Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
TÜRK AYDININDA TAKLİT HASTALIĞI - 2 Aralık 1988

Sadece "bugün"ü kastetmiyorum. "Cumhuriyet" ve "Osmanlı" dönemini de değil, binlerce yıllık gerilere gidin, aynı şey, aynı hastalık: Taklit...

"Orhun Abideleri"ni hatırlayın: "Çin milletinin tat­lı sözlerine, ipek kumaşlarına" aldanan Türk nesille­rinden şikâyet edilir. Türk isimlerinin bırakılıp, Çin ad­la alındığından yakınılarak, "-Türk milleti!.. Titre ve kendine dön!.." diye feryad edilir.İleriki yüzyıllarda da "Çin" hayranlığı ve "Çin"in "kültür istilâsı"ndan duyulan rahatsızlık devam eder gider...

ARAPÇA-FARSÇA MODASI

İslâmiyet dönemine geliyoruz: Bu dönemde de "din" ve "ibadet" dili île "kültür" dili karıştırılmış. Oku­muşlar arasında onulmaz bir "Arapça" "Farsça" me­rakı furya etmiş... Hastalık derecesinde... Hem inancı­mız, kitabımız "Kur'an Kerîm" de "Arapça" değil mi idi? Bu vakıanın da şevkiyle "Arapça" bilenler ile "Farsça" bilenler âdeta bir yarışa girmişler. Arap­ça'nın ibadet, hattâ ilim dili oluşu bir yana yoğun Arapça, yoğun Farsça konuşan-yazan takdir edilmiş. Türkçe ise hakir görülmüş. Selçuklu sultanı adına "Konya"yı yöneten Karamanoğlu Mehmet Bey'in Arapça ve Farsça'ya karşı Türkçe'yi savunan bir fer­man yayınlamak zorunda kalması bu sebeple olmuş: "Bugünden sonra divanda, dergâhta, bergâhta, mec­liste ve meydanda Türkçe'den başka dil kullanılmaması" ferman edilmiş.

Hastalık bununla da onmamış, devam etmiş... 16'ncı yüzyıl başlarında büyük edîb-şâir "Ali Şir Nevaî"nin "Arapça" ve "Farsça"nın Türk münevveri üzerindeki tehacümüne isyan etmesi; Türk "dil" ve "kültür­ü"nün istiklâlini savunmak zorunda kalması bundan... Gerçekten de büyük Ali Şir Nevai "Türkçe"yi bıra­karak başka dilde eser yazan münevverleri şiddetle kı­nar. "Muhakemetül-Lügateyn"inde "Türkçe" ile "Farsça"yı örneklerle mukayese ederek, "Türkçe"nin incelik, derinlik, nüans zenginliklerini isbata çalışır. Türk âleminin Türkçe'yle konuşan, Türkçe'yle yazan, kültürde birleşmiş bir büyük millet olmasını ister.

ONMAZ BATI HAYRANLIĞI

Hastalık yine onmaz. 19uncu yüzyıldan itibaren "Batı" taklidi başlar. Arapça ve Farsça'nın yeri­ni bu defa "Batı" dilleri alır. "Millî kültür"de gevşe­me ile beraber ise kılık-kıyafete, sofra âdabına, düğün-dernek ve günlük yaşayışa kadar uzanan bir bâtıl "Batı" hayranlığı...

Ortaasya'dan başlayan ve hâlâ devam eden bu "ya­bancı hayranlığı"nın sebebi nedir? Bu akıl almaz su­alin cevabını arayıp bulmadıkça, milli-sosyal bünyedeki rahatsızlıklar korkulur ki, bitmeyecektir. Bugün "etnik yapı", "dil farkı", ayrı bölge ve ezilmişlik id­diaları; yarın Allah korusun daha başka bahaneler...

Şükür ki bu "hastalık" millet çoğunluğunda değil, sadece "okumuş"luk iddiasındakilerde... Bunların adı dün "münevver" idi, bugün "aydın."

"Halktan kopuk" okumuşlar zümresindeki bu il­leti nasıl tedavi ederiz? Dünün de, bugünün de vicdan­ları paralayan suali budur.

Tehlikenin boyutu, bugün her zamankinden daha de­rindir. Şunun için: "Dün"ki, taklit, tek taraflı hevesimize dayanıyordu. Bugün ise "istila", önce "kültür" yoluyla oluyor. Önce kültür istilâsı, sonra fiilî-askerî gal... Afganistan'da olan da budur, Uzakdoğu ve Ortadoğu'da olan da...

Biz ne Ortadoğu'daki 40 çadır devletinden biriyiz, ne de Uzakdoğu'nun sömürge ülkeleriyiz. Biz, Türk milletiyiz... Yukarıdaki sualin yürek paralaması bundardır.