Anadolu toprağı ne kadar bereketli!. Harput'tan bir Kabaklı, Sivas'tan bîr Yavuz Bülend çıkaran o toprak, Bayburt'tan da bir Yahya AKENGİN çıkarmışsa, buna şaşılmaz...
"Şiir" ve "Edebiyat" bakımından fakirleştik... Bu doğru. Biz ki edebiyatı-şiiri "yaşayan"; "cihangirleri" bile şair olan bir millettik... Ya şimdi?.. Sebebini Akengin'e soralım:
"-Dış görünüşü alımlı, fakat alçı ve boyadan yapılmış bir mankene şiir yazmak ne ise, materyalist felsefenin yoğunluğu topluma şiir sunmak da odur."
Akengin, edebiyat ve san'atta kıtlığı buna bağlıyor. Fakat bir Akengin, Bakiler, Karakoç da çıkabiliyor işte... Bunu da "Müslüman-Türk insanı"nın bereketine bağlamalı...
Akengin'in şiirlerinde hep "hüzün", "hasret" ve "büyük şehir bunalımı" temalarını bulurlar. Doğru olabilir. Fakat şunu da ilâve etmeli: Akengin'de aynı zamanda derin bir "tefekkür" boyutu var. Bu tefekkür derinliği ile Akengin, şiir ve edebiyatın bütün ufuklarında at koşturabiliyor: "-Erenler tutmuş elimizden muhabbetle/ Avunur gideriz ikliminde şiirin/ Daha dermedik tamamını çiçeklerin/ Gönül bahçemiz öyle geniş, öyle derin" derken o da bizi te'yid ediyor olmalı... "Söndü bülbül devri sen anlat gülüm/ Haramiler bağbân olmuş nasılsın?" siteminde de o tefekkürün bir projektör gibi "dün" ve "bugün''e tutuluşu var.
Y. Akengin kadîm "nizam-ı âlem'" idealini bile sadece siyasî ve askerî otoriteye bağlamıyor: "Kalbin nizamı olmadan, âlemin nizamı olamaz" diyor. "-Hikâyelerinde kahramanlarının dili şiir olan bir milletiz" diye ilâve ediyor.."Şiirdeki ahenk"le Türk insan ve toplumunun iç alemindeki "intizam" duygusunu kıyaslıyor... Bu ahenk ve sentezin bir hayat tarzı olarak yaşanageldiğini söylüyor.
"Tefekkür" olmadan "şiir" olmayacağını ben Akengin'i değerlendirirken bir daha anladım. Yaşadığı "gün"ün, çevresinde gördüklerinin dışına çıkamayanlara niçin "şair" denilemeyeceğini de...
Akengin'in deyimiyle "Türk edebiyatında şair hem zengin bir mirasın bahtiyarı, hem de hovarda bir mirasyediliğin temsilcisi"... "Huzur çağı"ndan "bunalım dönemi"ne düşüşün san'atlı ifadesi bu olsa gerek...
Akengin sadece şiir yazmamış... İnsanın tefekkür dünyası zengin olunca, o müfekkire sadece "şiir" olarak tezahür etmiyor. Akengin'de de öyle olmuş... Şiir, hikâye, roman, piyes... Edebî san'atların hepsinde dolaşmış. Şiirleri "Türkiye Millî Vakfı" ve "Tercüman Gazetesi" tarafından ayrı ayrı üç defa ödüllendirilmiş. Tercüman Gazetesi, "inceleme" dalında da kendisine derece vermiş. Kültür ve Turizm Bakanlığı ise "Tiyatro yazma" yarışmasında mansiyon... 1985 yılında "Struga Şiir Akşamları" festivalinde Türkiye'yi temsil etmiş... Atatürk Ü.Fen-Edebiyat Fakültesi Akengin'in eserlerini bir lisans tezi ile inceleme ve araştırmaya değer bulmuş.
İlk şiir kitabı "İSTESEM" 1969'da yayımlanmış. Ondan sonra da eşit aralıklarla şiirde diğer kitapları: "AKŞAMLA GELEN (1973), ÇAĞ SÜRGÜNÜ (1977), SAATLAR VE ÇEVRELER (1982), ÖTELERDEN (1986)...
Romanda ÖZLEM YOKUŞLARI, DÖNÜŞ ACILARI ve YARALI DAĞLAR sırasıyla 1981, 83 ve 87'de neşredilmiş.
"ENVER PAŞA VE BÜYÜK ÜMİTLER (1985)" "ESKİ ÇARIKLAR (1987)" ve "AİLE BAĞLARI (1987)" ise yayımlanmış tiyatro eserleri...
Görülüyor ki Akengin'de düzgün yükselen bir büyüme grafiği var. Şiir ve edebiyatla uğraşmaktan caydırıcı bu kadar sebebe rağmen... Doğrusu takdire değer.
"Bunlar/ Körpe kalmış ekinler/ Ne büyüdü, ne soldular/ Yılların gölgesinde sessiz/ Unutuldular" diyor. Akengin... Bayburtlu Zihnî'nin bu hayrül halef evlâdı unutulmayacak... Göreceksiniz...