Dünyada hızlı değişiklikler oluyor, özellikle de "Demirperde" arkasında... Çin'de Batı'ya açılma ve liberalleşme derken, Sovyetler'de "değişim" ve "yeni yapılaşma" dünyanın meraklı bakışlarını üzerine çekiyor.
İlk defa, Gorbaçov, Perestroika'sında, “insan” olayına dikkat çekti: “İnsan faktörünü yeniden ele almadıkça, insana güvenmedikçe verim ve kalkınma mümkün değil” dedi ve hayrettir, "din"den, din adamların dan söz etti. Dahası, "ülkemizin manevi hayatı" gibi lâflar etti.
Sovyet lideri Gorbaçov'un bu müsbet yaklaşımı devam edecek mi? Bu yenileşmenin altında hangi maksat var? Bu ve benzeri sorular dünyada tartışıladursun,
Sovyet televizyonu Sovyet toplumundaki kültür yozlaşmasını devletin resmî "ateizm" politikasına bağlayan bir de sürpriz yayın yaptı; Tercüman gazetesinin 16 Haziran 1988 tarihli sayısında okuduk: Terkedilmiş bir kilise içerisinde yüksek tonda rock müziği dinleyerek danseden ve motosikletleri ile çılgın turlar atan gençlerin yeraldığı programın bir bölümünde Sovyet spiker şu sözleri kullanmış:
"İşte bu görüntüler, din bir aldatmaca olarak görüldüğü zaman ateizmin topluma ne kadar zarar verici olduğunu ortaya koyuyor. "
Bu sözler Sovyet televizyonunda söyleniyor. Hayret değil mi? Hani din, maneviyat, ahlâk klasik burjuva değerleri idi? "Din" denilen, "ahlâk", "maneviyat" denilen bu üstyapı kuruluşları, Sovyet resmî politikasına göre, insanları uyuşturmak için ortaya atılmış uydurma müesseselerdi?
Demek, her şey aslına dönüyor. Suyun akışı durdurulamıyor. Sovyetler'in eski katılıkları yumuşatma politikaları samimi veya değil, fakat resmî ateist politikada da bir "arayış" içerisinde bulundukları görülüyor.
Ateizm, temeli Herakleitos, Demokritos gibi eski çağlar filozoflarından itibaren süregelen bir inkarcılık olsa da, asıl Marx, Engels ve Lenin tarafından sistemleştirilen bir kara politika... Dine ilgi duymamakla asla bir tutulması doğru olmayan; dine karşı savaşçı bir düşünce akımı... Yani "dinsizlik" dini...
İnsan tabiatını "din" başta olmak üzere "ruhî" verilerden tecrid etmek mümkün değil... Bu sebeple, komünizm (veya bilimsel sosyalizm) dine karşı yeni bir sistemi devreye sokarak, bir dinsizlik dini uydurmaya yeltendi. Öyle ki, "din" ve ondan kaynaklanan ne varsa, hepsine savaş açtı. Devlet imkânlarıyla, devlet olarak... Din, ahlâk, aile, şeref, namus, haysiyet, milliyet, vatanseverlik, hepsine...
İşte o da yürümedi, yürüyemezdi, zira komünizm insanı sadece iktisadî bir fenomen, bir âlet, bir makine, üretim ve tüketim faktörü olarak da görse, "insan" insandır. İnsan asıl gönlü, o yüksek ruhî değerleriyle insandır.
Bir avuç silâhsız Afganistan mücahidi ile, en modern silâhlara rağmen onlara mağlûp olan Sovyet askeri arasındaki fark işte sadece budur.
Sovyetler, zincirli bir rejimle, hürriyetsizliği bir süre ayakta tutabildiler. Fakat görüldü ki, inançsız, tefekkürsüz, gönülsüz insanda yaşama arzusu da, çalışma isteği de kalmıyor. Katı ve klasik kapitalizm bir yönden; kolektivizmin en sivri tezahürü komünizm bir başka yönden, insan tabiatına ters uygulamalarla insanlığı yüzyıllar boyu cenderede tuttular. Biri "Her şey mübahtır"; diğeri, "Devletin İsteği dışında hiçbir şey mübah değildir" diyerek... "Batı"da ve "Doğu"da bu ifrat-tefrite karşı başlayan "arayış" insan fıtratının beşerî yönlendirmelere isyanından başka bir şey değildir.
Sovyetler'de "ateizm"e karşı başlatılan ilk tavrın sebebi de bu sessiz isyandır.