Her milletin hayatında bazı "zaaf noktaları" vardır. Düşman o hassas, o zayıf noktaları çok iyi kollar, o noktadan saldırır. Haklıdır da...
Sporda da öyle değil mi? Döğüşen iki boksör, karşısındakinin zayıf noktasını arar. Bir zayıf nokta bulmuşsa, hep o noktaya saldırır. Rakibini dağıtıp tüketinceye kadar...Nerede bir yarış ve kapışma varsa, hep öyledir. Dünya ise her alanda bir yarış arenasıdır.
Türk okuyucusunda "okuma disiplini" yok. Hangi yaş grubu neyi, ne zaman okuyacak, belli değil. Bu konuda bir "okuma zevki" geliştirilmemiş; bir kaide tesbit edilmemiştir.
"Günlük gazete" neşriyatında "renkli basın" uygulaması, -bilenler bilir ki- sadece bizde var. Günlük haberleri ve bu haberlerin uzmanlarınca nasıl yorumlandığını öğrenmek için alınan "mevkute"lerde bu kadar "renk"lilik neyin nesidir bir değerlendirin. Şüphe etmeyin ki "istihcan" derecesine varan "boyalı neşriyat", okuyucunun bu konuda bir disiplin, bir bediî zevk geliştirememiş bulunmasından istifadedir, onun istismarıdır. "Tabiî-cinsî duygular"ın "tiraj" veya başka maksatlarla istismarı...Zamanı gelip olgunlaşınca koparılacak meyvenin, haylaz çocuklarca "ham" iken koparılması gibi...
"Fikir hürriyeti, zehir hürriyeti değildir" diyen Peyami Safa ne kadar haklıdır!.. "Fikir" ve "basın" hürriyeti diye diye geldiğimiz nokta, fikrin öldürüldüğü, behimî duyguların fikrî çabalara galebe çaldığı bir garip hayasızlık pazarıdır.
HABER AVCILIĞI
Olayın bir de başka boyutu var: "Haber avcılığı"... Avlanmanın da bir kaidesi, bir disiplini olmalı değil mi?.. Nitekim, hangi hayvan, hangi mevsimde, hangi vasıtalarla avlanır, belli kurallara bağlanmıştır. Yavrulama mevsiminde av hayvanının üzerine gidilmez. Deniz avcılığında olta veya ağ serbesttir ama, "dinamit" atılmaz.
"Kutsal aile müessesesi"nin; millî terbiye ve geleneksel ahlâk prensiplerimizin temeline neşriyat yoluyla konulan "dinamit"leri gördükçe, "Bu ne mencin avcılıktır" diye hayıflanmamak mümkün değil...
Devlet dairelerinde ve üst bürokratlar çevresinde genç gazeteciler görürsünüz. Mahallî tâbirle "tıfıl" çocuklar..."Bunların yaşları ne, tecrübeleri ne" demeyiniz. Boylarından büyük konularda "haber avcıları"dırlar.
"Dinî" konulu bir polemik mi var, "Diyanet" çevresindedirler...Kerkük, Musul gibi bir konu mu, "Dışişleri" mensupları kıskaçtadır.
"Fiyat ayarlaması", aşırı gruplarla ilgili bir operasyon, "Doğu" veya Batı bölgemizle ilgili fevkalâde hassas konular, hep aynı tarz avlanmanın konusudur.
Bir devletin müesseseleri içerisinde "basın", önemli bir yrgandır.
Basın için
"4'üncü" kuvvet, "5'inci" kuvvet gibi sınıflandırmalar yapılması bundandır.
Gel gör, resmî-millî hizmetlerin daha verimli hale getirilebilmesi için bu kuvvetten faydalanamazsınız. Bunu denemek isteyen "mes'ul"ler, hep hayal kırıklığına uğrarlar. Bir defa, çok hassas bir konuda anlatmak istediğiniz "incelik"leri kavrayamazlar. Zira "bilgi" ve tecrübeleri yetmez. Ayrıca, "devlet hesabına" fevkalâde önemli olan hassasiyet ve incelikler onun umurunda değildir. Seni dinlerken, kafasındaki temayül ne ise ona göre dinler. Ertesi gün bir haber veya manşet çıkar ki, artık onu siz de tanıyamazsınız.
Bu sebepledir ki, "basın"ın adı maalesef "kötü"ye çıkmıştır. Mes'ul kişiler, üst bürokratlar, artık "basın" ile münasebetlerine kendilerine göre disiplinler getirmişlerdir. Kimisi basın mensuplarına kapısını kapatmış; kimi de "atlatma" taktikleri üretmeye mecbur kalmıştır. İstemeye istemeye...
BASIN AHLAKI
Bir ülkede "basın", "güvenilmez" damgasını yemişse, devlet ve millet hayatındaki önemli fonksiyonunu da yitirmiş demektir. "Politikacı", "yargı organları" gibi "basın"ın da güvenirliğini yitirmiş bulunması, sadece matbuat için değil memleket için önemli bir kayıptır.
Halbuki bizim "Basın Ahlâk Yasası", "Basın Şeref Divanı" gibi "Yasa" ve kuruluşlarımız vardı. Basının gönüllü olarak uyacağı disiplinler getirmiştik: "1-Gazetecilik mesleği, özel veya ahlâka aykırı maksat ve menfaatlara âlet edilemez, kamuoyuna zarar verecek şekilde kullanılamaz; 2-Ahlâka aykırı veya müstehcen yayında bulunulamaz... Şeref ve haysiyetlere karşı haksız yayın yapılamaz... 3-Haberlerde, olayların yorumunda gerçeklerden, tahrif veya kısaltma yoluyla ayrılınamaz; 4-Gazetenin veya gazetecinin şahsî veya taraf tutan kanaatlarına haberlerin metninde yer verilemez; 5-Haber başlıklarında haberin ihtiva ettiği hususlar tahrif edilemez; 6-Mahrem kaydıyla verilen bilgiler yayınlanamaz. 7-Gazeteci, kendisine verilen sırlara saygı gösterecektir. 8-Mevkutelerin verdikleri yanlış bilgilerden dolayı yollanacak haklı cevap veya tekzibler, cevap veya tekzibe sebep olan yazının tesirini tamamiyle giderecek şekilde, en kısa zamanda yayımlanır. "
Bunlar, diğer ülkelere de örnek olan "Basın Ahlâk Yasası"nın bazı maddeleri…
Şimdi sormaz mısınız, "basın"a "ahlâk" getiren bu "yasa" nerde kaldı?
Bütün "yasa"lar uygulanırken, bu "yasa"lar niçin uygulanmaz?
"Mer'î mevzuat"a aykırı bulduğu her olayın peşine takılan "basın"ımız, bu gönüllü iç disiplinlere niçin riayet etmez?
"Basın Ahlâk Yasası", bazı "basın" organlarının tasallutuna feda millet ahlâkımızın üzerine koruyucu şemsiyesini nezaman açacak?