Enfal Sûresi'nde calib-i dikkat bir âyet-i kerîme var. Meâlen şöyle: "İnanmayanlar bile birbirlerinin yardımcılarıdırlar. Şayet siz böyle yapmazsanız yeryüzünde fitne çıkar ve büyük karışıklıklar olur."
Tevbe Sûresi'nin 23'üncü âyetinde de buna benzer bir "ikaz" var. Orada da "Babalarınızı, oğullarınızı... malınızı-mülkünüzü, ticaretinizi... Allah'a, Resûlûllah'a", yani onların emir ve tavsiyelerine uygun yaşamaya "tercih ediyorsanız, Allah'ın yakında gelecek belâ emirlerini bekleyiniz" buyrulur.
PAKİSTAN VE AFGANİSTAN
Öğrencilik yıllarımı hatırlarım. Rıza ÖZSU arkadaşımızın adresine "Pakistan-Türk Dostluk Derneği" tarafından çıkarılan "Pakistan" adlı bir mecmua gelirdi. Bu temiz baskılı ak-pak dergiden "Pakistan"ın gelişmesini takip ederdik. "Bağdat Paktı", "CENTO" gibi teşkilâtlarda ve Kıbrıs gibi problemlerde Türkiye'nin yanıbaşında gördüğümüz bu ak-ülkeyi kendi ülkemiz gibi bağrımıza basardık. Bu hızla "gelişen" kardeş ülkenin bir gün gelip, dağınık ve perişan İslâm ülkelerini yönlendireceğine de inanırdık.
Bir gün geldi, "Doğu" Pakistan ülkeye baş kaldırdı. "Ben ayrı bir etnik nüfusum" dedi. Üstelik "jüt" ve "pamuk" başta olmak üzere, Pakistan'ı kalkındıran ziraî mahsuller de "Doğu"da idi. "Doğu" mümbit, "Batı" dağlık idi. "Batı'nın deve çobanlarını ben mi besleyeceğim?" dedi. Çok acı, çok garip bir "kardeş" kavgasından sonra güzelim Pakistan ikiye ayrıldı. "Doğu"su, "Bangladeş" adıyla "ayrı" bir devlet kurdu.
"Doğu" Pakistan'ın fevkalâde verimli toprakları vardı. Bu doğru idi. Fakat bu ayrılıktan sonra "Doğu" Pakistan dediğimiz "Bangladeş" bugün kendi kendine bile yetmiyor. Yetmiyor da "açlık"tan kitle ölümleri oluyor. Acaba neden? Ben bunun cevabını hep, yukarıda âyet numaralarını verdiğim "İlâhî" ikazda ararım. "Baba-oğul" gibi etnik soy-sop dâvası; mal-mülk gibi dünyevî varlıklar, Allah'ın "vahdet" emrine "tercih" edilince, âyette buyuruları "belâ emirleri" geldi derim.
Afganistan faciası için de aynı yorum yapılır. Bu dost ülkede de "Pathan-Acem" mücadelesi onyıllarca sürmüş... Buradaki "Türk" kavimleri ise kardeş-mardeş denilmeden tecrit edilmiş. Kuzeyden bir "karabasan" gibi gelen "istilâ", işte bu "kardeş kavgaları" üzerine gelmiş. "İnanmayanlar bile birbirlerinin yardımcılarıdırlar. Şayet siz böyle yapmazsanız" diye başlayan "İlahi ikaz" burada da yerini bulmuş.
VE TÜRKİYE
Bize yakın bu iki dramatik olaya bakarım da, "Doğu" ve "Güneydoğu" olayları dedikçe hep ürperirim. Türk milleti ve Türk yurdu, C. Hakk'ın "muhafaza" ettiği büyük bir millet ve mübarek bir vatandır. M. Akif merhumun "Bir kubbesine Mevlâ titrer" dediği bu vatanı dışarıdan müdahaleler ile bölmek mümkün değildir. Ama ya içeriden habire dürtüklenen "vahdet"imiz ve bilerek-bilmeyerek habire saçılan tefrika tohumları, bizi "İlâhî ikaza" muhatap kılarsa?
"Birlikte rahmet, tefrikada azap vardır" hadîsi boşuna mı buyurulmuştur?