Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
SÖĞÜT’TE CANLANAN TARİH - 16 Eylül 1988

“-Bir yayız, her bilek geremez bizi / Bir gülüz, her bağbân deremez bizi / Ham ervah baksa da, göremez bizi /Gözleri kamaşır, ışığımızdan...”

“-Bilenlere sorup, soruştur da gör /Dün ile bu­günü, barıştır da gör / Soğumuş külleri karıştır da gör /Kaç mangal kor çıkar, ocağımızdan...”

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu'nun, Ülfet Ka­şıkçı'nın müeddeb terennümünden dökülen bu mısralarıyla başlayan "Söğüt" kutlamaları bu yıl doruk noktasına ulaştı. Derinlik ve heyecan bakı­mından da; rağbet, disiplin ve bütünlük açısından da... Osmanlı sempozyumları, âşık atışmaları, Kla­sik Türk Musikisi icraları, millî oyunlar, yörük bay­ramları ile... Erzurum'un dadaş çocuğu Mehmet Kahraman'la başlayıp, Yozgat'ın mütevazı, fakat muhtevalı evlâdı Refik A.Öztürk ile devam eden halef-selef özlü kaymakamlar çizgisi, demek Sö­ğüt'ü yeniden canlandırmaya yetip-arttı. Niyazi Yıl­dırım haklıdır: Dün ile bugünü barıştırdığınız; so­ğumuş külleri şöyle bir karıştırdığınız anda, ocağı­mızdan kaç mangal kor çıktığı hemen görülüveriyor.

Türk tarihine olan derin tutkusunu tâ Bingöllerden bildiğimiz Vali Güner Orbay'ın Bilecik'e tayi­nini Bilecik için bir şans olarak gördük. Osmanlı ceddimizin önce "Beğlik", sonra "Sultanlık", pe­şinden de "İmparatorluk" ve "devlet ebed-müddet" olduğu bu topraklar acaba devletçe ve cid­dî bir master-programla ele alınır mı diye... Prof. Dr. Abdurrahman Güzel hocamızın çok yerinde ola­rak ifade ettiği Ertuğrul Gazi ve Şeyh Edebâlî tür­beleri şanlarına yakışır görünüşte değil... Kanı-deli Kara Osman'ı Osman Gazi yapan Şeyh Edebâlî der­gâhı ortada yok. Ertuğrul Gazi'nin anası Hayme Ana'nın Domaniç'teki türbesi o büyüğe değil, bize utanç verecek perişanlıkta... Osmanlı'nın beşiği Sö­ğüt'te sular daha doğru dürüst akmıyor.Bu bölge bir master-planla ele alınmalı; sadece tarihî kalıntılarıyla değil, tarihteki şekliyle yeniden canlandırılıp-yaşatılmalı, diye düşünüyoruz.... Domaniç yaylağından -Söğüt kışlağına "oba"lar, "otağ"lar kurup, bütün dünyayı bu bölgeye çek­memiz mümkündür. "Kültür"ün "turizm"le aynı bakanlıkta birleştirilmesi esprisi de böylece ilk de­fa anlaşılmış olur.

Genç kaymakamın olgun dilinden döküldüğü gibi yüz yıldır, ikiyüz yıldır saklandığına sandıkların şa­hitlik ettiği o tarihî kisvelerin içindekiler, bir yer­lerden gelmiş folklor ekipleri değildi. Bu bölge za­ten tarihti, tarihin kendisi idi. Tarihten müntakil at­ların nal izlerini eğilip-öpenler; Beğlerbeği Ertuğrul'un mis kokan türbesine kapanıp-ağlayanlar kim­selerden izzet-ikbal istemiyorlardı. Bir yıldan bir yıla gelip, tarih açlıklarını gideriyorlardı. Bir elinde bas­tonu, bir elinde torunuyla yollara dökülen 70'lik dedeler-nineler, bu hasretin canlı ifadeleri idiler... Tâ Urfa'lardan, Suruç'lardan kalkıp -Ertuğrul to­runlarını görmeye, kutlamaya gelen Karakeçili beğleri, uşakları, bu toprakların doğu ve batısıyla na­sıl aynı soydan, aynı boydan, aynı kültür derinlik­lerinden geldiğinin isbatıydılar... Küçük Elmalı yö­rükleri, Akçukur yörükleri, Karateke yörükleri, Günyurdu yörükleri, Adapazarı-Ferizli yörükleri di­ye tören alanını dolduran gruplar, aynı şeyi söylü­yorlardı: Bu toprakların bin değil, binlerce yıllık Türk toprakları olduğunu..

Bu yurdun doğusunu-batısına, güneyini-kuzeyine zamklayacak ortak kültür paydaları aramıyor muyduk? O halde daha ne duruyoruz?