Yüz elli yıldır "Batılılaşalım" deriz. "Tanzimat", "Meşrutiyet", "Cumhuriyet" dönemleri bu "Karasevda" ile geçti. "Batılı" olmak ne demektir? Tanzimat'tan itibaren ortaya çıkan "Monşer" tipini düşününüz. Sofra âdabında, papyon veya kravatla, Fransızca kelime ve şarkılar mırıldanmakta "Garplı"lık arayan heveslileri... Ve müteakip 10 yılları, çeyrek yüzyılları... 2 bin yıllık millî gelenekleri, bin yıllık dinî inançları cür'etkârca karalamakla "Avrupalı" olunuvereceğini zanneden safdilleri...
"Batı Medeniyeti" dediğimiz "Teknikmedeniyet" bütününü ABD ve Japonya'ya rağmen sanırım hâlâ "Avrupa" temsil ediyor. "Medeniyet", sadece "Teknik" demek değilse... "Batılı" olmanın gelenekleri artık "Avrupa"da yerleşmiş. Fransa'daki azınlık aşırılığına, F.Almanya'daki dazlak çılgınlığına rağmen... İşçi-işveren sürtüşmesini arasanız da bulamazsınız buralarda. "Devlet imkânı" ile "Köşeyi dönen" açıkgözlüklere kimse izin vermiyor. "Fikir-inanç-kıyafet" üstüne kavgalar bitmiş... "Basın", "Üniversite", "Zinde güç", "Rejim kollayıcıları", kimse kendini "Devlet"in tek sahibi sayma ütopyası peşinde değil... Her müessese, kendi fonksiyonunu tam icra etmek şartıyla yerli yerinde oturmuş. Her şey ve herkes kendi sınırları içinde.
Onun için olsa gerek, üniversiteler fikir, resmî-özel sektörler mal üretiyor. Basın, en doğru haber ulaştırmanın hizmetinde... İdare-icra kendi yerinde, yasama-yargı kendi sınırları içinde...
Okuyan, bir yarış atı; okul, yarışma yeri değil... Okuma sanki bir eğlence... Sınıfta kalma, okuldan atılma, bunlar burada da bize mahsus kâbuslar...
Para sağlam, piyasa oturmuş, toplu refah sağlanmış... Başkasına saygı, kendine saygının icabı sayılmış. Yüzlerin gülüyor olması da herhalde bundan.
YA BİZİMKİLER!..
Türk insanı, binlerce yıllık geleneklerin, tecrübelerin terbiyesini taşıyan bir insan. Her şeyin su-i emsalini tercih eden bizim "Basın"ın karamsar tablolarına bakmayın.
Burada bir "Türkiye" oluşmuş... Yer-yer belediye meclislerine, işçi sendikalarına seçilen... İşyerleri açan... Kendini kaybetmeden, ait olduğu çevreye uyum sağlayan. Oturduğu yerden ülkesini, Türkiye'yi düşünen...
Yarın bu insanlann F.Almanya'da, Belçika'da, Hollanda'da, İsviçre'de, Fransa’da, İskandinavya'da, Türkiye lehine "Lobi"ler oluşturacaklarında; çalıştıkları yerin teknik tecrübelerini Türkiye'ye taşıyacaklarında hiç şüphem yok. Sabahın alacakaranlığında, kaldığı "Haym"da, diğer vardiyalarda çalışanları uyandırmadan, sessizce kalkıp işine gidenler, sessizce gelip yatağına girenler. Koltuğunda şemsiyesi, elinde sefertası, Müslüman-Türk insanına mahsus bir vekarla sokaklardan gelip gidenler. İstasyon, tramvay durağı, işyeri, süpermarket, apartman önleri ve sokaklarda, Türk olduğu ilk bakışta anlaşılıveren kadın-erkek ve çocuk, her yaştan insancıklar. Sizi tanıyınca yüzlerindeki tebessüm, bakışlarındaki sıcaklık...
Bunları görünce Sultan Abdülaziz'in Paris seyahatinde bir başka maksatla söylediği sözü hatırlamamak mümkün değil. Hani Paris'e inişinde kendisini karşılamaya gelen Osmanlı sefaret mensuplarının "Paris modası" ile giyinmiş eş ve çocuklarını görünce Sultan Aziz, "-Türk insanı ne kadar da kabiliyetli!.. Buranın yaşayışına ne güzel uymuşlar!.." demişti. Maksat farklı ama, bize önemli birşey hatırlatıyor: Demek "Batılılaşma" seferimiz tâ o zamanlardan, hatta daha öncelerden başlamış.
Başta F.Almanya, Hollanda ve Belçika olmak üzere, Türk işçilerin çalıştığı Avrupa ülkelerinde bir "Diyanet" gerçeği mevcut. En son bulunduğumuz 1978 yılından bu yana çok şey değişmiş. Hollanda, Belçika ve Danimarka'da Türk Diyanet vakıfları, F.Almanya'nın iki büyük merkezi Köln ve Batı Berlin'de, "Diyanet İşleri Türk-İslâm Birliği" kurulmuş. Münih'te aynı birliğin kurulması için 3,5 milyon marka bir gayrimenkul satın alınmış. Frankfurt ve Hamburg'ta da aynı müessesenin kurulması için çalışmalar yapılıyor.
Kuzey Ren Westfalya Eyaleti'nde 500 bin Türk vatandaşı yaşıyor. Bu eyaletin başkenti Köln'de Diyanet İşleri Türk-İslâm Birliği'nce bir büyük külliye açılmış. Cami, lisan ve bilgisayar merkezleri, lokal, kütüphane ve yayın tevzi merkezi, misafirhane bu külliye bünyesinde toplanmış. Muhteşem camide 5 vakit, cemaat-ı kübra ile namaz kılınıyor. Dersane ve laboratuvarlarda lisan, dinî bilgiler ve bilgisayar kursları veriliyor. Kütüphanede her çeşit Türkçe kitap ve ansiklopedi mevcut. Burası öğrencilerin, lokal ise büyüklerin buluşma, bütünleşme yeri. Kitap tevzi bölümünden, Avrupanın her ülkesine dini yayınlar dağıtılıyor. Merkezde ayrıca, her defasında 180-200 öğretmenin katıldığı öğretmen oryantasyon kursları açılmış.
Batı Berlin şehrinde 120 bin Türk vatandaşı bulunuyor. Koca Berlin'in tam ortasında, Prusya Krallığı'ndan Osmanlı Devleti'ne,oradan da Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin mülkiyetine intikal eden "TÜRK ŞEHİTLİK" merkezi var... Bu merkezdeki caminin muhteşem minaresinden okunan ezanlar, "Utanç Duvarı"nı da aşıp demirperde içlerine kadar uzanıyor. Enteresan değil mi?
F.Almanya'da din görevlisi sayısı 500'e ulaşmış.
Dışişleri Bakanlığı bütçesinin Türk Kültür Varlığını Koruma Fonu'ndan 570 kontenjan ayrılarak, din görevlileri, derneklerin eline bakmaktan kurtarılmış.
Hollanda'nın başkenti Lahey'de Mescid-i Aksa Camii açılmış... Amsterdam'da bir dev kilise Muslümanlaştırılıp "Fatih Camii" adıyla hizmete sokulmuş. Kubbesindeki "Haç" sökülmüş, yerine "Hilâl" kondurulmuş.
F.Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika ve Danimarka'da Diyanet kuruluşlarınca satın alınan gayrimenkul sayısı 50'yi aşmış.
Avusturya'dan İskandinavya'ya, Avrupa'da bir Türkiye kurulmuş. İnanç ve gelenekleriyle ayakta kalma savaşı veren bir Türkiye.