1982’de 7 “Yüksek İslâm Enstitüsü” İlahiyat Faküllteleri halinde getirildiğinde bazı endişeler vardı. "Akademik kariyer" bir avantajdı ama, düşünülen bazı sakıncalar acaba bu enstitülerdeki resmî disiplini olumsuz mu etkiler? Bundan korkuluyordu. Yüksek İslâm Enstitüleri malûm, M.Eğitim Bakanlığı’na bağlı ve üniversitelerdeki öğrenci olaylarına benzer disiplinsizliklerden azade idi. Aradan 6 yıl geçti. Bu endişe ve tereddütlerin hiçbiri tahakkuk etmedi. Aksine önceden düşünülen ve düşünülmeyen avantajlar, bu gelenekli fakat gencecik müesseseleri birer ilim merkezi haline getirdi.
Geçtiğimiz cuma günü Ankara'da yapılan "Din öğretimi ve Din Hizmetleri Semineri"nde bunu gördük.
Seminerde 41 bildiri vardı. Hemen hepsi bu gencecik fakültelere mensup akademisyenlerce sunuldu. Müzakere ve değerlendirmelere iştirak eden 250 bilim adamı ve uzmandan çoğunluğu da onlardandı...
Müzakerelerde dikkati çeken en önemli husus, yaklaşımlardaki ilmî derinlik kadar, muvâzene ve soğukkanlılık idi. ''Din-Devlet-Lâiklik" gibi hassas konularda önyargısız, soğukkanlı ve derinliği olan tahlil-sentez ve değerlendirmeler... İlim güzel şey... İstikbalin karmaşık problemlerini çözecek tek çare...
Bir şey daha: Türkiye'nin her yanından gelen bu bilim adamlarındaki yapıcılık ve realizm. Gençlik yıllarımızı hatırlarım: En idealistimiz bile, bulutların üzerinde dolaşırdık.
Bu bilim adamlarında şunu gördük: Hepsi realist, hepsi bastığı yeri biliyor, hepsi ilim namusuna sahip, sonuçsuz heyecanlardan arınmış... Türkiye nerelerden nereye geldi, dünya nereye gidiyor hepsi farkında... Bugünlerimize şükür...
İşte kamuoyuna da açıklanan "Sonuç Bildirisi"nden birkaç paragraf:
1-Din müessesesi şahsî, siyasî, ideolojik maksatların dışında ve üstünde tutulmalıdır.
2-Din istismarı faaliyetleriyle mücadele bir strateji işidir. Neyin din, neyin dinin istismarı olduğunu iyi tesbit etmek, bu stratejinin ilk adımıdır. Din istismarı veya irtica ile mücadele bahanesiyle devlet ve milletine bağlı sade mü'nıin vatandaşın dinî inanç ve duygularının rencide edilmesinden, devlete düşman kesimler faydalanmaktadır.
3- Türkiye Cumhuriyeti Devleti, tarihî akışı içerisinde "Avrupa Topluluğu" ile yakınlaşma safhasına gelmiştir. Bu safhada bulunan Türkiye'de millî ve manevi değerlerimizin muhafazasında ve yaygınlaştırılmasında Diyanet İşleri Başkanlığı'na ciddî görevler düşmektedir. Başkanlık, bu karmaşık problemleri halledecek güç ve işlerliğe kavuşturulmalıdır. Dinî müesseselerin cılız kalacağı bir bütünleşmede, millî kimliğimiz açısından insanımız ciddî problemlerle karşılaşacaktır.
4-Diyanet İşleri Başkanlığı; ülkemizde tarihî ve aktüel şartlar sonucu ortaya çıkmış bulunan çeşitli dinî temayül ve tezahürleri İslâm'ın engin müsamahasında buluşturmalı; kapısını ve gönlünü herkese ve her kesime açarak, kendisinden beklenen ağabeylik görevini yapmalıdır.
5-Millî terbiye, millî kültürün bütün unsurlarını içine alacak şekilde millî ve resmî bir strateji ile verilebilir. Aile, okul, sosyal çevre, yazılı-sesli ve görüntülü basın-yayın müesseseleri aynı anlayış ve tavrı takınır; aynı istikameti gösterirse, ancak bundan müsbet ve müşterek sonuç alınabilir.
Bilim adamları böyle diyorlar. Bakalım kim duyacak, kim uyacak?...