Bu çağa adını veren çeşitli özellikler var. "Uzay" çağı, "bilgi" çağı vb... Bir özellik daha var ki o da "tanıtma" ve propaganda... Gerçekten özellikle belli ülkeler, tanıtma ve propagandaya korkunç paralar ayırıyorlar.
Sovyetler bu ülkelerin başında gelir. Sovyetler'in propaganda stratejileri ise, denilebilir ki, "spor" üzerine kurulmuştur... Düşününüz, bir "Avrupa" veya "Dünya" şampiyonasında on milyonlar, yüz milyonlar televizyonlarının başına mıhlanmış, "galip" geleni, iyi olanı alkışlamaya hazırlanmış... O galip ve iyi olan bir Sovyet sporcusu veya takımı ise, Sovyetler için bundan büyük propaganda olur mu?
Son Avrupa Futbol Şampiyonasında gördük. Halıdan gönüllü çimler üzerinde, tertemiz formalarıyla, iyi seçilmiş, masum görünüşlü, üstelik disipline alışık Sovyet futbolcular... Göğüslerinde ise sempatik karakterli "CCCP" harfleri... Doğrusu, fevkalâde isabetli bir strateji... Şımarık Avrupalı futbolcu karşısında, terbiyeli Sovyet sporcu görüntüsü... Konuşkan Avrupalı yönetici ve yanıbaşında ağır, suskun Sovyet yönetici... Tam da bizim Anadolu insanının aradığı vekar ve terbiye...
Sovyetler, tanıtma faaliyetlerine "spor"u da katmakla doğrusu isabet etmişler. Son futbol şampiyonasında bazı "tarafsız", peşin fikirsiz gençlerin "Sovyet" takımım tuttuklarını ve alkışladıklarını gördüm. İtalya karşısında da, İngiltere ve Hollanda karşısında da... Niçin Sovyet takımını tuttuklarını sorduğumda, aldığım cevap masum ve haklı idî. Avrupa'nın ve Avrupalının şımarıklığı; aynı blokta bulunmamıza rağmen bize bakışı, Türk insanını yıldırmıştı. Yeni yetişen delikanlılarımız ise, bu olumsuz tavra karşı "isyan" duyguları içindedirler. Haksız olduklarını söylemek mümkün mü?
TÜRKİYE'YE ŞAŞI BAKIŞ
Devletlerarası politikada menfaatsiz dostluk olmaz. Bu doğru... Avrupa'dan kara gözümüz, kara kaşımız için dostluk bekleyemeyiz. Fakat dış politika, iç politika... Her şeyini "Batı"ya uyarlamış bir Türkiye'ye karşı Batı'nın ve Batılı'nın yaptığı "aşağılama" kampanyaları, bizim yeni yetişenleri "isyan" noktasına getirmişse, bunun suçu bizde olamaz.
Bizim yeni yetişenler, İngiliz ve Fransız'ın Çanakkale baskınını; Yunan'ın, "Batı" destekli Anadolu çıkarmasını bilirler de, Sovyetler'in, Kars ve Ardahan'ı istediklerini bilmezler. Zira, ötekini bir "tarihi olay" olarak okuturuz da, berikini bir "tehdit" ve "niyet" olarak okutmayız. Sebebi, bizim tarih öğretimimizde millî bir "strateji" yoktur. Sayın Dinçerler'in hepimizi sevindiren "Millî Tarih" politikası nerelere kadar ulaşabildi ve Sayın Hasan Celâl Güzel'in ümitle beklediğimiz "ıslahat" formülü ne zaman zuhur edecek bilmiyorum ama, adı "Millî Eğitim" olmasına rağmen bizim "millî terbiye"siz öğretimimizde, yeni yetişenlerimizin o "tahlil" ve "sentez" gücünü temsil etmelerini beklemek belki de haksızlık olur. O sebeple, Sovyet takımını sadece "iyi" oynadığı için değil, "çirkin" Avrupa politikası ve şımarık Avrupalı futbolcu karşısında alkışlayan bizim delikanlı Ahmet'leri değil, belki iç ve dış politikamızı kendilerine göre programladığımız "Batı" ve Batılı'nın bize bakışını yermemiz doğru olur.
SPOR VE POLİTİKA
Sporda kim "iyi" kim "güzel" kim "başarılı" ise, o alkışlanmalı... O başarının arkasında bir millî strateji varsa o da bilinmeli. Sporda başarı kutlanmalı ama, arkasındaki politik maksat gözardı edilmemeli.
Sovyetler alkışı hak etmişse, ona sözümüz yok. Bu onun hakkı... Kupayı alan Avrupa takımı, bu başarısına rağmen, alkıştan mahrum bırakılmışsa, onu da "Batı"nın giderek çirkinleşen, "Türkiye politikası"na sormalı...