Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
BU MİLLETİ ANLAMAK - 26 Aralık 1986

“Din”   hakkında,   "din okulları'' hakkında, "dinin "irtica" ile irtibatlandırılması hakkında yetkili-yetkisiz sözedenler, bu milletin içine hiç girdiler mi bil­miyorum. Sofrasına oturdular mı?.. Düğününde, derneğinde, cenazesin­de bulundular mı? Onlarla bir "kandil" bir "bayram" yaşadılar mı? Bir Ramazan günü onlarla "sahur"a kalktılar, iftar sofrasına otur­dular mı? Mahalle camiine gidip on­larla bir "teravih" kıldılar mı?

Onu, yeni doğan çocuğunun ku­lağına ezan okurken gördüler mi? Perşembe akşamı olunca, "Geçmiş­lerimiz bizden fatiha bekliyor" diye, onlarla birlikte, seccadenin üzerine diz çöküp ellerini "Rahmet-i Rahman"a açtılar mı?

Bütün bunları geçtik, ne yer-içerler, sofra âdabları nedir, nasıl ya­şarlar, nelerden "heyecan" duyarlar, bilirler mi? Onların konuştuğu dil­den konuşurlar mı?

Elin adamı Afrika'nın balta girme­miş ormanlarını, uçsuz-bucaksız çöl­lerini dolaşıyor da, oralarda buldu­ğu 3-5 ailelik ibtidaî kabilelere bir şey telkin etmek için onlara, önce ken­dini kabul ettirmenin yollarını arıyor. Onların "dil"lerini öğreniyor, "din" ve geleneklerini inceliyor, onlar gibi yaşıyor. Kendi "kültür"ünü aşılamak için önce onların heyecanlarını, tut­kularını, zevklerini, nefretlerini öğ­reniyor. Onlara o metotla yaklaşı­yor...

Ya siz, ey bu milletin kültüründen, "çağdaşlaşma"sından, "batılılaş­ma”sından kendini sorumlu sayan­lar! Söyler misiniz, sizin bu millete yaklaşma usulünüz, onu kendinize inandırma metodunuz nedir? Bizim onu getirmek istediğimiz mesafeleri çoktan aşmış bu milletin "hayat tercihi"nden haberiniz var mı? Onun heyecanlarıyla, bir defa olsun heyecanlandınız mı? Onun anladığı dilden bir defa olsun konuştunuz mu?Onun gönül deryasında bir defa ol­sun yüzdünüz mü?

BİR ÖRNEK

21Aralık 1986 Pazar günü, İstan­bul Beyazıt Camii'nde bir mevlidde idim. Konuşulanlara şöyle bir kulak verdim: "Din" ve "devlet" yanyana telaffuz ediliyordu. Camide, Allah'ın evinde, "Türkiye Cumhuri­yeti devleti"nin, bölgesinde "istikrar unsuru" olduğundan sözediliyordu. "Allah bu milleti devletsiz, hürriyetsiz bırakmasın!" deniliyordu. Daha bir gün önce, Yunan sınırımız İpsala'da şehit düşen, kanı henüz soğumamış taze şehitlerimizle Çanakka­le, Kocatepe, Bedir şehitleri arasında irtibatlar kuruluyordu.

Bunları dinlerken, birkaç hafta önce Mustafakemalpaşa'da dinlediğim bir vaaz, kulaklarımda çınladı. Ora­da da aynı irtibatlar, aynı nüanslar, incelikle işleniyordu. Bir ibadethanede, kürsüde konuşan fesli-sarıklı ho­ca tarafından.

"Camide mahallî, milli konular değil, cihanşümul, âlemşümul mevzular işlenir" demeyiniz bana...

Bu millet ve din görevlilerimiz, Tür­kiye'nin stratejik konumunu çok iyi biliyor. Kendi mahallî-millî konula­rının bile, İslâm ülkelerinin tamamını ilgilendirdiğinin şuurunda. Bu se­beple, kafasında "devlet" imajı ile "din" imajı birleşiyor. Birine "mil­lî", diğerine "dinî" değeri olarak bakıyor. "Millî" ve "dini" değerleri­ni baştacı ediyor.

Bu millet, büyük millî problemle­ri aynı anlayışla aşmadı mı? İstiklâl Harbi kalkışmasını aynı ruhla yapmadı mı?

BİR YANLIŞ Kİ!

Şimdi, önemli köşebaşlarını tutmuş bazı bürokrat, politikacı, ba­sın mensubu, hattâ mercilerin "din" değerlendirmesiyle, geniş ve geleceğin kıymet hükümlerini isabetle te­lif etmiş millet çoğunluğunun şu ta­rihî tavrını bir mukayese ediniz! Bir ona bakınız, bir de buna!..

Bir emekli din görevlimiz bazı ga­zetelerin "din" konusundaki, "bilmezlik"ten kaynaklanan yayınlarını gösterdi. Camiye gidenlerin artma­sından, imam-hatip liseleri ve Kur­’an kurslarının varlığından şikayet eden yayınları... "Biz" dedi, "din ca­miası olarak, şu yayınlara rağmen devlete küsmüyorsak; devletten kopmuyorsak, devleti onlardan çok sevdiğimizdendir." Ömrünü cami kür­sülerinde, mihrap ve minberlerde tü­ketmiş ak sakallı emektar din görev­lisi böyle diyordu. Doğru diyordu. Bir başka görevlimiz, bu "methum kargaşası"; "Kur'ân kursu", "öğren­ci pansiyonları" iltibası; "din hizmeti" ve "din eğitimi" ile "irtica"nın habire irtibatlandırılması se­bebiyle; hele de bazı üst yöneticile­rin "üslûp" yanlışları yüzünden iş­lerinin güçleştiğinden; camide "din-devlet" imajını işlemenin bu yüzden zorlaştığından sözediyordu.

Ne yapıyoruz? Başında sarığı, sır­tında cübbesi, ağzında duası ile bu memleketin iyileşmesinden başka bir şey düşünmeyen bu insanları küstür­mekle, kime hizmet ediyoruz?

Bu milletin 10 asırlık değişmez temel kıymet hükmü olan "din" ve dinle irtibatlı konularda "lâf" etmek için çok düşünmeli, az konuşmalıdır.

Biz, sınırlarımızı bekleyen; tarlamızı-bahçemizi ekip diken, fab­rikamızı, işyerlerimizi işleten; vergi­leriyle, dualarıyla devleti ayakta tu­tan; yarın mecbur kalınca "Kalkın ey ehl-i vatan!" deyip, cepheye süreceğimiz kendi öz milletimizin inançlarını sahnelerde, sayfalarda "Vurun abalıya" zihniyetiyle tahkir ve terzil ederken, elin oğlu ibtidai Afrika ka­bilelerinin tamtamlarını bile medenî bir jest ve anlayışla karşılıyor. Sırf onlara kendisini kabul ettirebilme için.

Bu milleti yönetenler, önce "milleti" anlasınlar. Göreceksiniz, her şey nasıl kolaylaşacak.