Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
MERHABA MEKKE MERHABA KABE (MEKKE-HAREM) - 22 Temmuz 1988

Bu yazımı, Mekke'yi "mükerrem" kılan kutsal "Ka’be"nin müemmen "Harem"inden yazıyorum. Kadir­şinas ve vefalı okuyucularımı şu kutsiyet ve maneviyat­tan hissedar edebilmek için...

İşte Mekke, işte Harem, işte Kâ'be!.. Hz. İbrahim Aleyhisselâm'dan buyana bütün semavî kitap ve hak peygam­berlerce takdis edilen; tavaf ve sa'yedilen mübarek mekân... Sadece Mekke sokakları değil, "Harem" bile, mermer­den, renk ve boyadan yeni zengin kisvelere bürünmüş ama, o kutsiyeti yine de örtememiş.

Şu ayakların bastığı, şu başların secdeye vardığı yere Hz.Peygamber'in, eshabın-eslâfın ayak ve baş koyduğu­nu görmemek, duymamak mümkün mü?.. Hacer anamı­zın "Sefa" ve "Merve" tepeleri arasında tehevvürle koşarken, kumlar üzerinde bıraktığı ayak izlerini... Ve küçücük İsmail'in ağlayan sesini... Hz.Hamza'nın, Ebü Cehil'in suratında patlayan tokadını. Hz.Bilâl'in tatlı ve gür ezanını... Abdülmuttalib'in dede şefkatini... Ebü Talib­in himaye kanatlarını nasıl açtığını... Ve Hz.Peygamber'­in müşriklere "-Bir elime güneşi, bir elime kameri verseniz, ve farz-ı muhal bana ebedî hayatı da bagışlasanız, dâvamdan yine dönmem" diyen Peygamberce cevabını...

Bu duygular olmasa hac olur muydu?.. Ve "Hac" ol­masa bu duygular?..

Kâ'be'nin duvarlarına kapanıp, dakikalardır ağlayan şu siyahi kadına bir bakın!.. Afrika'nın kimbilir hangi ipti­daî bölgesinden kopup gelen şu hıçkırıklarla, Kût-ül Amare'de, Yemen'de, Filistin'de, Medine müdafaasında şehid düşen Mehmetçiği birbirinden nasıl ayırırsınız? Şu kara gözlerden dökülen yaşlar ile, "i'lây-ı kelimetüllah" için dökülen şehid kanları, nihayet aynı kutlu imanın, kutlu tezahürü değil mi?..

İslâmiyet'teki şu büyüklüğe bakın ki, kendilerini hür­riyet havarisi gören bir ülkede "Hürriyet Heykeli"nin di­binde tekmelenen kapkara zencilerle yan-yana, omuz-omuzayız... Onların kara-ayak izlerinin üzerinde secdeye kapanıyoruz.

Hacda hem bedenî, hem malî zahmet var. Herhalde bunun için... Ve işte bir de şu muhasebe!.. "Dün" ile "Bugün"ü... Siyah, sarı, ak, dünyanın çeşitli renk ve bölgelerini... Muhasebe, muhakeme ve sonunda bir küllî sentez... Kâmil insan olmaya, kâmil imanı bulmaya...

Siz bu satırları okurken biz "Cebelürrahme" etekle­rinde; "Arafat" mahşerinde birbirimize bu soruları so­racağız. Ebedîleşmek varken, bir dünyalık ihtiraslar uğ­runa nasıl ufalandığımızı... Vedâ Hutbesi'nde Hz.Peygamber'in "-Sakın benden sonra, eski câhiliyeye dönüp, bir­birinizin boynunu vurmayınız" buyurduğu tepeden iç ve dış dünyamıza bakacağız. Birbirimizi nasıl boğazladığı­mızı tefekkür ve tezekkür edeceğiz. Edeceğiz ki, düşman­larımızı bize güldüren komikliklerden nasıl kurtulabile­ceğimizi düşünebilelim.

"Kâ'bene siyahlar/ Yakışmamıştır Yâ Muhammed/ Bu­günkü kadar" diye kahırlanan Arif Nihat herhalde bunu kasdetmiş olmalı...

C.Hak'kın "Be bekkete mübareken" buyurduğu, kâi­natın şu en mükerrem mekân ve makamında bunları dü­şünmek caiz mi diye sormayınız. İşte biz, şu kutsiyet ve ulviyet deryasında bile bunları düşünüyoruz. Haccın bir hikmeti de bu değil mi?..

"Önemli olan hacca gitmeden hacı olmak" sözü, bir büyük söz... Omuzlarında taşımayacağı kadar büyük mes­uliyetler potansiyeli bulunan her mü'min, bu ulu sözün mânâsında kendini tartmalı...

Şu anda, Osmanlı eseri revakların gölgesinde bulundu­ğum "Harem"den; karşımda duran mütevazı, münkesir, fakat heybetli Kâ'be'den siz okuyucularıma; Harameyn'in muhafız ve hâdimliğini yüzyıllarca yürütmüş büyük milletime ve yurduma binlerce selam gönderiyorum.