“Ezan” bir davettir, dilinden anlayana... Bir şeylerin ilanıdır; hür olmanın, inanmanın, inancın dışa taşmasının... İmanın ibadetlerle taçlanmasının...
"Sabah ezanı"na doyum olmaz.. Kul gürültüsünün henüz uyanmadığı; köy-şehir, kasaba, dünyanın serin bir sessizliğe gömüldüğü sabahın o saatlerinde herkesin bildiği, duyduğu, beklediği o lâhutî ses "ezanü's subh…" Sabah ezanı...
Ankara'yı düşünün... Makarr-ı hükümet ve devlet. Günün aydınlığında memleketin her türlü hay-ü huyuna sahne bu şehir, tam da seher vakti işte o ezana teslim.. Ankara'nın göğe uzanan en yüksek eli "Kocatepe" minarelerinden bir tatlı sesle başlayan ezan-ı Muhammedi, Hacı Bayram Veli taraflarından yükselen bir makbul niyazla devam eder.. Artık Ankara tepeleri bu lâhutî yakarışa zincirleme bağlanmıştır: "Allahü Ekber!.."
BİZİM İÇİN
Meleklerin kanat seslerinin duyulduğu; gönüllü duaların geri çevrilmediği,tertemiz kuş seslerinin nâme olup karıştığı o niyazlar kimin içindir bilir misiniz?
Bizim içindir bizim... Vallahi bizim içindir... Sadece Ankara değil, kalbi Ankara'da atan ülkem, Türkiye'm içindir...Ah bunu bir bilsek...Küçük baş, büyük baş hepimiz...İdare eden, edilen cümlemiz... Bilsek ki bu niyaz bizedir... Neler neler değişmezdi?
Bu asabiyet, bu gerginlik, sadece iktidar-muhalefet değil her türlü gruplararası haset-fesat... Gündüzün âdeta sokaklardan akan güna'h-vebal... Kapalı kapılar arkasındaki önünü görmez çağdaş (!) taassup...Millet efkârını küstüren bilmez-hesaplar...İçeriden-dışarıdan hâin planlar... Kafalardaki o zifiri karanlık. Bütün bunlara rağmen tepe-taklak olmuyorsak, sebebi ne ola ki!? Sahi hiç düşündük mü?
HİÇ DÜŞÜNÜR MÜYÜZ?
Sabah temizliğinin maneviyat ve ruhâniyetinde, şehâdet vesikası günahsız minarelerden yükselen niyazlar, niyaz yüklü muhlis dualar, nasıl ve niçin geri çevrilsin ki!?
"İsteyiniz vereyim" diyen Allah, Kars'tan Edirne'ye ardı arkası kesilmeden her gün ve her mevsim, biteviye devam eden o niyazı nasıl ve niçin geri çevirsin?!
...Ve günün beş vakti urûc eden o lâhutî istimdadı.. Erciyesler'in, Uludağlar'ın, Ağrılar'ın, Toros ve Istrancalar'ın göz-kulak olup dinlediği...Kuşların, ağaçların, yaprakların topluca "Amin" dediği. Âkif merhumun "Bu ezanlar ki…" diye başlayıp, devletin resmî esprisine nakış-nakış işledi. Silinmemecesine, kazınmamacasına..
Nasıl ve niçin geri çevrilsin ki, savaşa o davetle gitmişiz.. Sınırlarımızı o yemin ile çizmişiz.. Yurdumuzu o ideal ve mefkure için kurtarmışız..."Devlet"imizi o espri ile kurmuşuz...O espri ile "Devlet ebed-müddet" olmuşuz...
Onun için, ancak o sesle ayaktayız. Bilen bir daha farkına varsın, bilmeyen bilsin ki, ancak o ruhla hayattayız…
"Sabah ezanları…" Bizi "gün"e ayaklandıran, güne başlatan ses...Bizi "salah"a, "felâh"a çağıran "5"in başlangıcı ilk mesaj...
"Sabah ezanları..." Kâinatın tek hâkimi olan Allah'ın iktidarını ilan eden irade...
"Sabah ezanları…" Yaptıklarımıza tevbe, günahlarımıza kefaret, kâinat henüz uyanmamışken, uyanmaya davet. Gerçek intibaha...Geçici uykudan değil, hakikî uykudan uyanmaya...
O devlet olmasa ne istiklâlimiz vardı, ne istiklâl için cihadımız...
Bilmeyenler, bilenlere sorsun...