Çocukluk günlerimizin bayramlarını hatırlarız. Arkamızda dağ gibi büyükler olurdu. Aile büyükleri biraz da korkarak sevdiğimiz baba; bizi dizine oturtan, okşayan, koklayan, cebimize harçlık koyan nur-yüzlü büyükbaba; bizi emdiren-çimdiren çilekeş anne; ağzı dualı büyükanne; baba yansı amcalar, dayılar, anne şefkatli teyzeler, halalar, bastıkları yerden ateş çıkartan ağabeyler, ablalar ve bayramdır diye eli öpülen diğer büyükler.
Bayram deyince önce onlar akla gelmiyor mu? Bayramdır diye elbiseleri gibi tavırları da değişen, yenilenen, temizlenen büyükler.
Hayat yürüyor. Şimdi o nur-yüzlüler, ağzı dualılar yerinde biz varız!
Dünkü bayramlarla bugünküleri bir karşılaştırınız! Dünküler daha manalı, maneviyatlı, daha renkli, daha içten değil miydi?
Geçen yıl Ayaş'ın "İLHAN" Köyü'nde bayramlardan bir bayram yaşadık. Köy, daha arefeden bayram havasına girdi. Her gün erkenden domates tarlalarına, üzüm bağlarına dağılan köylü o gün ya hiç çıkmadı veya eve erken döndü. Kılıklarında, kıyafetlerinde bir değişiklik başladı. Çocuklar, gençler, olgunlar, yaşlılar, toz-topraklarını üzerlerinden attılar... Küçük kızların saçları tarandı, pelik-pelik örüldü, bayramlıkları ve güzel kokularıyla sokaklara dökülmeye, sokakları renklendirmeye başladılar.
Arefe akşamı cami daha bir kalabalıklaştı. Her gün gözü sadece tarlasını-tezeğini gören yorgun insancıklar, birbirlerini daha bir görmeye, hâl-hatır sormaya itina gösterdiler.
Bayram sabahı alacakaranlıktan itibaren cami her yaştan İlhanlılarla doldu. İlhanlı olup da Ayaş'ta, Ankara'da çalışanlar da bayram namazını köy camiinde kılmaya ayrı bir ihtimam gösterdiler. Ak-pak örtülü hanımlar ise tül ile örtülü mahfelde yer aldılar.
Nur-yüzlü hoca, koca köyü karşısında görünce, bir yıllık birikimin verdiği salâbetle, İlhanlı'yı âdeta "ASR-I SAADET "e götürdü. Fırsatı öyle bir değerlendirdi ki, söyledikleri İlhanlı'ya sadece bir bayram değil, bir yıl değil, bir ömür yeterdi
Namazdan sonra cami önünde bayramlaşma başladı. Köyün büyüğü olan hocayı ilk bayramlayan bir yaşlı oldu. Diğerleri onu takibetti, önce yaşlılar, sonra gençler ve çocuklar... Hoca ile her bayramlaşan, sıra ile onun sağında yer aldı. Sonunda köyün sokaklarına kadar kıvrıla-kıvrıla öyle bir dizildiler ki, en sondaki de işini bitirip yerini aldığında bütün köylü birbiriyle bayramlaşmış oldu.
Bu biteviye dizilişle ortaya çıkan rengârenk manzara niçin ve nasıl filme alınıp da dünya televizyonlarınca kapışılmadı, hâlâ düşünür, şaşarım.
O kıyafetler, sadece el-öpme değil, omuzu omuza vurarak kucaklaşmalar, yaşa ve başa göre değişik iltifat, üslûp ve tavırlar.
İş bununla bitse iyi... Bayramlaşmadan sonra kimse evine dağılmadı. Büyükler başta, o kalabalık ağır-ağır "KÖY KONAĞI"na intikal etti. Taş merdivenlerden çılan bu iki katlı yapı ne bereketli bir konakmış!.. Mastapalara ve yerlere oturan kalabalık, kapıdan nasıl sığdığını bir türlü anlayamadığım koca bakır siniler etrafına dizilip evlerden yağan geleneksel bayram yemekleriyle doyuruldular.
Tanıştırma şurasında "İHTİYARLAR HEYETİ”, "GENÇLER HEY'ETİ" diye lâflar duydum... Meğer bu tarihî köyde bu adla, iki hey'et varmış. İhtiyarlar konağı ayrı, gençler konağı ayrı. İhtiyarlar kendi aralarında fırsat buldukça biraraya gelirken, gençler de zaman-zaman an'anevî oyunlar, eğlenceler tertip ederlermiş. Köyün asayişini, her yaş grubunun disiplinini bu hey'etler sağlarlarmış.
Köyde karakol yok. Karakolluk bir olayı hatırlayan da yok...
İlhan'ın bayram geleneği bugün kaç köyümüzde kaldı bilmiyorum ama, yarın İlhan'da ve daha nice İlhanlar'da bir bayram daha yaşanacak. 7'den 70'e herkes bayram sevincini, maneviyatını, kudsiyetini iliklerinde duyacak. 1400 yıldır, 1400 Ramazan'ı, 1400 Kurban'ı hep böyle yaşadık.
Dünkü büyükler, dünkü nur-yuzlüler bugün çok değil. Bayram geleneği ise, her şeye rağmen çok şükür yaşıyor.
Bu bayramlar, cumalar, bu toplu manevi şuur olmasa, bugünlere gelebilirmiydik sanırsınız? Dunden-bugüne devam eden gelenekler, bizi yarınlara hazırlayan bağlardır.
Yarınki bayrama bir de bu 'gözle bakınız...