Kraldan fazla kralcı olma veya kendini "devlet" yerine koyma yanlışı, bizde bazı devletlilerin ve aydın geçinenlerin kadîm hastalığıdır, özellikle de Cumhuriyet döneminde... Devletin şu veya bu kademesinde; idarenin içinde veya dışında bulunan buncağızlar, kendi şahsî tercihlerini "devlet"in tercih ve görüşü olarak takdim etmişler; "Devlet" bundan her zaman zarar görmüştür. "Laiklik" bahane edilerek, şu kadar yıldan bu yana getirilen inkâr fırtınaları bu onulmaz hastalığın "millet"i çarpan; milleti devletine karşı tereddüde sevkeden acı sonucudur. Halbuki millet olgunlaştıkça, faturası haksız yere devlete kesilen bu yanlışların, devlete bühtan şahsî inançsızlıklar olduğu anlaşılmıştır.
Bir zamanlar ne özel, ne resmî dinî tedrisata izin verilmiyordu. Laiklik adına... Bugün, hem de Anayasa teminatı altında mecbûrî-dinî tedrisat var... Yine "laiklik" adına ve onun icabı olarak… Demek anlayış ve yorum değiştikçe tatbikat da değişiyor. Suç varsa "sistem" ve "devlet"te değil, kişilerde... Dinî neşriyat konusunda da, "Türkçe-Arabça" ezan konusunda da, dinî teşkilâtlanma konusunda da aynı hassasiyetleri yaşadık. Dün öyle idi, bugün böyle.. Aynı yorum farkı sebebiyle.. Bugün bazı çevrelerce bazı konularda gösterilen hassasiyetler, yarın göreceksiniz, milletin istekleri doğrultusunda değişecek... Dinî tedrisat, neşriyat ve teşkilâtlanmada olduğu gibi...
VARGITAY VE BAŞKANI
Bu yanlışın bir benzerini "adlî yıl"ın açılışı dolayısıyla yaşadık. Yargıtay Başkanı'nın ne "din", ne "anayasa", ne "millî eğitim", hattâ ne "askerî yargı"yı bırakan evlere şenlik nutku vesilesiyle…
Bu talihsiz tezahürün en çok Yargıtay mensuplarını üzdüğünden hiç şüphe etmiyorum. Zira karşılaştığım bilcümle hukukçular, bu sözlerin bir hukukçuya yakışmadığını ve kendilerini temsil etmediğini belirtiyorlar.
Bir "hukuk devleti"nde organlar arası iş bölümü vardır ve her organın hizmet ve yetki alanı bellidir. Anayasa ile bellidir, teşkilât kanunları ile bellidir. Bu iş bölümünde "Yargıtay"ın birtakım kuruluşlara kendini ilgilendirmeyen konularda "ültimatom" ve gözdağı verme yetkisi yoktur. Bunun adına olsa olsa "yetki anarşisi", "vazifesizlik" derler. Buna ise aklı erenler gülerler.
Hukuk ve hukukçu tarafsızdır. Kendi Müslüman, yargıladığı gayr-ı müslim de olsa... "Yargıtay" adına sözetme yetkisini kendisinde bulan bu efendi, şimdi "din" konusunda, "millî eğitim" konusunda, devletin temel bazı prensipleri konusunda kendisi gibi düşünmeyenler hakkında "ihsas-ı rey"de bulunmuş değil midir? Baktığı dâva hakkında rey ihsasında bulunan "hâkim" reddedilir. Peki, biz şimdi kimi reddedelim? Yargıtay Başkanı'nı mı, mesaj verdiği "adliye" ve hâkimlerini mi, hangisini?
DEVLET VE İDEOLOJİ
“Devlet” ve organları hakkında lâf ederken, "üslûb"a dikkat etmeli... Zira, devlet adına sözetme yetkisini kendilerinde bulanların şahsî tercihlerini "devlet" görüşü olarak takdim etmelerinin yanlışı geçmişte ve bugün millet çoğunluğunu devletten soğutmuş; devlete karşı tavır oluşturmaya çalışanların işini kolaylaştırmıştır.
Bu yanlışların faturasının "devlet"e değil, sahiplerine kesilmesi gerektiğini ise, herkes hesabedememektedir.
Hiç kimse, başkalarını hiçe sayarak kendini "devlet" yerine koymamalıdır. Bu ibtidailikten kurtulmanın zamanı artık gelmiş olmalıdır.