Değerli siyaset, aksiyon ve fikir adamı Sadri Maksudî, Ankara'da tarihi Türkocağı Salonu'nda, 21 Şubat Cumartesi günü, çoğu genç, kalabalık ve dinamik bir dinleyici kitlesi önünde anıldı.
Türk tarihi o kadar zengin bir tarih ki!.. Bu zenginliği sağlayan, şüphesiz fikir yüklü, aksiyon yüklü, iman yüklü büyük adamlar... İşte Sadri Maksudî, son yüzyıl Türk tarihi içerisinde yetişmiş, "Hüday-ı nabit" kıymetlerden...
SİYASET ADAMLIĞI
Sadri Maksudî, Kazan'da 1880'de doğmuş. Babası İmam Nizameddin... İlköğrenimini "cami"de, ortaöğrenimini "medrese"de yapmış. Ortaöğrenimden sonra, kimsenin cesaret edemeyeceği bir karar vermiş, "Rus Mektebi"ne kaydolmuş. Maksadı Ruslar'ın karşısına kendi silâhlarıyla, kendi dil ve kültürleriyle, dikilmektir. 1901-1906 yılları arasında Paris'te hukuk öğrenimi görmüş... 1906'da Kazan'a yeniden dönmüş. İşte bu tarihten sonra onun siyaset hayatı, aksiyon adamlığı başlar. Artık sadece Kazan Türkleri'nin değil, bütün Türklük dünyasının haklarını savunan âteşin bir milliyetçi, gözünü budaktan esirgemeyen cesur bir siyaset adamıdır.
1906'da Mekerce'de toplanan Rusya Müslümanları Kongresî'ne, Kazan Türkleri temsilcisi olarak katılır. Bu kongrenin divan üyeliğine ve yönetim kuruluna seçilir.
Sadri Maksudî'yi aynı dönemde Rus parlamentosu DUMA'da milletvekili olarak görüyoruz. DUMA'da, başında çetin gaileler bulunan Anadolu Türkiyesi’ni savunur ve haykırır!
"Beyler!.. Türkiye'nin payitahtı İstanbul ve Boğazların alınmasını şartlarınızdan çıkarınız!.. "
Rus parlamentosunu çınlatan bu ses, o devirde İstanbul'da neşredilen "Türk Yurdu" dergisinde de yayınlanır.
Sadıi Maksudî, yeni kurulan komünist idare zamanında Türkistan Genel Valiliği'ne getirilir. Maksat onu Kazan gibi, Ufa gibi önemli merkezlerden uzak tutmaktır. Bunu anlar, yeni planlar yapar.
Ufa'da toplanan Büyük Türk Kurultayına katılır. Bu kurultay sonucu kurulan İdil-Ural Türk Devletinin "Anayasa"sını hazırlar ve Devlet Başkanlıgı'na seçilir.
Moskova, Türkler'in bu gelişmelerinden kaygılanır, yeni Türk devletinin varlığına 1918'de son verilir. Devlet Başkanı Sadri Maksudî'nin başına mükâfat konulur. Sadri Maksudî çetin bir yolculuktan sonra Finlandiya'ya, oradan Berlin ve Paris'e geçer. Bu yıllarda Türk-Yunan Harbini takibeder ve yeni Türk devletini alkışlar. Fakat artık hayatının siyaset ve aksiyon devri kapanmış; ilmî safhası başlamıştr.
FİKİR DÜNYASI
Sadri Maksudi, 2 yıl Paris'te, 2 yıl da Berlin'de akademik çalışmalar yaptıktan sonra, Ankara Hukuk Mektebi Türk Hukuk Tarihi Kürsüsü hocalığına davet edilir. Türk milliyetçiliğine tutkusu o derecededir ki, önemli Avrupa başkentlerindeki ilim taht ve tacını bırakır, Ankara'ya gelir. Hukuk Mektebi o zaman Ankara Üniversitesi'nin ilk nüvesidir. Türk Hukuk Tarihi ise, kitapsız, müfredatsız bir kürsü. Sadri Maksudî, kendi tabiriyle yürünecek yolu olmayan bu hedefin hem yolunu yapar, hem o yolda ısrarla yürür.
Maksudî, bütün müesseseleriyle Türk kültürüne gönül vermiş samimî bir Türk milliyetçisidir. "Milliyet" fikrinin insanlıkla yaşıt olduğuna kaildir. Fransız ihtilâli ile başladığına değil... "Milletin olduğu her yerde, milliyetçilik de vardır" der.
"Milliyet" duygusunu tabiî "Zümre şuuru" dediği sosyolojik gerçekte arar. Bu sosyolojik vâkıayı da "biyolojik" temele oturtur. Ona göre "milliyetçilik" toplumda yaşayan kollektif, ırsîleşmiş, ruhî halettir. Millet ve milliyet yok edilemez. Esarete de düşse, asimilasyona da uğrasa, bu irsî, kollektif ruh, zaman gelir, yeniden tezahür eder.
Prof. Dr.A. Bican ERCİLASUN ve Bedri GÜRSOY, Sadri Maksudî'nin bu fikirlerine dayanarak Doğu ve Batı Türkistan'da, Sovyet ve İran Azerbaycan'ında Türklük şuurunun her türlü baskılara rağmen söndürülemediğini de ifade ettiler. Bu temennilere, dua ve niyazımızı ekleyerek biz de katılıyoruz. Başka yerlerdeki Türkler'i de düşünerek... Bulgaristan, Yugoslavya, Batı Trakya, Suriye ve Irak'taki Türkler'i...
Prof. Dr.Reşat GENÇ, Maksudî'nin "hukukçu" şahsiyetini anlattı. Onun âdeta yeniden keşfedip, ilim dünyasına sunduğu "Kutadgu-Bilig"den kadîm Türk devlet ve idare anlayışını gösteren bir de faydalı ders verdi:
"Devletin, idaresi altındakilere karşı 3 temel vazifesi vardır:
1-Paranın ayarını muhafaza etmek (İktisadî istikrarı korumak)
2-Hakkaniyetli kanunlar çıkarmak ve o kanunları âdil olarak uygulamak.
3-Emniyet ve asayişi sağlamak...
İdare edilenlerin de, devlete karşı 3 temel borçları vardır:
1-Hazinenin hakkını gözetmek ve zamanında vermek (Vergi borcunu geciktirmeden ödemek).
2-Devletin koyduğu kanun ve nizamlara mutlak itaat.
3-Devletin dostunu dost, düşmanını düşman bilmek."
Tâ 1069'da yani bin yıl önce doktrinleşen Türk devlet ve idare anlayışının üzerine konulacak bugün bile fazla bir şey yok değil mi? Yazımızın başında "Türk tarihi o kadar zengin bir tarih ki!" deyişimiz bundan.
Merhum Sadri Maksudî' yi anmay Dr.Genç'in bu dersi bile yeterdi.
Mü'mine Hatun'un, oğlu Mevlânâ'ya bir nasihati var. Dünya durdukça duracak, eskimeyecek cümleler: "Babandan daha çok oku evlâdım!.. Evlâdı babasını geçmeyen millet, yükselemez!.."
Sadri Maksudî'yi 30 yıl sonra anarken, cevabı aranan sual, onun yerine kimi ve kimleri koyabildiğimizdir.
Cuma Sohbeti
6 Mart 1987 Hamdi Mert
BATILI OLMAK
“Devlet”, milletin organize olmuş şeklidir. Millet, kötü günlerinden ibret almış, iyi gününde biraraya gelmiş, teşkilâtlanmıştır. İşlerini daha iyi gitsin; hasta olanlar için hastane; ilâç arayanlar için eczane; toplu yerleşme yerlerine yol, su, elektrik getirilsin diye... Barış zamanında sulh ve huzuru sağlamak, savaş günlerinde yurdu savunabilmek için...
"Millet" olma seviyesine ulaşmış cemiyetlerde "devlet", tabiî bir sonuç, tabiî bir tezahürdür. Nerede "millet"leşmiş bir toplum varsa, orada "devlet" vardır.
"Devlet-millet münasebetleri" her zaman tartışılmıştır. "Devlet mi millet için, millet mi devlet için?" sorusunun sorulduğu devirler bile olmuştur. Ama bu tartışmalar, geçmiş yüzyılların tartışmalarıdır. Batılı ileri ülkeler, bu kavgaları çoktan geride bırakmışlardır. Oralarda "devlet" millet için, milletin huzuru için vardır.
Millet, devletin dipçiğe kuvvet güttüğü, "ho-ho"ladığı bir sürü değildir.
POLİS DEVLETİ
Geçmiş yüzyılların "tek adam" veya "aristokrat" diktatörlükleri, bugün özellikle "Demirperde" ülkelerinde "kolektivist" idarelere dönüşerek devam etmesidir. Bu ülkelerde göstermelik seçimler, göstermelik parlamentolar bulunsa da, geçmişin diktatörlüklerinden zerrece fark yoktur. Sadece zulümler modernleşmiş, baskı metodları çeşitlenmiştir.
Hayrettir, demokrat ve liberal Batı ile kolektivist Doğu rejimleri arasında kalan bazı ülkelerde, hem "Baı"lı, hem "Doğu"lu idare tipinden çeşitlemeler vardır. "Polis devleti", bu mutavassıt ülkelerde adeta yeni bir devlet şekli oluşturmuştur. ''ilericilik-gericilik", "Şarklılık-Garplılık" gibi şekil tercihleri; bu tercih etrafındaki hırlaşmalar; "polis devleti"nin gerekçesi, alâmeti faikasıdır.
Bu ülkelerde, ileri Batı ülkelerinin asıl özelliği olan modern ilim ve teknikler kavranamamış, onların geleneksel yasayış özelliklerinin taklidine yönelinmiştir. Bu ise "millî kültür-ithal kültür" çatışmasına ve sosyal çalkantılara sebep olmuştur.
"Geri kalmış" veya "gelişmekte olan" ülkelerin hemen tamamında görülen budur. Bu çeşit sosyal çalkantılar; devlet-millet, eski kültür-yeni kültür sürtüşmeleri, bu ülkelerin adeta kara-talihi ve kaderi olmuştur. Zira devlet de bu tartışmaların içine çekilmiştir.
Gerçekte ise, şekil tartışmalarının, kılık-kıyafetin, dans ve modanın, kısaca gündelik yaşayış özelliklerinin "ileri" veya "geri" olmakla bir ilgisi yoktur.
Japonya kılık-kıyafetlerini, ibadet ve ayinlerini, millî kültür hususiyetlerini bırakmamıştır ama, "ileri" ülkelerin en başına yerleşmesini bilmiştir. Tarihi ve millî kültürünü Batılılaşma uğruna feda etmediği için de, şekilcilik kavgalarından, sosyal çalkantılardan masun kalmamıştır, Kılık-kıyafet, moda gibi formel tartışmalara harcayacağı zaman ve imkânı ise teknolojik ve ekonomik kalkınmaya harcamıştır. Böylece, bir uzak Şark ülkesinden, Batılı ülkelerin bile önüne geçen örnek bir atılım başarılmıştır.
Japon örneği, tarihî-millî kültürün bütünleştirici tabanı üzerinde yükselen akıllı bir medeniyet atılımıdır. Başarısını da, millî kültürde "eski-yeni" gibi bir kısır tartışma açmamasına, şekilcilik sürtüşmelerine girmemesine borçludur.
Bir milletin yaşayış ve kültüründe de değişiklikler olur. Ama zaman içinde... Kadîm kültür unsurlarını birden kaldırıp-atarak değil...
BİZDE DURUM
Bizde "Batılılaşma" çabaları tâ "tanzimat" ve öncelerinden başlar. Fakat "Batılılaşma" denilen, hareket noktası güzel bu çaba, maalesef "şekilcilik" gibi yanlış bir temele oturtulmuş; her türlü iyi niyetli girişimlere rağmen gerçek istikâmetine bir türlü yöneltilememiştir.
Cumhuriyetten önce başlatılan bu yönelme bize "fötr" ve papyonlu monşer tipini kazandırmıştır ama, eloğlu gibi ilim ve teknikte akıllı bir atılıma bir türlü girilememiştir.
Bu "şekil"de kalan tartışmalar, heyhat ki, bugün de sürüyor.
Bürokrasi, üniversite ve matbuata hakim münevverlikten uzak bazı "aydın (!)" kafalar, hayrettir, bu çağda bile "şekilcilik" açmazında hâlâ doludizgindirler.
Bu şekilcilik bağnazlığının zararı şuradadır ki, millet efkârını faydasız, hikmetsiz ve maslahatsız bir kısır döngü içerisine hapsetmiştir. "Devlet mi millet için, millet mi devlet için" gibi safça bir soruyu sormayınız artık... Devlet de, millet de işte bu kafanın şahsî tercih ve temayüllerine fedadır.
"Kalkınma" denilen meretin temeli ve üzerinde yükseleceği ortam, millî bütünlük değil midir? Sanki, kalkınmamızı istemeyen bir gizli el bu "altyapı"yı, kurdurmamak; devlet ile milleti küs tutmak için bizi dürtükleyip durmaktadır.
Kimse kimseyi kandırmasın, milletin yükselmesi; "devlet"in sağlam temellere oturması; toplu millî ve sosyal mukaveleye bağlıdır. Milletçe elbirlik olmaya... Millet çoğunluğuna rağmen kalkınma olmaz. Bazı "şekil" ve kabuk meseleler uğruna millet çoğunluğunu kendinize inandıramaz, üstelik küstürürseniz, sosyal çalkantılardan; hedeften uzaklaştırıcı kısır döngülerden kurtulamazsınız.
Devlet düşmanlarının aradığı, işte bu sosyal sürtüşmelerdir.
"İdare etme" sanatı, kolay bir sanat değildir. Saban kullanmaya da, tetik çekmeye de benzemez.
150 yıldır şekil kavgasındayız. Dünyanın en büyük milleti olan bu milleti 21'inci asrın eşiğine geldiğimiz şu anda olsun, tarihine yakışır hedeflere yöneltmek istiyorsanız, "şekilcilik"ten kurtulunuz "öz"e dönünüz.
"Batı"lı olmanın yolu, "şekil"de değil, “öz”dedir.