Türk insanında bir "değer boşluğu" vakıası mevcut...
Kimimiz “dindar”ız. İnançlarına, geleneklerine bağlı insan görüntüsü sergileriz. Fakat içimize bir girseniz, çeşit-çeşit çelişkiler bulursunuz. Bir defa, inanç ve geleneklerine bağlı olmanın asgarî fikriyatına sahip değiliz. Fikir planında "Müslüman" ve "Türk" olmanın sınırlarında, muhtevasında kanaat birliğimiz yok. "Din" ile "Milliyet"in kesiştiği "İnce" noktalan bilmek nerde, öğrenmeye bile vakit, imkân ayırmayız. "Müslüman’ım" diyenin, "Türk'üm" demekten; "Türk'üm" diyenin, "Müslüman'ım" demekten korktuğu bile olur. Zira "Din" ile "Milliyet"i birbirine "Zıt" sayanlar çıkar. "Türk" değil, "Türkiyeliyim" diyenler çıktığı gibi... Pratik hayatta da, "İnandığı" ve "Söylediği" ile "Yaşadığı" birbirine uyan kaç kişi var aramızda? "Faizci düzen" diye, "Düzen"e çata çata, "Masa"lar edinenleri, "Kasa"lar dolduranları çok gördük. "Devlet"e topyekün karşı çıkan; "Devlet" sözkonusu olunca "Hele bir yıkılsın da görelim" diyen; fakat "Yıkılsın" dediği devletin kilit noktalarına tırmananları da... "Din''darlığı kimseciklere bırakmadığı halde. "Din" adına yanlış fetvalar verenleri; siyaset, ticaret, rekabet, nefsaniyet uğruna vatandaşı bölük-pörçük dağıtanları da bunlara ekleyiniz...
Kimimiz "Batıcı"yız. "Çağdaş", "Medeni" insan görüntüsü veririz. Fakat içimize bir girseniz, çeşit-çeşit tenakuzlar bulursunuz. Bir defa "Batılı", "Medeni" olmanın asgarî nazariyatına sahip değiliz. "Batı" her şeyden önce "Fikriyat", "Muhteva" demektir. Biz "Batı"nın alâmet-i farikası olan "Fikir" ve "Muhteva"yı bırakırız da, onları kılık-kıyafet, günlük yaşayış, eğlence, sofra âdetleri ile taklide yelleniriz. "Batılı" her şeyden önce "Demokrat"tır. İnanca, düşünceye, şahsiyete, kısaca topyekun insana saygı gösterir. Bizde ise "Batıcı"lık, inançlara, geleneklere savaş açmakla başlar. Yei yetişenlerimize hangi ciddi fikriyatı, sahsiyeti verebiliyoruz?.. "Müslümanız" diyenler Müslümanlığı, "Türk'üz" diyenler Türklüğü, "Batılıyız" diyenler, Batı'yı biliyorlar mı?.. Bunlar, bu içtimaî değerler, birbirlerine zıt şeyler mi?..Bunların bir sentezi yok mu?..
ŞAHSİYET BUNALIMI
Bu şahsiyetsizlikle "Devlet" olarak nasıl ayakta kaldığımıza her zaman şaşmışımdır. Coğrafya olarak, Sovyetler'in kucağında; strateji olarak Sovyet-Amerîkan çekişme ve menfaat alanında; siyasî vakıa olarak da, bir ateş çemberi ortasında...
Makûl cevabı hep, bu milletin derin millet olma tecrübesinde bulurum. Yoksa ne okulda, ne ailede, ne kültür ve terbiye vasıtalarımızda yeni yetişenlerimize bir "Şahsiyet" verebildiğimiz var!..
"Okul"u, "Aile"yi, "Yaygın eğitim" vasıtalarını bir-bir gözden geçiriniz:
Okullarımız kuru "Ezber" sistemine dayanıyor. Tartışma, muhakeme gücü, bilgisine güvenme, hele hele kendine, tarihine, millî değerlerine saygı realitesini aramayınız. Arasanız da bulamazsınız. Bizde en kolay edinilen, en ucuz meslek "Öğretmenlik" değil mi?.. O halde, bundan daha ilerisini bekleyemezsiniz!..Bir "Baba"yı hatırlarım: Anarşiden, terörden, hapiste yatan onbinlerce Türk gencinden sözediyorduk. "Okula göndermediğimiz evlâtlarımızın her şeyini tekeffül ederiz. Ama okula gönderdiklerimiz için bir şey diyemeyiz" diyordu. Bütün bir "Millet"in, millet çoğunluğunun, "Baba" bildiği "Devlet"ine kahırlı sitemi idi bu!..
"Aile" tek başına millî eğitim, millî terbiye hizmetlerini yüklenemez. Hem nasıl yüklensin?.. Bu geçim, hayat şartlarında... Biz anne-baba olacaklara ne verdik ki, onlar da onları evlâtlarına versinler?..
"Yaygın eğitim" vasıtaları mı?.. Yani sinemalar, tiyatrolar, yazılı basın, radyo ve televizyon... Geçiniz!.. Okulun, ailenin veremediğini onlar mı verecek?.. Okulda ve ailede verilmeye çalışılanı elimizden almasınlar da...
Bu ortam ve şartlarda istikbale güvenle bakamayız... Yeni yetişenlerimize bakınız! Hepsi keskin bıçak gibi... "Sağcı" olanı da, "Solcu" olanı da... Müslümanlığı savunanı da, milliyetçiliği seçeni de... Birbirine saygı, müsamaha yok... Zira her şeyden önce, savundukları mefhumları, müesseseleri tam bilmiyorlar. Bu fikirleri bir "Moda", "Geçici heves", karşısındakilere "Reaksiyon" duygusuyla benimsemişler... Ortada "Tutarlı", "Misyon"u olan, "Toparlayıcı" bir millî tercih göremeyince de, işte böyle bazen düalist, bazen plüralist şahsiyet sertliklerine, çelişkilerine bunalımlarına düşüyorlar.
ÇARE NEDİR
O halde çare nedir?.. Çare, önce "Millî kültür", "Millî terbiye", "Millî şahsiyet" konusunda yeni bir "Müfredat", "Üslûp", "Strateji" tesbiti yapmaktır.
"Müslüman" mıyız?.. Evet... "Türk" müyüz?.. Şüphesiz... "Batılı" ve "Çağdaş" olmak zorunda mıyız?.. Ona da pekâlâ... O halde bu 3 kaçınılmazı birbirleriyle kavga ettirmekten vazgeçelim... Bunların sentezi "Müslüman-Türk-Medenî Türkiye"dir... Aslında "Müslümanlık"ın içerisinde medenî olmanın bütün şartları da, milletine ve milliyetine sahip çıkmak da mevcuttur. Bizim "Millet" ve "Milliyet" anlayışımızda "Din"e saygı başta gelir. Millet ve milliyet anlayışımızda, “Batı”yı Batı yapan fikir, inanç hürriyeti, her türlü ilerleme ve kalkınma şartları mevcuttur. "Batı"lı olmaya gelince: Batılı "Din"ine de, "Millet"ine de asabiyetle bağlıdır.
"Din"i red,"Milliyet"i inkâr psikozu ile "Batılı" olma ham hayaline kapılmayalım. Bizim bu halimize "Batılı" da güler...
Bir millet, diğer toplumlardan ayrı kıymet hükümleri, millî değerleri ile millet olur. Yoksa, özendiği taklit ettiği kültürlerin içerisinde erir-gider... Tarih buna şahittir...