tarih" rakam ve tarihler­den ibaret değildir. Fetihlerimizdeki insanlık idealini, ruh heyecanını, millî zenginliği sevdirememişseniz, ona tarih öğretimi demeyiniz!..

Türk yurdunun güzellikle­rini, diğer ülkelerden farkını, bize benzerliğini anlatamamışsanız, bu topraklar nasıl millî coğrafya olur!..

"Edebiyat" ekol ve kalıp­lardan ibaret olmamalıdır. Edebiyatımızın, şiirimizin, musikimizin bize mahsus an­latım gücünü benimsemeyen, onun millî ahenk ve ritmi ile nasıl coşar?..

"Din dersi" öğretimi bir­takım şeklî bilgi ve ezberler­den ibaret ise, bunun adına "din eğitimi" denilmemeli­dir. İslamiyet'in cihanşümul mesajını içinde duymayan, bu heyecanla secdeye kapanmayan insana nasıl din tah­sili yaptırdık deriz?..

Eskiden tepelerimizin, de­relerimizin bile efsaneleri, destanları vardı. "Bilgi" de­nilen ilâhi nimete "kutsiyet" dozu katmıştık. Onun için hayatımızın tadına varıyor, yaşamayı "İbadet" sayıyorduk.

Millî tarihimiz, coğrafyamız, inançlarımız, gelenekle­rimiz karşısında heyecan duy­mayan nesiller ne tarih yaza­bilirler, ne yurt kurabilirler, ne millet olabilirler.

ÖĞRETMEN UNSURU

“Eğitim” mes'elesi büyük ölçüde öğretmen mes­’elesidir, öğretmenin okuttu­ğunu bilmesi kadar; ahlâkı, şahsiyeti, karakteri de önem­lidir. Onun "aile" huzuru, "ekonomik" huzuru, "okuldaki" huzuru bu şah­siyet modelinin çizilmesinde fevkalâde önemlidir.

Yaklaşık altı buçuk milyon ilkokul, iki milyon ortaokul, bir milyon lise öğrencisi için bir koşu daha başlamıştır.

Öğretmeni, öğrencisi, velisi ve yüksek okulda okuyanı ile bu, bütün bir Türkiye de­mektir. Bu koşu ile bu defa inşal­lah bir yerlere varırız...