Müslüman-Türk geleneğinde bir "ana" imajı var. Kutsî bir imaj... "vatan" gibi, "yurt" gibi; "oba", "otağ", "soy" gibi... Semâlardan, uzaklardan, derinlerden gelen bir mânâ, bir kutsiyet, bir ulviyet var "ana"da...
"Cennet" denilen ebedî mükâfat onun eli altında, rızası altında... Ağzı dualı, dili bereketli bir "ana" ki, başka bir misal ile anlatmak zor.
Şimdi filmlerde, televizyon dizilerinde alkolik analar; çocuklarının gözü önünde evine yabancı erkekler alan, yatak odasında onlarla sabahlayan dişiler tasvir ve teşhir ediliyor... Yanlış, ne kadar yanlış!.. Yanlışlarımız bundan ibaret değil ki!..
Müslüman-Türk geleneğinde hâlâ yaşayan "namus" âbidesi; İstiklâl Harbi'nde cepheye cephane taşıyan "kahraman"lık timsali; çocukları için saçını süpürge eden, yemeyen yediren, giymeyen giydiren "fedakâr"lık numunesini bu hale mi getirdik?!.. Yazık, çok yazık!..
Bu yanlışlarla nereye varabileceğimizi umarız ki!.. Biteviye sürdürdüğümüz bu yanlışların getirdikleri ile götürdüklerini, geçmişe ve geleceğe bakarak "hesapladık mı?..
KUTSAL ANA
İnanç ve geleneklerimiz "kadın"a kutsiyet izafe etmiş... "Ana gibi yâr, vatan gibi diyar olmaz" demişiz... Vatanımızın Fransız, İngiliz ve İtalyanlar'ca işgaline işte o "kutsal ana"ya el uzanıncaya kadar tahammül etmişiz... O kutsala el uzandığı anda ise "Yeter!.." deyip ayağa fırlamışız... İmanımızdan bir parça gibi sevdiğimiz vatanımıza onun adını, "Ana-dolu" adını vermişiz... "Ana"larla dolu olduğunu söylersek daha çok sevilir, korunmaya lâyık bulunur demek istemişiz...
Kendilerinden olmaya çok özendiğimiz Avrupa'da kadın bir şehvet, bir zevk vasıtasıdır. Hayrettir, Avrupalı kadın da bu bakışı benimsemiştir. Orada kadın fizik güzelliği varolduğu müddetçe kıymetlidir. Çaptan düştüğü zaman ise bir kenara atılır, bunalımlara düşer... "Yaşlanmak", çaptan düşmek, işe yaramaz olmak, Avrupalı kadının kâbusudur.
Müslüman-Türk geleneğinde ise kadın genç kızken de, yaşlılığında da aynı derecede kıymetlidir. Hâttâ yaşlandıkça daha da kıymetlenir. Evimizin baş köşesinde ihtimamla baktığımız “dua ağacı”mız, baştâcımızdır. Eli öpülmeden, duası alınmadan eşikten dışarı çıkılması istenen, "intizar"ından, "ilenç"inden korkulandır. Yanında yüksek sesle konuşulmayan, odasının önünden ayak ucuna basılarak geçilendir. Yaşlı analar, nur yüzlü nineler, sadece evimizin değil, mahallemizin, çevremizin "yümn"ü, bereketidir. Genci "ana-baba bir bacı"; "dünya-ahiret kardeş"; yaşlısı ise peygamberler, veliler, kumandanlar yetiştiren mübarek "ana"dır. Ama hepsi ırzımız, namusumuz, mukaddesimizdir.
SADECE İSLAMİYET...
İslâmiyet'ten önceki cemiyetlerde kadın daima horlanmış, ona aşağı bir mahlûk gibi bakılmıştır. "Eski Yunan"da kadın, "şeytanın amelinden meydana gelmiş adî bir varlık"tır.
"Eski Çin"de kadın, "insan sayılmaz." Ona isim bile takılmaz, 1, 2, 3 diye rakamlarla çağrılır.
"Eski Roma"da kadın, "haysiyeti olmayan necis bir yaratık"tır.
Onbirinci yüzyıla kadar "İngiltere"de kocalar karılarını satabilirlerdi. Kadın "murdar" bir varlık sayıldığından "İncil"e el sürmesi yasaktı. Vatandaş olarak bile kabul edilmezler, onlara mülkiyet hakkı tanınmazdı.
"Hıristiyan hukuku"nda kadın, "şeytanın kapısı, iblisin silâhı, fitnenin en büyük sebebi"dir.
İlk defa İslâmiyet’tir ki, kadına "İNSAN" olarak değer vermiş; ona "mülkiyet", "miras", "eşitlik", "öğrenme hakkı" tanımıştır. Tabiî haklardan faydalanmada kadın-erkek ayırımı yapılmamıştır. "Mükellefiyet", "sorumluluk", suç işleme, suç ve saldırılara karşı konulmada tam bir eşitlik getirilmiştir.
İslâmiyet'te kadın utanılacak bir yaratık değil, aksine "eşref-i mahlûkat" olmaya namzet bir varlıktır. Nitekim kutlu "tebliğ"e ilk inanan da, Allah yolunda canını feda eden ilk Müslüman şehid de kadındır. Kur'ân-ı Kerim'de iki büyük sureye "Meryem" ve "Nisa" adları verilmesi bundandır.
BU İNKILAPLA Kİ
Bu inkılâpla ki kadın, islenildiği gibi tasarruf edilen, lanetlenen, namusuna el uzatılan bir "meta" olmaktan kurtarılmış; "anne" olmuş kutsallaşmış; "eş" olmuş eşitlik ve değer kazanmıştır.
Milletler, kutsallarla ayakta dururlar, insan cemiyetlerini, hayvan topluluklarından ayıran işte bu kutsiyetler, bu ulviyetlerdir. İnsanlık, "aile" dediğimiz, "ırz" "namus" dediğimiz müşterek değerlere, yüzyılların, binyılların tecrübeleriyle; peygamberlerin, velilerin tebliğleriyle gelebilmiştir. Genç kızı "bacı", kadını "ana", anayı baştâcı, gönül tacı, namusumuzun bekçisi, çocuklarımızın muallîmesi yapan bu müşterek değerlerdir.
Bu imajı şu veya bu tedbirle yahut şu veya bu tedbirsizlikle tahrip etmeye devam edersek, yarın sadece çocuklarımıza değil, kendi kendimize de hükmedemez oluruz.
Yazık olur!..