Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
BİR SEMİNERİN ARDINDAN - 15 Nisan 1988

1982’de 7 “Yüksek İslâm Enstitüsü” İlahiyat Faküllteleri halinde getirildiğinde bazı endişeler vardı. "Akademik kariyer" bir avantajdı ama, düşünü­len bazı sakıncalar acaba bu enstitülerdeki resmî disip­lini olumsuz mu etkiler? Bundan korkuluyordu. Yük­sek İslâm Enstitüleri malûm, M.Eğitim Bakanlığı’na bağlı ve üniversitelerdeki öğrenci olaylarına benzer di­siplinsizliklerden azade idi. Aradan 6 yıl geçti. Bu endi­şe ve tereddütlerin hiçbiri tahakkuk etmedi. Aksine ön­ceden düşünülen ve düşünülmeyen avantajlar, bu gele­nekli fakat gencecik müesseseleri birer ilim merkezi ha­line getirdi.

Geçtiğimiz cuma günü Ankara'da yapılan "Din öğ­retimi ve Din Hizmetleri Semineri"nde bunu gördük.

Seminerde 41 bildiri vardı. Hemen hepsi bu gencecik fakültelere mensup akademisyenlerce sunuldu. Müzake­re ve değerlendirmelere iştirak eden 250 bilim adamı ve uzmandan çoğunluğu da onlardandı...

Müzakerelerde dikkati çeken en önemli husus, yaklaşımlardaki ilmî derinlik kadar, muvâzene ve soğukkan­lılık idi. ''Din-Devlet-Lâiklik" gibi hassas konularda ön­yargısız, soğukkanlı ve derinliği olan tahlil-sentez ve de­ğerlendirmeler... İlim güzel şey... İstikbalin karmaşık problemlerini çözecek tek çare...

Bir şey daha: Türkiye'nin her yanından gelen bu bi­lim adamlarındaki yapıcılık ve realizm. Gençlik yılları­mızı hatırlarım: En idealistimiz bile, bulutların üzerinde dolaşırdık.

Bu bilim adamlarında şunu gördük: Hepsi realist, hep­si bastığı yeri biliyor, hepsi ilim namusuna sahip, sonuç­suz heyecanlardan arınmış... Türkiye nerelerden nereye geldi, dünya nereye gidiyor hepsi farkında... Bugünleri­mize şükür...

İşte kamuoyuna da açıklanan "Sonuç Bildirisi"nden birkaç paragraf:

1-Din müessesesi şahsî, siyasî, ideolojik maksatların dışında ve üstünde tutulmalıdır.

2-Din istismarı faaliyetleriyle mücadele bir strateji işi­dir. Neyin din, neyin dinin istismarı olduğunu iyi tesbit etmek, bu stratejinin ilk adımıdır. Din istismarı veya ir­tica ile mücadele bahanesiyle devlet ve milletine bağlı sade mü'nıin vatandaşın dinî inanç ve duygularının ren­cide edilmesinden, devlete düşman kesimler faydalan­maktadır.

3- Türkiye Cumhuriyeti Devleti, tarihî akışı içerisin­de "Avrupa Topluluğu" ile yakınlaşma safhasına gelmiş­tir. Bu safhada bulunan Türkiye'de millî ve manevi de­ğerlerimizin muhafazasında ve yaygınlaştırılmasında Di­yanet İşleri Başkanlığı'na ciddî görevler düşmektedir. Başkanlık, bu karmaşık problemleri halledecek güç ve işlerliğe kavuşturulmalıdır. Dinî müesseselerin cılız ka­lacağı bir bütünleşmede, millî kimliğimiz açısından in­sanımız ciddî problemlerle karşılaşacaktır.

4-Diyanet İşleri Başkanlığı; ülkemizde tarihî ve aktü­el şartlar sonucu ortaya çıkmış bulunan çeşitli dinî te­mayül ve tezahürleri İslâm'ın engin müsamahasında bu­luşturmalı; kapısını ve gönlünü herkese ve her kesime açarak, kendisinden beklenen ağabeylik görevini yapma­lıdır.

5-Millî terbiye, millî kültürün bütün unsurlarını içine alacak şekilde millî ve resmî bir strateji ile verilebilir. Aile, okul, sosyal çevre, yazılı-sesli ve görüntülü basın-yayın müesseseleri aynı anlayış ve tavrı takınır; aynı istikame­ti gösterirse, ancak bundan müsbet ve müşterek sonuç alınabilir.

Bilim adamları böyle diyorlar. Bakalım kim duyacak, kim uyacak?...