Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
OY SERDENGEÇTİ - 20 Kasım 1987

Niçin "O.Y. Serdengeçti?.." Türkocağı 14 Kasım Cumartesi günü merhum Serdengeçti'yi andı. O.Yüksel bir nüktedan adamdı. Aynı zamanda da bir çile adamı... Teçhizatı olmayan bir savaşçı...

Düşünün: 1947 yılı şartlarında bulup buluşturmuş, "Serdengeçti"yi neşretmek istemiş. Ankara'da hiçbir matbaa O.Yüksel'in neşredeceği mecmuayı basmamış... Nasıl bassınlar ki, O.Yüksel "Türklük" diyor; "Müslümanlık" diyor; "Dış Türkler" diyor... Demek o devirde bunlardan bahsetmek hoş karşılanmazmış... O.Yüksel bu, durur mu? "-Ben bu dâva yoluna serden geçmişim!" demiş, çıkmış yola... Eskişehir'de bir mat­baa bulmuş, ilk "Serdengeçti" bomba gibi patlamış, öyle bir bomba ki, düştüğü yerde yeniden patlamış; yurdu baştanbaşa sarmış... Ulaştığı her yeri yeşertmiş. Kâh sert, kâh yumuşak... Hem güldürmüş, hem düşün­dürmüş. Her yazısı elden ele, dilden dile dolaşmış... Yer yer istinsah edilmiş; çerçeveletilip duvarlara asılmış... Her nüshası ayrı bir hadise olmuş. Olmuş ama bu "aylık" mecmua 36 yılda ancak 33 sayı çıkabilmiş... Topu topu 33 sayı, fakat 1 milyonu aşan toplam tiraj... "Bu Millet Neden Ağlar", "Bir Nesli Nasıl Mahvettiler", "Mabedsiz Şehir", "Gülünç Hakikatler" gibi az sayıdaki kitaplarının toplam nüsha adedi ise 150 bini aşmış... Kapışılırcasına bir talep, fakat siyasî karşı çı­kışlar sebebiyle "arz" işte o kadar... Onun için "Oy Serdengeçti" demek de doğru olur. Sağ olsaydı bu küçük espriyi eminim o da benimserdi.

Onu sağlığında anlamak istemedik. "Türklük" ve "Müshimanlık'' üzerine yazıları sebebiyle yargıladık... "Irkçı", "Turana" gibi adlar taktık. 66 yıllık ömrü boyunca tam 54 ayrı yargılama, 6 defa hapis... Doç. Dr. Y.Kurnaz'ın belirttiği gibi o, "-Urganda da ölüm, yorganda da ölüm" demiş; yılmamış, bize bugünleri hazırlamış.

Yargılandığı o yazıları satır satır okudum. Hepsi de realist, objektif yazılar... Bugün onlardan çok sertleri yazılıyor. Aynı konularda... Dahası bir parti (Demok­ratik Sol Parti) seçim beyannamesinde "Dış Türkler Bakanlığı" kuracaklarını bile söylüyor. Osman Yük­sel bunları 50 yıl önce görmüş... Demek o bizden 50 yıl ileride imiş... Y.Bülend BAKİLER bunları olgun ve yapıcı bir üslûpla değerlendirdi.

Bugün bunları yazıp konuşabiliyorsak Osman Yüksel’lere çok şey borçluyuz.

Bir şey daha: Dün O.Yüksel'lere "Türklük" "Müslümanlık" dedi diye "Gericilik", "Irkçı-Turancılık" yakıştıranların, ellerindeki eskimiş şablo­nu hâlâ bırakmadıkları görülüyor. Bu da bize mahsus bir garabet... Moskova'ya, Pekin'e bakın: Klasik-kollektivist katılıklar, bize bu şablonu veren onlarda bile terkediliyor. Bir gün gelir, inşallah bizimkiler de bu il­kellikten kurtulurlar.

Serdengecti ömrü boyunca hep "Devlet"e yönelen tehditlerle savaştı. Onun "Devlet" aleyhine tek keli­mesini ise hiç kimse duymadı. Bu da, dünden bugüne "Devlet"e yönelen karşı katılıklara bir ders olmalı...

Osman Yüksel bir rind, bir dâva ve gönül adamı... Gönlünde taşıdığı kutsallara saldırıldığında ise aman­sız bir savaşçı... "-Volkan gibi lâv atmış, ne susmuş, ne sönmüşüm/ Ben bu iman yolunda çılgınlara dönmüşüm" mısraları, onun savaşçılığını anlatır. "-Al­lah Allah diyen ezanlar nerde?/ Efeler, yiğitler, kızanlar nerde?/ Taşkentler, Kırımlar, Karanlar nerde?/ Ner­de benim Oral-Altay dağlarım?/ Akşam olur, sabah olur ağlarım" mısraları ise millî sancılarını... Ruhu şadolsun...

Cuma Sohbeti

27 Kasım 1987 Hamdi Mert

“PERESTROİKA”

Sovyet lideri Mihail Gorbaçov, ülkesinde başlat­tığı "değişim"i izah eden bir kitap yazdı: "Perestroika..." Yani, "Değişim". Amerika Birleşik Devletleri'nde yayınlanan kitabı, üşenmeyip herkesin okumasını dilerim.

Gorbaçov bu kitabında, Sovyet rejimi ve işleyişi hak­kında hayret verici itiraflarda bulunuyor: "Tarafsız bir yak­laşım, bizi tek sonuca götürüyor: Ülke bir buhranın eşi­ğindedir. Zira ülkemizde -geçmiş yanlışlar sebebiyle- bir­çok problem birikti. İyi çalışan, vasıflı işçi ile vasıfsız iş­çiyi ayırmadık. Herkese eşit ücret verdik. Bu da işgücü verimini azalttı. Mesken, gıda maddeleri üretimi, ulaşım, sağlık hizmetleri, eğitim gibi sahalarda verim azalması, hızla arttı. Dünyanın en büyük demir-celik ve buğday üre­ticisi ilke, bunları ithal etmek soranda bırakıldı."

Gorbaçov bu inkırazın sebep-sonuçlarını şöyle anlatı­yor "Halkta rejime karşı bir pasif direnme var. Geniş halk kesimlerinde rejimin ürettiği sloganlara karşı inançsızlık arttı. Bunun sonucu olarak alkolizm, uyuşturucu alışkan­lığı ve suçluluk tırmandı. Kruşçev de, Stalin de hatalıydı. İstihsal vasıtaları demode idi. Yöneticiler, rejim mesele­leriyle uğraşmaktan verimliliğe vakit ayırmamışlardı. Ça­lışma, saygınlığını yitirmişti, insanlar, sosyal konulara il­gisizdi. Çalışanlarda verimlilik psikolojisi yoktu. Ekono­mik durgunluğun sebebi buydu."

Kitapta, yanlışlardan kurtulmanın çaresi de gösterili­yor "insan faktörünü yeniden ele almadıkça, insana gü­venmedikçe, insan unsurunu faal katılıma, yapıcı girişim­lere çekmedikçe verim ve kalkınma mümkün değil. De­mokrasiyi öğrenmeliyiz. Basın daha etkili hale getirilme­li. Kadınlar ağar işlerden evlerine, kadınlık görevlerine dön­meliler. Esnaflık düzeyinde de olsa özel teşebbüse yer ve­rilmeli. Çağımız, yeni politik görüşleri şart kılıyor. Deği­şim başlamıştır. Artık geriye dönüş yoktur."

Mihail, kitabında hayret ki, "din"den, "din adamları"ndan saygıyla bahsediyor. Dahası, "ülkemizin manevî hayatı" gibi lâflar ediyor. "Dünya bir bütündür. Rejimler farklı da olsa, aynı gemideyiz" diyor ve ilâve edi­yor "Bu geminin karaya oturup, parçalanmasına izin ver­memeliyiz. Zira ikinci bir Nuh'un Gemisi bulmamız müm­kün değil." Aynen böyle diyor.

Hayret, bu üslûp 3 çeyrek yüzyıllık komünist termino­lojiye hiç uyuyor mu?

Hani "din" afyondu? İnsan sadece iktisadî bir feno­men, bir âlet, bir makine, bir üretim ve tüketim faktörü idi? İnsan varlığı ile ilgili "din", "ruh", "maneviyat", "ah­lâk", "aile", "şeref", "namus", "haysiyet" gibi değer­ler, "klasik burjuva değerleri" idi? "Milliyet", "vatan", "demokrasi", komünist manifestosu'nun yıkmayı hedef­lediği müesseselerdi?

Demek Allah'ın koyduğu ilâhî kanun değişmiyor. "İnsan" her yerde insandır. Maddî ihtiyaçlarının ayrılmaz parçası olan ruh ve maneviyatıyla da insandır. "Din" ve "maneviyat" bir vakıadır. Siz inkâr da etseniz, o ilâhî ka­nun kendini size kabul ettirir.

Şimdi Sovyetlerde işte bunu görüyoruz. "İnsanın bir makine olmadığını anladık" diyorlar. Onun ruh ve ma­neviyatıyla yeniden ele alınmasından sözediyorlar. "Mül­kiyet hakkı"nı, "basın hürriyeti"ni, "demokrasi"yi, "din" ve din adamını yeniden telâffuz etmeye başladılar.

İnsanlığın en korkunç tecrübesi komünizm, böylece sonun başlangıcına gelmiş görünüyor. Allah nelere ka­dir değil ki!.. Bekleyelim, bakalım daha neler göreceğiz?..

Bu safhada akla gelen sual ise şu: "Din" dedi diye, "maneviyat" dedi diye, "hürriyet", "mülkiyet" ve "demokrasi" dedi diye katledilen milyonların, onmilyonların hesabını kim verecek? Eskiler mi, yeniler mi? "Perestroika" yani "Değişim" tamam... Ya geçmişin he­sabı?.. Çalışma kampları, sürgünler, Rus tanklarının paletleri altında ezilenler?.. Macar, Çekoslovak ve Afgan "halkları"nın kan diyetleri?.. Bakalım hesabını kim verecek?..