“Rabıta” kısa adıyla anılan "Dünya İslâm Birliği Genel Sekreterliği"nden bazı hizmetler yanında yurt dışına sunulan din hizmetleri konusunda da destek alınması olayı üzerine siyasî bir fırtına koparıldı. Türk basını ve asıl önemlisi, devleti yönetenler, birkaç hafta muttasıl bu işle meşgul edildi.
Konu şimdilik tavsadı ama, bazı basın organlarında gördük ki, ileride Türkiye'nin "İnkılâp Tarihi"ni yazacak olanlara bazı işaretler verenler oldu. "Bu olayı ileride de istismar etmeyi unutmayın" dediler.
Kamuoyu ise, olayın bu kadar saptırılmasının sebebini bir türlü anlayamadı. Cevapsız kalan sorular şunlar:
"-Türkiye İslâm Konferansı'na üye değil mi?"
"-Türkiye Cumhurbaşkanı, "İslâm Ülkeleri Ekonomik ve Ticarî Daimî Komitesi (İSEDAK)" Başkanı değil mi?"
Bu üyelik, başkanlık gibi fiilî irtibatlar bir yana ayrı bloklara mensup ülkeler arasında bile karşılıklı-karşıhksız alışverişler yapılmıyor mu?
İskenderun Demir-Çelik kompleksini, Nazilli Dokuma Tesisleri'ni Sovyetler kurdu diye biz "Sovyet rejimi"ni mi benimsemiş olduk? Seydişehir Alüminyum Tesisleri'ni, Tabiî Gaz Boru Hattı'nı Sovyetler finanse etmişse, karşımıza bir "rejim" problemi mi çıktı.
İstiklâl mücadelemiz sırasında, Sovyetler'den "karşılıksız" yardım gördük. İstiklâlimizi yeniden kazanmamızda -bildiğimiz kadarıyla- bu "karşılıksız yardım"ın rolü oldu. Türk milletinin kuzey komşumuz hakkındaki kanaat ve bakışı malûm. Bu tarihî realiteye rağmen sözkonusu karşılıksız maddî destek konusunda şu son olaya benzer bir "bağnazlık" gösterebilir misiniz?
Demek, konu bir "anlayış-anlayışsızlık", "hoşgörü-bağnazlık" konusudur. Kim demokrat ve hoşgörülü, kim bağnaz, işte misali... Herkes kendini bu olayla ele verdi...
PSİKOLOJİK
Son 15 günün gazetelerini bir inceleyiniz! Bir «SEIA", "AET'ye tam üyelik", "Terör" ve namütenahî problemlere; hele de ileri ülkelere yetişebilmek için ilmî ve teknolojik konularda çok sıkı bir münasebet halinde olmamız gerekmesine rağmen, bütün bunları bırakıp, şu "RABITA" olayı ile kimlerin ne kadar meşgul edildiğini düşününüz!..
Bu bir psikolojik savaştır. Hedefi de, bizim gibi "gelişmekte olan"; "problemi çok" ülkelerdir. Maksat, gelişme halindeki ülkede, dikkatleri kalkınmaya medar müfekkireden uzaklaştırıp faydasız konulara çekmek...
Bu psikolojik savaş taktiğinin 'RABITA" ile irtibatlı, başarılı (!) bir uygulamasını son 15-20 gün içinde Türkiye'de yaşadık.
"Milli kültür", "Ekonomik kalkınma" yeni bilim ve teknikler için harcanacak dinamizm ve müfekkirenin bir "Hiç" uğruna nasıl da kurnazca heba edildiğine şahit olduk.
Bu hep böyledir. Taktik aynı taktiktir. "Laiklik" ve "İrtica" mes’elelerin devamlı olarak gündemde tutulmasında başka mânâ aramayınız!..
Soğuk harp stratejistleri, Türkiye'de yaşanan bu başarılı taktiği herhalde uzun yıl ve yüzyıllar, doktrin ve öğretilerinde ahmaklığımıza "emsal" olarak kullanacaklardır.
SUÇ KİMİN?
Yurt dışına gönderilen din görevlilerinin, maaşları için "Dünya İslâm Birliği Genel Sekreterliği"nden maddî destek alınması konusunda bir "yanlışlık" olduğu muhakkak. O yanlışlık; her ülkenin her ülke ile her konuda "işbirliği" yaptığı bir dünyada, "devlet"in bilgisi tahtında "Rabıta"dan maddî destek almak değil, "devlet"in yurt dışındaki "din hizmeti" ihtiyacını çok geç ele almasıdır. Yanlışlık budur.
1961 yılından bu yana yurt dışına işçi gönderiyoruz. Anadolu'nun kapalı kültür çevrelerinden aldığımız insanımızı, beynelmilel kültür emperyalistlerinin fikir ve iştah pazarlarına sürmüşüz. Bu insanların "milli eğitim", "din hizmeti" diğer "sosyo-kültürel" ihtiyaçları ne olacak, düşünmemişiz. İkili "işgücü" anlaşmaları, "sosyal" anlaşmaları daima 3-5 yıl gerilerden takip etmiş.
Sonunda ne olmuş? Türk insanı televizyonun çeşitli vesilelerle bir bölümünü ekrana getirdiği dramatik bir sahipsizliğe, kimlik bunalımına düşmüş.
Millî Eğitim Bakanlığı "öğretmenler"; Diyanet İşleri Başkanlığı "din görevlileri"; Kültür Bakanlığı "kültür hizmetleri" açısından "kendilerine göre" tedbirler geliştirmişler.
"Öğretmen" ve "din görevlisi" temini için Belçika başta olmak üzere mahallî kuruluşlardan maddî destek alınmış... Hâlâ da alınıyor. Tarafsız Türk vatandaşlarının kurduğu derneklerden, keza destek alınmış...
Dışişleri Bakanlığı Türk Kültür Varlığını Koruma ve Tanıtma Fonu'ndan, -çeşitli girişimlerine rağmen- kontenjan alamayan Diyanet, bakanlık daveti ile Türkiye'de bulunan ve çeşitli sektörlere maddî yardımlarda bulunan "RABITA" yöneticilerinden, destek va'di almış... Konu ilgili resmî organlara arzedilmiş ve yardım gerçekleşmiş. Bir süre sonra da, resmî kadro temin edilerek, uygulamaya son verilmiş,
Hıristiyan kuruluşlardan halen alınmaya devam edilen maddî destek üzerinde durulmuyor da, Kıbrıs, Yunanistan ve Bulgaristan problemlerinde hep yanımızda yer alan bir Müslüman kuruluştan yardım alınması fırtınalar koparıyor.
Hoş, "RABITA"nın bir "SUÇ"u yok değil; O da Sovyet işgal kuvvetlerine karşı mazlum ve mağdur Afganistan direnişçilerini desteklemek istemiyor. Güler misiniz, ağlar mısınız?
Bu uygulamada bir "Hata" varsa, devletin konuyu geç tesahup etmesidir. Bundan daha önemli "Hata" ise devletin bilgisi tahtındaki normal bir olayın, güya "Devlet" hesabına devleti yıpratmak maksadıyla saptırılması; yanlış yerlerle irtibatlandırılmasıdır.
Asıl yanlış budur.