Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
BUNLAR MI BİZİM YARINLARIMIZ?.. - 13 Mayıs 1988

“Üniversite olayları” denilen taşkınlıklar yine boy göstermeye başladı, öğrenci kılıklı birileri İs­tanbul Üniversitesi Rektörü'nün makamını bastı; yaşı Cumhuriyet devletimizden büyük rektörlük odasındaki tarihî eşyayı tahribetti; kendilerini ağyara karşı korumakla muvazzaf bir polis memurunu öldüresiye döv­dü ve komaya soktu.

Yine öğrenci kılıklı birileri Ankara'da TBMM Baş­kanı tarafından kabul edildi; Meclis'te gruba sahip partilerin grup başkanvekillerini ziyaret ederek boy gös­terdi.

İstanbul'da rektör odasını basıp, oradaki tarihî eş­yayı tahribedenleri gördüm. Odaya insan gibi normal merdiven ve kapılardan değil, bir harâmî gibi balkon ve pencerelerden girdiler. Girmediler, doluştular... Cum­hurbaşkanından sonra Türkiye'nin 2'nci adamı ve si­yasî parti grup başkanvekilleri tarafından kabul edilenleri de... Ne kılıkları öğrenci kılığı, ne tavırları üniversiteli tavrı idi... Meclis Başkanı'nın huzuruna kadar ulaşabilen bu acaip kılık ve tavırlar "Türk gençliği"ni temsil ediyor öyle mi?.. öyleyse yazık yarınlanmıza!..

Türkiye'nin en büyük makamlarında oturan o büyük zevat eğer bu kendini bilmez tavırları kuzu-kuzu dinlemiş; diplomatik nezaket adına da olsa onları palazlandıran idare-i kelâm lâflar etmiş ve onlara büyü­yen Türkiye'nin üniversitelisinde görmek istedikleri va­sıfları hatırlatmamışlarsa, dünyada değil belki ama, ilâhî huzurda iki elimiz yakalarındadır.

Biz de üniversiteli olduk. Biz de öğrenci temsilcilik­lerinde bulunduk. Bakanları, başbakanları, Mec­lis başkanlarını biz de ziyaret ettik. Hatta en büyük ma­kamlara muhtıralar verdik. Ama biz önce kılık-kıyafeti, tavrı ve teklifleri ile "üniversiteli" idik... Ulaşabildiği­miz makamı önce Türk terbiyesi tavrımız; genç-efendi kılığımız; üniversite seciyesi üslûbumuzla teslim alır­dık. Sebeb-i ziyaretimiz ise, özenle hazırlanmış isteklerimizi seviyeli bir raporla o makamlara sunmak olur­du. Basın ve televizyon önünde acaip tavırlarla efelen­mek değil...

Üniversitede okuyan oğluma sordum, "Sizi bunlar mı temsil ediyor?" diye... Acı acı güldü... Meğer bun­lar öğrenci temsilciliklerini meslek edinmişler. Oraya bir girer, bir daha çıkmazmış. Hani bir zaman yağlı -ballı bir geçim kaynağı olan ''sendika ağalığı" gibi.. "Kitap", "ders" onların semtine uğramazmış. Toplu halde gezerler, dersane ve kütüphaneye uğrasalar da, bu da kulis ve gösteri için olurmuş. "Peki hocaların nakışları nasıl oluyor?" diyecek oldum. Hocaların en iyisi gerçek hocalığı onlara aldırmamak; kafasını on­lara takmamakta bulurmuş. Daha az tecrübelileri ise onlara hoş görünme politikası güderlermiş. Ne denir? Bugünlere boşuna mı geldik?

Türkiye'de bizim noksanımız belli: Devlet politika­sı seviyesinde "Millî Kültür" politikamızın olma­yışı... Ailede, millî terbiyede, üniversite ve çalışma ha­yatında, topyekûn yaşayışımızda... "Tarih" deyince, "dil" deyince, "din ve gelenek" deyince, "millî terbiye" deyince kaynak ve temelleri belki, hedefi aynı bir millî kültür politikası... Üniversite, basın, bürokrasi ve mil­let çoğunluğunun bu en temelli politikalarda ağız bir­liği... Bize bu lâzım...

Yoksa vekarı, ilmî derinliği, araştırıcılığı ile bizi ileri yarınlara taşıyacak üniversitelinin en yüce makamlar­da yüzümüze sigara üflemesine tahammül etmek zo­runda kalırız. Yarın başka densizlikler de meşrulaşır... İstikbalimize, ümitlerimize yazık olur...