Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
AKİF’İN KAVGASI - 2 Ocak 1987

Mütefekkir, san'atkâr, iman ve dâva adamı M.Akif Ersoy'un irtihalinin üzerinden 50 yıl geçmiş. 50 yıl önce "Mil­let töreni" ile uğurladığımız onu nihayet yarım yüzyıl sonra "Devlet töreni" ile an­ma noktasına gelmişiz. Millet büyükleri­nin nisyana terkedildiği bir ortamda, bu bile ne güzel!

Büyük insanlar sadece "Hal"e değil, aynı zamanda "İstikbal"e hitab ederler.

M.Akif’in mücadelesine, tebliğlerine, telkinlerine, kavgalarına bir bakınız. Sa­dece "Dün"e değil, bugüne de seslenmiş. Asıl bugüne seslenmiş.

AYDIN YABANCILAŞMASI

“Münevver (aydın)” mes'elesi üzerinde durmuş. "-Yazık, hâlâ biz dün­kü ilmin bile bigânesiyiz, cahiliyiz" de­miş. "Aydın yabancılaşması"na karşı çık­mış. "Ne varsa Şark'ta vardır diyenler, yalnız Garp'ı değil Şark'ı da bilmiyorlar. Ne varsa Garp'da vardır iddiasını ileri sü­renler ise yalnız Şark'ı değil, Garp'ı da tanımıyorlar" teşhisini koymuş. "Garp medeniyeti"nin temsil ettiği yeni teknik buluşların, İslâm'ın özünde zaten mevcut müsbet ilim kanun ve anlayışıyla te'lif edilmesini teklif etmiş. İslâm'ın kendi öz dinamiğinde varolan terakki, ilerleme çe­kirdeğini yeşertmenin yollarını aramış.

"Taklit"e karşı çıkmış. "Daima mu­kallit - hem de fena bir mukallit olmuşuz" diye dert yanmış. Milyonlar harcayarak açtığımız "Âlî Mektepler"e rağmen ya­tırım planlarımızı yabancılara yaptırdığı­mızdan, teknik işlerimizi yabancılara ıs­marladığımızdan yakınmış: "Bir alay mekteb-i âli denilen yerler var/ Sorunuz bunlara millet ne verir, milyonlar./ Şu ne, mülkiye; bu tıbbiye; bu bahriye; o ne?/ O mu baytar... Bu ziraat; şu mühendishane/ Çok güzel... Hiçbiri hakkında sö­züm yok, yalınız/ Ne yetiştirdi ki şunlar acaba, anlatınız.../ İşimiz düştü mü ter­saneye, yahut denize/ Mutlaka adetimiz­dir, koşarız İngiliz'e/ Bir yıkık köprü için, Belçika'dan kalfa gelir/ Hekimin hazıkı, bilmem nereden celbedilir/ Hani tezgâh­larınız nerde, sanayi nerde?/ Ya Brüksel’de, ya Berlin'de, Mançester'de..."

Bu taklitçilikle bir yere varamayacağı­mızı görmüş. Batı ile teknik alışverişe ta­raftar olmuş. Ama Avrupa'ya gönderdi­ğimiz öğrencilerin orada kendilerini kısa zamanda kaybettiklerini tesbit etmiş, dertlenmiş: “Fransız'ın nesi var, fuhşu bir de ilhadı/ Kapıştı bunları 20'nci asrın ev­lâdı/ Ya Alman'ın nesi var, zevki okşa­yan birası/ Unuttu ayranı, matuha dön­dü kahrolası!/ Heriflerin hani, dünya ka­dar bedayii var/ Ulumu var, edebiyatı var, sanayii var/ Giden bir avuç olsun getirse memlekete/ Döner muhitimiz elbet, muhit-i ma'rifete...”

Avrupa'ya tahsile gidenlere tembihi şu olmuş: "Garbın yalnız ilmine dönsün yü­zünüz/ Bir gün evvel gidiniz, bir saat ev­vel dönünüz/ Giden uçyüz senelik ilmi tez elden edinin.

Hayrettir, atomun parçalanmasından ve işe tatbikinden 40 yıl önce buna dik­kat çekmiş: "Yarın eşyanın kuvve-i zerriyesine hâkim olacaklar, bir zerre kömürden, namütenahi güç elde edecekler" de­miş.

İSLAM DÜNYASININ HALİ

İkbal'in, "Müslümanlar'dan kaç, Müslümanlığa sığın!.." sözünden etkilen­miş. Teessürünü, "Kaç hakiki Müslüman gördümse, hep makberdedir/ Müslüman­lık bilmem amma, galiba göklerdedir" di­ye dile getirmiş.

İslâm dünyasındaki tembelliğe, derbe­derliğe, yanlış tevekkül anlayışına, ceha­lete, tefrikaya şiddetle karşı çıkmış: "Şar­kı baştanbaşa yıllarca dolaştım, gezdim/ Hem de oldukça görürdüm, kafa gezdirmezdim/ Bu Arapmış, bu Acemmiş, bu Tatarmış demedim/ Müslüman unsuru­nun hepsini gördüm kendim..." "-Ey mil­let uyan, cehline kurban gidiyorsan!/ İs­lâm'ı daha batsın diye, tutmuş, ye diyor­sun!/ Allah'tan utan, bari bırak dini elin­den/ Gir, leş gibi topraklara kendin, gireceksen!.."

"Ne gördün, Şark'ı çok gezdin diyor­lar, gördüğüm yer- yer/ Harap iller, seril­miş hânûmanlar, başsız ümmetler/ Yıkıl­mış köprüler, çökmüş kanallar, yolcusuz yollar/ Buruşmuş çehreler, tersiz alınlar, işlemez kollar/ Bükülmüş beller, incelmiş boyunlar, kaynamaz kanlar/ Düşünmez başlar, aldırmaz yürekler, paslı vicdanlar/ Cemaatsız imamlar, kirli yüzler, secdesiz başlar/ Gazâ namıyla dindaş öldüren, bi­çare dindaşlar!.."

Bugün de aynı değil mi?.

TAM BİR MÜSLÜMAN

M. Akif tam bir mü'min ve Müslüman'dır. İstikbal mücadelesinden önce ve sonra güçlü bir "İslâm Birliği"ne taraftar olmuştur. Fakat İslâm birliği fikrine Müslüman milletlerin henüz ha­zır bulunmadıklarını görerek, İslâm dün­yasının bu halini acı acı dile getirmiş, Müslümanlar’ı nefis muhasebesine çağır­mıştır.

M.Akif; ileriki yıllarda İslâmiyet'le ir­tibatı çok tartışılmış bu milletin İstiklâl Marşı'na İslâm imanını, din motifini, si­linemeyecek şekilde kazımış, işlemiştir. İs­tiklâl Marşı bugün, Türkiye Cumhuriye­ti mevzuatında "DİN" ve "DEVLET" mefhumlarını te'lif eden en güzel resmî metindir. Geçmişte "Din" üzerinde gös­terilen resmî tereddütleri gözönüne alır­sak, Akif'in ileri görüşü ve büyüklüğü bir daha anlaşılır.

Akif'in kavgası, İslâm milletlerinin zil­let ve meskeneti üzerine olmuştur. "Asrın idrakine söyletmeliyiz" dediği ulu Müslümanlığın sözde inanırları, bu öfke­nin, bu isyanın muhatap ve mahkûm­larıdır.

Mehmet Akif'in inkisarı, toprağın altında bugün de devam ediyor olmalıdır.