Mütefekkir, san'atkâr, iman ve dâva adamı M.Akif Ersoy'un irtihalinin üzerinden 50 yıl geçmiş. 50 yıl önce "Millet töreni" ile uğurladığımız onu nihayet yarım yüzyıl sonra "Devlet töreni" ile anma noktasına gelmişiz. Millet büyüklerinin nisyana terkedildiği bir ortamda, bu bile ne güzel!
Büyük insanlar sadece "Hal"e değil, aynı zamanda "İstikbal"e hitab ederler.
M.Akif’in mücadelesine, tebliğlerine, telkinlerine, kavgalarına bir bakınız. Sadece "Dün"e değil, bugüne de seslenmiş. Asıl bugüne seslenmiş.
AYDIN YABANCILAŞMASI
“Münevver (aydın)” mes'elesi üzerinde durmuş. "-Yazık, hâlâ biz dünkü ilmin bile bigânesiyiz, cahiliyiz" demiş. "Aydın yabancılaşması"na karşı çıkmış. "Ne varsa Şark'ta vardır diyenler, yalnız Garp'ı değil Şark'ı da bilmiyorlar. Ne varsa Garp'da vardır iddiasını ileri sürenler ise yalnız Şark'ı değil, Garp'ı da tanımıyorlar" teşhisini koymuş. "Garp medeniyeti"nin temsil ettiği yeni teknik buluşların, İslâm'ın özünde zaten mevcut müsbet ilim kanun ve anlayışıyla te'lif edilmesini teklif etmiş. İslâm'ın kendi öz dinamiğinde varolan terakki, ilerleme çekirdeğini yeşertmenin yollarını aramış.
"Taklit"e karşı çıkmış. "Daima mukallit - hem de fena bir mukallit olmuşuz" diye dert yanmış. Milyonlar harcayarak açtığımız "Âlî Mektepler"e rağmen yatırım planlarımızı yabancılara yaptırdığımızdan, teknik işlerimizi yabancılara ısmarladığımızdan yakınmış: "Bir alay mekteb-i âli denilen yerler var/ Sorunuz bunlara millet ne verir, milyonlar./ Şu ne, mülkiye; bu tıbbiye; bu bahriye; o ne?/ O mu baytar... Bu ziraat; şu mühendishane/ Çok güzel... Hiçbiri hakkında sözüm yok, yalınız/ Ne yetiştirdi ki şunlar acaba, anlatınız.../ İşimiz düştü mü tersaneye, yahut denize/ Mutlaka adetimizdir, koşarız İngiliz'e/ Bir yıkık köprü için, Belçika'dan kalfa gelir/ Hekimin hazıkı, bilmem nereden celbedilir/ Hani tezgâhlarınız nerde, sanayi nerde?/ Ya Brüksel’de, ya Berlin'de, Mançester'de..."
Bu taklitçilikle bir yere varamayacağımızı görmüş. Batı ile teknik alışverişe taraftar olmuş. Ama Avrupa'ya gönderdiğimiz öğrencilerin orada kendilerini kısa zamanda kaybettiklerini tesbit etmiş, dertlenmiş: “Fransız'ın nesi var, fuhşu bir de ilhadı/ Kapıştı bunları 20'nci asrın evlâdı/ Ya Alman'ın nesi var, zevki okşayan birası/ Unuttu ayranı, matuha döndü kahrolası!/ Heriflerin hani, dünya kadar bedayii var/ Ulumu var, edebiyatı var, sanayii var/ Giden bir avuç olsun getirse memlekete/ Döner muhitimiz elbet, muhit-i ma'rifete...”
Avrupa'ya tahsile gidenlere tembihi şu olmuş: "Garbın yalnız ilmine dönsün yüzünüz/ Bir gün evvel gidiniz, bir saat evvel dönünüz/ Giden uçyüz senelik ilmi tez elden edinin.
Hayrettir, atomun parçalanmasından ve işe tatbikinden 40 yıl önce buna dikkat çekmiş: "Yarın eşyanın kuvve-i zerriyesine hâkim olacaklar, bir zerre kömürden, namütenahi güç elde edecekler" demiş.
İSLAM DÜNYASININ HALİ
İkbal'in, "Müslümanlar'dan kaç, Müslümanlığa sığın!.." sözünden etkilenmiş. Teessürünü, "Kaç hakiki Müslüman gördümse, hep makberdedir/ Müslümanlık bilmem amma, galiba göklerdedir" diye dile getirmiş.
İslâm dünyasındaki tembelliğe, derbederliğe, yanlış tevekkül anlayışına, cehalete, tefrikaya şiddetle karşı çıkmış: "Şarkı baştanbaşa yıllarca dolaştım, gezdim/ Hem de oldukça görürdüm, kafa gezdirmezdim/ Bu Arapmış, bu Acemmiş, bu Tatarmış demedim/ Müslüman unsurunun hepsini gördüm kendim..." "-Ey millet uyan, cehline kurban gidiyorsan!/ İslâm'ı daha batsın diye, tutmuş, ye diyorsun!/ Allah'tan utan, bari bırak dini elinden/ Gir, leş gibi topraklara kendin, gireceksen!.."
"Ne gördün, Şark'ı çok gezdin diyorlar, gördüğüm yer- yer/ Harap iller, serilmiş hânûmanlar, başsız ümmetler/ Yıkılmış köprüler, çökmüş kanallar, yolcusuz yollar/ Buruşmuş çehreler, tersiz alınlar, işlemez kollar/ Bükülmüş beller, incelmiş boyunlar, kaynamaz kanlar/ Düşünmez başlar, aldırmaz yürekler, paslı vicdanlar/ Cemaatsız imamlar, kirli yüzler, secdesiz başlar/ Gazâ namıyla dindaş öldüren, biçare dindaşlar!.."
Bugün de aynı değil mi?.
TAM BİR MÜSLÜMAN
M. Akif tam bir mü'min ve Müslüman'dır. İstikbal mücadelesinden önce ve sonra güçlü bir "İslâm Birliği"ne taraftar olmuştur. Fakat İslâm birliği fikrine Müslüman milletlerin henüz hazır bulunmadıklarını görerek, İslâm dünyasının bu halini acı acı dile getirmiş, Müslümanlar’ı nefis muhasebesine çağırmıştır.
M.Akif; ileriki yıllarda İslâmiyet'le irtibatı çok tartışılmış bu milletin İstiklâl Marşı'na İslâm imanını, din motifini, silinemeyecek şekilde kazımış, işlemiştir. İstiklâl Marşı bugün, Türkiye Cumhuriyeti mevzuatında "DİN" ve "DEVLET" mefhumlarını te'lif eden en güzel resmî metindir. Geçmişte "Din" üzerinde gösterilen resmî tereddütleri gözönüne alırsak, Akif'in ileri görüşü ve büyüklüğü bir daha anlaşılır.
Akif'in kavgası, İslâm milletlerinin zillet ve meskeneti üzerine olmuştur. "Asrın idrakine söyletmeliyiz" dediği ulu Müslümanlığın sözde inanırları, bu öfkenin, bu isyanın muhatap ve mahkûmlarıdır.
Mehmet Akif'in inkisarı, toprağın altında bugün de devam ediyor olmalıdır.