Türkiye'de artık her şey yerli yerine oturmalıdır. "Din-Devlet-Laiklik" münasebetleri de... Türkiye Cumhuriyeti "Laik" bir devlettir, tamam... Doktrinde laiklik "Din ve devletin birbirine karışmaması"; "Din"in devleti, "Devlet"in dini yönlendirmeye kalkışmamasıdır. Hiç mi iç müdahale etmez. Ne "Muamelâtı"na, ne "Ukubât"ına; ne işleyişine, ne tatbikatına. Ama "Devlet" "Din hizmetleri"ni "Genel İdare" içerisinde yönetir. Anayasa Mahkemesi'nin tabiriyle "Bu da laikliğe aykırı değildir". Daha doğrusu bize mahsus bir lâiklik anlayışı, laiklik tatbikatıdır.
Bu tatbikat, artık oturmuştur. Kimsenin "Din"in, din ilimlerinin, dinin geçmiş yüzyıllardaki başarılı uygulamasının öğrenilmesine; imanının icaplarını yaşamasına mani olduğu da yoktur. Dahası "Din"in öğrenilmesi "Laik" devletin bütçesinden, resmen karşılanmaktadır. Genel eğitimdeki din öğreniminin yanı-sıra, meslekî-dinî eğitim için bu işe mahsus "Okullar", "Fakülteler", "Araştırma Enstitüleri" üst lisans yerleri bile açılmış. "Akademik kariyer" de dahil, bu işlerin hepsini "Laik" dediğimiz "Devlet" üstlenmiş, finanse ediyor, yürütüyor, teşvik ediyor.
Bu iş pratikte böyle halledilmiş, prensibe dayalı bir problem yok.
KAVRAM KARGAŞASI
Uygulamada esasa dayalı bir ciddi problem yok ama, bazı gruplar, tartışmayı sürdürüyorlar.
Bir kesim "Laiklik" müessesesinin kendine itiraz ediyor. Bunların çoğu "iyiniyetli"... "Laiklik" nedir, uygulaması nasıldır, Hz. Peygamber'den bugüne gelen bu konudaki "Tatbikat" nicedir, araştırmış değillerdir. Bunlar yurt içinde, yurt dışında, kıyıda köşede "Ben bilirim" iddiasındaki üç-beş kişinin ortaya saldığı kavram kargaşasına kapılıp gidenlerdir. "Din" ile laikliğin bizdeki uygulamasının nerelerde "Uyuşmadığı", nerelerde "Uyuştuğu" gerçekten de araştırılmamış... "Saltanat"ın hakim olduğu "Emevi", "Abbasi", "Selçuklu", "Osmanlı" idarelerinde; bu muttasıl-uzun imparatorluklar dönemlerinde, "Din" ve uygulamaları, "Devlet"in sultasından ne ölçüde "Masun" tutulabilmiştir? Bugünün değerlendirilebilmesi için gerçekten de bunların "Objektif" olarak ortaya konulması; bilinmesi lâzımdır. Karanlığa kurşun sıkmakla -bazan isabet de ettirseniz-doğru sona varamazsınız.
Diğer kesim "Din"in doğrudan kendisine itiraz ediyor. Bunu açıktan söyleyemediği için de, "Laiklik"i bir "Kırbaç" gibi kullanıyor. Nerede dinî bir tezahür görürse, "Laiklik" kırbacını onun üzerinde şaklatıyor. Kimse "Din"i kabule, dine inanmaya- elbette zorlanamaz. Ama, inanmayanın inanan; dinini yaşamak isteyen kimseyi "Devlet" adına, "Laiklik" adına te'dibe-tahkire-terzile-inkâra kalkması da aynı "Laiklik"e sığmaz. Garipliklerimiz bitmez. Bu da bize mahsus bir gariplik.
Gerçek şu ki, tartışmanın asıl sebebi “Kavram kargaşası”dır.
İŞİN ASLI
Problem, tartışmanın “Teorik” ve ideolojik seviyede seyretmesinden doğuyor.
Devletin "Laik" olmasını yadırgayanlar, "Din"in bu konudaki evamiri ile, laikliğin Türkiye'deki tatbikat şeklini araştırmış, karşılaştırmış değiller...
Bu araştırma bir yapılsa, uyuşmazlığın nasıl “Asgari”ye indiğini; bunların çoğunun da "Usul" farklılıklarından kaynaklandığını hayretle görecekler. Hele de "Hulefa-i Râşidin"den sonra, tâ Cumhuriyet'e gelinceye kadar İslâm tarihinin "Saltanat"ın İslâm'ın "Biat" müessesesine ters sultasından kurtulamadığını değerlendirdikten; bu "Sulta"nın devletin her türlü işleyişine sirayetini gördükten sonra...
"Din"in ilâhi bağlayıcılığına teslim olmak istemeyen, bu sebeple "Din"e karşı çıkanlar ise "Laiklik"i, inançsızlıklarına bir kalkan olarak kullanıyorlar. Onlara göre "Devlet", din hizmetleri için, din eğitimi için bütçe yapmamalı... İmam-hatip liseleri, Kur'ân kursları, "Çağdışı" müesseseler... "Laik" devlet din hizmetlerini, din eğitimini organize, teşvik ve idare etmemeli... Devlet dairelerinde "Mescit" mi, zinhar bulunmamalı. Bu milletin çocuğuna "Mecburî" din dersi öğretmek ha, işte bu tatbikattır ki, "Laiklik"i deldi, alıp götürdü...
Bunlar, şahsî temayüllerini, şahsî inançsızlıklarını "Devlet"in tercihi, devletin resmî görüşü imiş gibi pazarlayanlardır. Bunun yanlışı şuradadır ki, "Devlet" dine karşı gibi gösterilmekte; "Devlet" de, "Laiklik" de geniş halk kitlelerince dine karşı "Lakayt" ve "Mütereddit"olarak lanse edilmektedir. Bundan da, "Devlet" ve "Millet"in arasını açmak isteyen gerçek istismarcılar, alabildiğine faydalanmaktadırlar. "Bak biz demedik mi?", "Bu devlet dine karşıdır" diye, yeni yetişenleri ve bazı saf vatandaşları kandırmak için bu yanlışları istismarlarına malzeme olarak kullanmaktadırlar.
ÇARE NEDİR?
Çare "Açık" ve net olmakta "Laiklik" ve "İrtica"ı hep gündemde tutmak isteyenlerin tavına gelip, halk kitlelerini "Devlet" ve "Laiklik" adına ikide bir hırpalamaktan vazgeçmektir. “Devlet”in din konusundaki mevcut uygulamasına sahip çıkmak; "Din" konulu hassasiyetleri tahrik etmekten kaçınmak, din konusunda saf, samimi, inanmış kesimleri “Devlet”in yanına almak; devlete kazanmaktır. Onları küstürmek, hep “Devlet”in başına gaileler açmak isteyenlerin işine yaramıştır.
Türkiye bir soğuk-harp yaşamaktadır. Bazı gruplar, "Devlet"e karşı "Gayrımemnun" kitleler oluşturma peşindedirler. "Devlet"i teb'a üzerine yürütmek, teb'ayı ise devlete karşı tahrik etmek demek olan "Lawrence" taktikleri kullanarak... Bu suretle "Devlet" ve "Teba"yı yumurta tokuşturur gibi tokuşturarak "Din"i ve dinî hassasiyetleri onlara malzeme yapmak, "Din" camiasının da, “Devlet”in de lehine değildir.
“Din”, bu milleti bütünleştirecek güçlü silâh ve ortak değer hükmüdür.
“Devlet-millet bütünleşmesi”nde, o “Müştereklik”ten faydalanılması bilinmelidir.
Aklın yolu budur.