Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
SADRİ MAKSUDİ - 27 Şubat 1987

Değerli siyaset, aksiyon ve fikir adamı Sadri Maksudî, Ankara'da tarihi Türkocağı Salonu'nda, 21 Şubat Cumar­tesi günü, çoğu genç, kalabalık ve dina­mik bir dinleyici kitlesi önünde anıldı.

Türk tarihi o kadar zengin bir tarih ki!.. Bu zenginliği sağlayan, şüphesiz fi­kir yüklü, aksiyon yüklü, iman yüklü bü­yük adamlar... İşte Sadri Maksudî, son yüzyıl Türk tarihi içerisinde yetişmiş, "Hüday-ı nabit" kıymetlerden...

SİYASET ADAMLIĞI

Sadri Maksudî, Kazan'da 1880'de doğ­muş. Babası İmam Nizameddin... İlk­öğrenimini "cami"de, ortaöğrenimini "medrese"de yapmış. Ortaöğrenimden sonra, kimsenin cesaret edemeyeceği bir karar vermiş, "Rus Mektebi"ne kaydol­muş. Maksadı Ruslar'ın karşısına kendi silâhlarıyla, kendi dil ve kültürleriyle, di­kilmektir. 1901-1906 yılları arasında Pa­ris'te hukuk öğrenimi görmüş... 1906'da Kazan'a yeniden dönmüş. İşte bu tarih­ten sonra onun siyaset hayatı, aksiyon adamlığı başlar. Artık sadece Kazan Türkleri'nin değil, bütün Türklük dün­yasının haklarını savunan âteşin bir mil­liyetçi, gözünü budaktan esirgemeyen ce­sur bir siyaset adamıdır.

1906'da Mekerce'de toplanan Rusya Müslümanları Kongresî'ne, Kazan Türk­leri temsilcisi olarak katılır. Bu kongre­nin divan üyeliğine ve yönetim kuruluna seçilir.

Sadri Maksudî'yi aynı dönemde Rus parlamentosu DUMA'da milletvekili ola­rak görüyoruz. DUMA'da, başında çetin gaileler bulunan Anadolu Türkiyesi’ni sa­vunur ve haykırır!

"Beyler!.. Türkiye'nin payitahtı İstan­bul ve Boğazların alınmasını şartlarınızdan çıkarınız!.. "

Rus parlamentosunu çınlatan bu ses, o devirde İstanbul'da neşredilen "Türk Yurdu" dergisinde de yayınlanır.

Sadıi Maksudî, yeni kurulan komünist idare zamanında Türkistan Genel Valiliği'ne getirilir. Maksat onu Kazan gibi, Ufa gibi önemli merkezlerden uzak tutmak­tır. Bunu anlar, yeni planlar yapar.

Ufa'da toplanan Büyük Türk Kurulta­yına katılır. Bu kurultay sonucu kurulan İdil-Ural Türk Devletinin "Anayasa"sını hazırlar ve Devlet Başkanlıgı'na seçilir.

Moskova, Türkler'in bu gelişmelerin­den kaygılanır, yeni Türk devletinin var­lığına 1918'de son verilir. Devlet Başkanı Sadri Maksudî'nin başına mükâfat konu­lur. Sadri Maksudî çetin bir yolculuktan sonra Finlandiya'ya, oradan Berlin ve Pa­ris'e geçer. Bu yıllarda Türk-Yunan Har­bini takibeder ve yeni Türk devletini al­kışlar. Fakat artık hayatının siyaset ve ak­siyon devri kapanmış; ilmî safhası başlamıştr.

FİKİR DÜNYASI

Sadri Maksudi, 2 yıl Paris'te, 2 yıl da Berlin'de akademik çalışmalar yaptıktan sonra, Ankara Hukuk Mektebi Türk Hukuk Tarihi Kürsüsü hocalığına davet edilir. Türk milliyetçiliğine tutkusu o derecededir ki, önemli Avrupa başkentlerindeki ilim taht ve tacını bırakır, Ankara'­ya gelir. Hukuk Mektebi o zaman Anka­ra Üniversitesi'nin ilk nüvesidir. Türk Hukuk Tarihi ise, kitapsız, müfredatsız bir kürsü. Sadri Maksudî, kendi tabiriyle yü­rünecek yolu olmayan bu hedefin hem yolunu yapar, hem o yolda ısrarla yürür.

Maksudî, bütün müesseseleriyle Türk kültürüne gönül vermiş samimî bir Türk milliyetçisidir. "Milliyet" fikrinin insan­lıkla yaşıt olduğuna kaildir. Fransız ihtilâli ile başladığına değil... "Milletin ol­duğu her yerde, milliyetçilik de vardır" der.

"Milliyet" duygusunu tabiî "Zümre şuuru" dediği sosyolojik gerçekte arar. Bu sosyolojik vâkıayı da "biyolojik" te­mele oturtur. Ona göre "milliyetçilik" toplumda yaşayan kollektif, ırsîleşmiş, ru­hî halettir. Millet ve milliyet yok edilemez. Esarete de düşse, asimilasyona da uğra­sa, bu irsî, kollektif ruh, zaman gelir, ye­niden tezahür eder.

Prof. Dr.A. Bican ERCİLASUN ve Bedri GÜRSOY, Sadri Maksudî'nin bu fi­kirlerine dayanarak Doğu ve Batı Tür­kistan'da, Sovyet ve İran Azerbaycan'ında Türklük şuurunun her türlü baskılara rağmen söndürülemediğini de ifade etti­ler. Bu temennilere, dua ve niyazımızı ek­leyerek biz de katılıyoruz. Başka yerlerdeki Türkler'i de düşünerek... Bulgaristan, Yu­goslavya, Batı Trakya, Suriye ve Irak'ta­ki Türkler'i...

Prof. Dr.Reşat GENÇ, Maksudî'nin "hukukçu" şahsiyetini anlattı. Onun âde­ta yeniden keşfedip, ilim dünyasına sun­duğu "Kutadgu-Bilig"den kadîm Türk devlet ve idare anlayışını gösteren bir de faydalı ders verdi:

"Devletin, idaresi altındakilere karşı 3 temel vazifesi vardır:

1-Paranın ayarını muhafaza etmek (İk­tisadî istikrarı korumak)

2-Hakkaniyetli kanunlar çıkarmak ve o kanunları âdil olarak uygulamak.

3-Emniyet ve asayişi sağlamak...

İdare edilenlerin de, devlete karşı 3 temel borçları vardır:

1-Hazinenin hakkını gözetmek ve zamanında vermek (Vergi borcunu geciktirmeden ödemek).

2-Devletin koyduğu kanun ve nizamlara mutlak itaat.

3-Devletin dostunu dost, düşmanını düşman bilmek."

Tâ 1069'da yani bin yıl önce doktrinleşen Türk devlet ve idare anlayışının üzerine konulacak bugün bile fazla bir şey yok değil mi? Yazımızın başında "Türk tarihi o kadar zengin bir tarih ki!" deyişimiz bundan.

Merhum Sadri Maksudî' yi anmay Dr.Genç'in bu dersi bile yeterdi.

Mü'mine Hatun'un, oğlu Mevlânâ'ya bir nasihati var. Dünya durdukça dura­cak, eskimeyecek cümleler: "Babandan daha çok oku evlâdım!.. Evlâdı babasını geçmeyen millet, yükselemez!.."

Sadri Maksudî'yi 30 yıl sonra anarken, cevabı aranan sual, onun yerine kimi ve kimleri koyabildiğimizdir.

Cuma Sohbeti

6 Mart 1987 Hamdi Mert

BATILI OLMAK

“Devlet”, milletin organize olmuş şeklidir. Millet, kötü günlerinden ibret almış, iyi gününde biraraya gelmiş, teşkilâtlanmıştır. İşlerini daha iyi gitsin; hasta olanlar için hastane; ilâç arayanlar için eczane; toplu yerleşme yerlerine yol, su, elektrik getirilsin diye... Barış zama­nında sulh ve huzuru sağlamak, savaş günlerinde yurdu savunabilmek için...

"Millet" olma seviyesine ulaşmış ce­miyetlerde "devlet", tabiî bir sonuç, ta­biî bir tezahürdür. Nerede "millet"leşmiş bir toplum varsa, orada "devlet" vardır.

"Devlet-millet münasebetleri" her za­man tartışılmıştır. "Devlet mi millet için, millet mi devlet için?" sorusunun sorul­duğu devirler bile olmuştur. Ama bu tar­tışmalar, geçmiş yüzyılların tartışmaları­dır. Batılı ileri ülkeler, bu kavgaları çok­tan geride bırakmışlardır. Oralarda "devlet" millet için, milletin huzuru için vardır.

Millet, devletin dipçiğe kuvvet güttü­ğü, "ho-ho"ladığı bir sürü değildir.

POLİS DEVLETİ

Geçmiş yüzyılların "tek adam" veya "aristokrat" diktatörlükleri, bugün özel­likle "Demirperde" ülkelerinde "kolektivist" idarelere dönüşerek devam etmesidir. Bu ülkelerde göstermelik se­çimler, göstermelik parlamentolar bulun­sa da, geçmişin diktatörlüklerinden zer­rece fark yoktur. Sadece zulümler mo­dernleşmiş, baskı metodları çeşitlenmiştir.

Hayrettir, demokrat ve liberal Batı ile kolektivist Doğu rejimleri arasında kalan bazı ülkelerde, hem "Baı"lı, hem "Doğu"lu idare tipinden çeşitlemeler vardır. "Polis devleti", bu mutavassıt ülkelerde adeta yeni bir devlet şekli oluşturmuştur. ''ilericilik-gericilik",  "Şarklılık-Garplılık" gibi şekil tercihleri; bu tercih etrafındaki hırlaşmalar; "polis devleti"nin gerekçesi, alâmeti faikasıdır.

Bu ülkelerde, ileri Batı ülkelerinin asıl özelliği olan modern ilim ve teknikler kavranamamış, onların geleneksel yasayış özelliklerinin taklidine yönelinmiştir. Bu ise "millî kültür-ithal kültür" çatışmasına ve sosyal çalkantılara sebep olmuştur.

"Geri kalmış" veya "gelişmekte olan" ülkelerin hemen tamamında görülen bu­dur. Bu çeşit sosyal çalkantılar; devlet-millet, eski kültür-yeni kültür sürtüşme­leri, bu ülkelerin adeta kara-talihi ve ka­deri olmuştur. Zira devlet de bu tartışma­ların içine çekilmiştir.

Gerçekte ise, şekil tartışmalarının, kılık-kıyafetin, dans ve modanın, kısaca gündelik yaşayış özelliklerinin "ileri" ve­ya "geri" olmakla bir ilgisi yoktur.

Japonya kılık-kıyafetlerini, ibadet ve ayinlerini, millî kültür hususiyetlerini bı­rakmamıştır ama, "ileri" ülkelerin en ba­şına yerleşmesini bilmiştir. Tarihi ve mil­lî kültürünü Batılılaşma uğruna feda et­mediği için de, şekilcilik kavgalarından, sosyal çalkantılardan masun kalmamıştır, Kılık-kıyafet, moda gibi formel tartışmalara harcayacağı zaman ve imkânı ise teknolojik ve ekonomik kalkınmaya harcamıştır. Böylece, bir uzak Şark ülkesinden, Batılı ülkelerin bile önüne geçen ör­nek bir atılım başarılmıştır.  

Japon örneği, tarihî-millî kültürün bü­tünleştirici tabanı üzerinde yükselen akıllı bir medeniyet atılımıdır. Başarısını da, millî kültürde "eski-yeni" gibi bir kısır tartışma açmamasına, şekilcilik sürtüş­melerine girmemesine borçludur.

Bir milletin yaşayış ve kültüründe de değişiklikler olur. Ama zaman içinde... Kadîm kültür unsurlarını birden kaldırıp-atarak değil...

BİZDE DURUM

Bizde "Batılılaşma" çabaları tâ "tanzimat" ve öncelerinden başlar. Fakat "Batılılaşma" denilen, hareket noktası güzel bu çaba, maalesef "şekilcilik" gibi yanlış bir temele otur­tulmuş; her türlü iyi niyetli girişimlere rağmen gerçek istikâmetine bir türlü yöneltilememiştir.

Cumhuriyetten önce başlatılan bu yö­nelme bize "fötr" ve papyonlu monşer tipini kazandırmıştır ama, eloğlu gibi ilim ve teknikte akıllı bir atılıma bir türlü girilememiştir.

Bu "şekil"de kalan tartışmalar, heyhat ki, bugün de sürüyor.

Bürokrasi, üniversite ve matbuata ha­kim münevverlikten uzak bazı "aydın (!)" kafalar, hayrettir, bu çağda bile "şekilcilik" açmazında hâlâ doludizgindirler.

Bu şekilcilik bağnazlığının zararı şura­dadır ki, millet efkârını faydasız, hikmetsiz ve maslahatsız bir kısır döngü içerisi­ne hapsetmiştir. "Devlet mi millet için, millet mi devlet için" gibi safça bir soru­yu sormayınız artık... Devlet de, millet de işte bu kafanın şahsî tercih ve temayülle­rine fedadır.

"Kalkınma" denilen meretin temeli ve üzerinde yükseleceği ortam, millî bütün­lük değil midir? Sanki, kalkınmamızı is­temeyen bir gizli el bu "altyapı"yı, kur­durmamak; devlet ile milleti küs tutmak için bizi dürtükleyip durmaktadır.

Kimse kimseyi kandırmasın, milletin yükselmesi; "devlet"in sağlam temellere oturması; toplu millî ve sosyal mukave­leye bağlıdır. Milletçe elbirlik olmaya... Millet çoğunluğuna rağmen kalkınma ol­maz. Bazı "şekil" ve kabuk meseleler uğ­runa millet çoğunluğunu kendinize inandıramaz, üstelik küstürürseniz, sosyal çal­kantılardan; hedeften uzaklaştırıcı kısır döngülerden kurtulamazsınız.

Devlet düşmanlarının aradığı, işte bu sosyal sürtüşmelerdir.

"İdare etme" sanatı, kolay bir sanat değildir. Saban kullanmaya da, tetik çek­meye de benzemez.

150 yıldır şekil kavgasındayız. Dünya­nın en büyük milleti olan bu milleti 21'inci asrın eşiğine geldiğimiz şu anda ol­sun, tarihine yakışır hedeflere yöneltmek istiyorsanız, "şekilcilik"ten kurtulunuz "öz"e dönünüz.

"Batı"lı olmanın yolu, "şekil"de değil, “öz”dedir.