Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
AVRUPA’DAKİ TÜRKİYE - 22 Mayıs 1987

Yüz elli yıldır "Batılılaşalım" de­riz. "Tanzimat", "Meşrutiyet", "Cumhuriyet" dönemleri bu "Karasevda" ile geçti. "Batılı" olmak ne demektir? Tanzimat'tan itibaren ortaya çı­kan "Monşer" tipini düşününüz. Sofra âdabında, papyon veya kravatla, Fransızca kelime ve şarkılar mırıldanmakta "Garplı"lık arayan heveslileri... Ve mü­teakip 10 yılları, çeyrek yüzyılları... 2 bin yıllık millî gelenekleri, bin yıllık dinî inançları cür'etkârca karalamakla "Avrupalı" olunuvereceğini zanneden safdilleri...

"Batı Medeniyeti" dediğimiz "Teknikmedeniyet" bütününü ABD ve Japonya'­ya rağmen sanırım hâlâ "Avrupa" tem­sil ediyor. "Medeniyet", sadece "Teknik" demek değilse... "Batılı" olmanın gele­nekleri artık "Avrupa"da yerleşmiş. Fransa'daki azınlık aşırılığına, F.Almanya'daki dazlak çılgınlığına rağmen... İşçi-işveren sürtüşmesini arasanız da bulamazsınız buralarda. "Devlet imkânı" ile "Köşeyi dönen" açıkgözlüklere kimse izin vermi­yor. "Fikir-inanç-kıyafet" üstüne kavga­lar bitmiş... "Basın", "Üniversite", "Zinde güç", "Rejim kollayıcıları", kimse ken­dini "Devlet"in tek sahibi sayma ütop­yası peşinde değil... Her müessese, kendi fonksiyonunu tam icra etmek şartıyla yerli yerinde oturmuş. Her şey ve herkes kendi sınırları içinde.

Onun için olsa gerek, üniversiteler fi­kir, resmî-özel sektörler mal üretiyor. Ba­sın, en doğru haber ulaştırmanın hizme­tinde... İdare-icra kendi yerinde, yasama-yargı kendi sınırları içinde...

Okuyan, bir yarış atı; okul, yarışma yeri değil... Okuma sanki bir eğlence... Sı­nıfta kalma, okuldan atılma, bunlar bu­rada da bize mahsus kâbuslar...

Para sağlam, piyasa oturmuş, toplu re­fah sağlanmış... Başkasına saygı, kendi­ne saygının icabı sayılmış. Yüzlerin gülü­yor olması da herhalde bundan.

YA BİZİMKİLER!..

Türk insanı, binlerce yıllık geleneklerin, tecrübelerin terbiyesini taşı­yan bir insan. Her şeyin su-i emsalini tercih eden bizim "Basın"ın karamsar tab­lolarına bakmayın.

Burada bir "Türkiye" oluşmuş... Yer-yer belediye meclislerine, işçi sendikala­rına seçilen... İşyerleri açan... Kendini kaybetmeden, ait olduğu çevreye uyum sağlayan. Oturduğu yerden ülkesini, Türkiye'yi düşünen...

Yarın bu insanlann F.Almanya'da, Belçika'da, Hollanda'da, İsviçre'de, Fransa’da, İskandinavya'da, Türkiye lehine "Lobi"ler oluşturacaklarında; çalıştıkları ye­rin teknik tecrübelerini Türkiye'ye taşıyacaklarında hiç şüphem yok. Sabahın alacakaranlığında, kaldığı "Haym"da, diğer vardiyalarda çalışanları uyandırmadan, sessizce kalkıp işine gidenler, sessizce gelip yatağına girenler. Koltuğunda şemsiyesi, elinde sefertası, Müslüman-Türk insanına mahsus bir vekarla sokaklardan gelip gidenler. İstasyon, tramvay durağı, işyeri, süpermarket, apartman önleri ve sokaklarda, Türk olduğu ilk bakışta anlaşılıveren kadın-erkek ve çocuk, her yaştan insancıklar. Sizi ta­nıyınca yüzlerindeki tebessüm, bakışla­rındaki sıcaklık...

Bunları görünce Sultan Abdülaziz'in Paris seyahatinde bir başka maksatla söy­lediği sözü hatırlamamak mümkün değil. Hani Paris'e inişinde kendisini karşılama­ya gelen Osmanlı sefaret mensuplarının "Paris modası" ile giyinmiş eş ve çocuk­larını görünce Sultan Aziz, "-Türk insanı ne kadar da kabiliyetli!.. Buranın yaşayı­şına ne güzel uymuşlar!.." demişti. Mak­sat farklı ama, bize önemli birşey hatır­latıyor: Demek "Batılılaşma" seferimiz tâ o zamanlardan, hatta daha öncelerden başlamış.

Başta F.Almanya, Hollanda ve Belçi­ka olmak üzere, Türk işçilerin çalıştığı Avrupa ülkelerinde bir "Diyanet" gerçeği mevcut. En son bulunduğumuz 1978 yı­lından bu yana çok şey değişmiş. Hollan­da, Belçika ve Danimarka'da Türk Diya­net vakıfları, F.Almanya'nın iki büyük merkezi Köln ve Batı Berlin'de, "Diyanet İşleri Türk-İslâm Birliği" kurulmuş. Mü­nih'te aynı birliğin kurulması için 3,5 mil­yon marka bir gayrimenkul satın alınmış. Frankfurt ve Hamburg'ta da aynı mües­sesenin kurulması için çalışmalar ya­pılıyor.

Kuzey Ren Westfalya Eyaleti'nde 500 bin Türk vatandaşı yaşıyor. Bu eyaletin başkenti Köln'de Diyanet İşleri Türk-İslâm Birliği'nce bir büyük külliye açıl­mış. Cami, lisan ve bilgisayar merkezle­ri, lokal, kütüphane ve yayın tevzi merkezi, misafirhane bu külliye bünyesinde toplanmış. Muhteşem camide 5 vakit, cemaat-ı kübra ile namaz kılınıyor. Dersane ve laboratuvarlarda lisan, dinî bil­giler ve bilgisayar kursları veriliyor. Kü­tüphanede her çeşit Türkçe kitap ve an­siklopedi mevcut. Burası öğrencilerin, lo­kal ise büyüklerin buluşma, bütünleşme yeri. Kitap tevzi bölümünden, Avrupanın her ülkesine dini yayınlar dağıtılıyor. Merkezde ayrıca, her defasında 180-200 öğretmenin katıldığı öğretmen oryantasyon kursları açılmış.

Batı Berlin şehrinde 120 bin Türk va­tandaşı bulunuyor. Koca Berlin'in tam or­tasında, Prusya Krallığı'ndan Osmanlı Devleti'ne,oradan da Türkiye Cumhuri­yeti Devleti'nin mülkiyetine intikal eden "TÜRK ŞEHİTLİK" merkezi var... Bu merkezdeki caminin muhteşem minare­sinden okunan ezanlar, "Utanç Duvarı"nı da aşıp demirperde içlerine kadar uzanıyor. Enteresan değil mi?

F.Almanya'da din görevlisi sayısı 500'e ulaşmış.

Dışişleri Bakanlığı bütçesinin Türk Kültür Varlığını Koruma Fonu'ndan 570 kontenjan ayrılarak, din görevlileri, der­neklerin eline bakmaktan kurtarılmış.

Hollanda'nın başkenti Lahey'de Mescid-i Aksa Camii açılmış... Amsterdam'da bir dev kilise Muslümanlaştırılıp "Fatih Camii" adıyla hizmete sokulmuş. Kubbesindeki "Haç" sökülmüş, yerine "Hilâl" kondurulmuş.

F.Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika ve Danimarka'da Diyanet kuruluşlarınca satın alınan gayrimenkul sayısı 50'yi aşmış.

Avusturya'dan İskandinavya'ya, Avrupa'da bir Türkiye kurulmuş. İnanç ve ge­lenekleriyle ayakta kalma savaşı veren bir Türkiye.