Çok değil, 50 yıl önce “Sadabad Paktı” imzalandığında, istiklâline sahip sadece üç İslam ülkesi vardı. Bugün sayı 47'yi bulmuş... Senegal'den Cezayir'e, Uzakdoğu'dan Türkiye'ye 47 ülke... Siyahı-beyazı, fakiri-zengini... 150 bin nüfustan 150 milyon nüfusa 47 ayrı bayrak altında 1 milyar Müslüman... Bir yönüyle sevindirici; 47 müstakil bayrak... Bir yandan düşündürücü; 47 ayrı istikamet ve politika… Acaba niçin?.. Değerli bilim ve düşünce adamı Prof. Dr. Nevzat YALÇINTAŞ, 27 Şubat Cumartesi günü Kocatepe Konferans Salonu'nda verdiği ve resmî başkent Ankara'yı âdeta kadîm kültür başkentimiz İstanbul'laştıran muhtevalı-boyutlu-buutlu nefis konferansında bu sorunun cevabını araştırdı... Ankara'nın pek alışık olmadığı seviyeli, coşkun, kalabalık bir dinleyimci önünde... Diyanet İşleri Başkanhğı'nın kendi tarihinde ilk defa başlatılan seri konferansları, demek ciddi bir ihtiyaçmış...
İslâm ülkeleri dünyanın en stratejik bölgelerini ellerinde bulunduruyorlar... Asya ile Avrupa'nın, Asya ile Afrika'nın, eski medeniyetlerle yeni medeniyetlerin geçiş noktalarını... Ve ihtiyar arzın en zengin yeraltı kaynaklarını... Ne hikmetse!..
Hikmeti şu ki, son ve hak din İslâm'ın cihanşümül mesajından dünyanın haberi olsun...
Fakat o ne, belki de dünyanın en ibtidaî, en bölük pörçük görünüşü de bu bölgede... Akılalmaz bir dağınıklık, tembellik, şahsiyetsizlik... Kavga, kıtal ve sonunda gülünçlük... Batı Bloku, Doğu Bloku, 3'üncü Dünya tam bir yamalı bohça... Ne "İran-Irak" kör döğüşünden ibret; ne Afganistan işgali ve Filistin dramından ders; ne sanayi ötesi çağı yakalayıp artık çatıya çıkan bâtıl "Batı" önünde utanç... Hani bizim dinimiz son dindi?.. Hani bizim inançlarımız kâinatı kucaklayacak kadar vasî idi? Hani medeniyette, insanlıkta çağı biz temsil edecektik? Bunları tahlil edip, düşünen kim, kabul eden nerde?
Kimimiz "Doğu" hayranı, kimimiz "Batı"... "Kurtuluşu ne Doğu'da arayınız, ne Batı'da" diyen ilâhî buyruk nerde kaldı?..
Bu hayal kırıklıklarına rağmen bazı intibalar da yok değil... İstiklâllerine yeni kavuşan genç İslâm devletlerinin zafer sarhoşluğu ile kanıdeli tutumlarında ağır-aksak bir duruşkunluk; yavaş ve aheste de olsa siyasî "birleşme" gayretleri; İslâm'ın çağları kuşatan mesajına kulak verme ihtiyacı; eğitim ve kültür alanındaki gelişmeler, bu intibaın kırık-dökük emareleri...
Bu müsbet yaklaşımların güzel örnekleri de görülmeye başlandı. İşte Sayın Yalçıntaş'ın ilk kaynaktan edindiği bir müşahedesi:
İngiltere'nin Riyad büyükelçisi, İngiliz yönetimi ve Batı meslektaştarı gibi "Suudî-Türk yakınlaşması"ndan rahatsızdır. Suudî hükümet üyelerinden bazılarıyla bir sohbette sorar: "-Yahu Türkler'i bu topraklardan çıkarmanızda size yardımcı olmadık mı? Nedir Türkler'le bu yeni samimiyetler, yeni yakınlaşmalar?"
Halen de hükümet üyesi olan genç Suudîli bakanın cevabı geçmişten ders almışlığın kâmil isbatı: "Evet Ekselans... Türkler'i bu topraklardan İngiltere'nin yakın desteği ile kovduk... Fakat sizleri yakından tanıdıktan sonra, Türkler'in kıymetini bir güzel anladık."
Hele şükür... Bu intiba bütün Müslümanları sarmışsa, bütünleşmeye ne kaldı?
"İslâm" ve "bütünleşme" âdeta müteradif iki kelime... İslâm alemindeki perişanlık, bu espriye ters tezâhürlerin vebali olamaz mı?..