“Destanlar Burcu”, destan şairimiz Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu'nun son kitabıdır. Sevgili Niyazi Yıldırım, denilebilir ki, kalan tek destan şairimiz: "Bayrağım, kılıcım, atım/Dinim, tarihim, san'atım/Benim ulu kâinatım/Kaleme, kâğıda sığmaz" diyen Niyazi Yıldırım, kâinata sığmayan millet-kültürümüzün, gerçekten de son sözcüsü gibidir.
"-Dinle ey kavim-kardaş! Atamın öz yurdunda/Devletsiz koyup, lif-lif çözdüler beni..." derken, hem yurt dışında kalan topraklara ve soydaşlara ağıt yakmakta, hem de bugünkü kadir bilmezlere "Devlet"in kıymeti üzerine bir mesaj sunmaktadır.
"-Öz tenimden gizlice/Kanatlanıp her gece Altaylar'dan gürleyip/Toroslar'dan eserim" diyen bir gönül, Anadolu'nun siyasî sınırlarına nasıl sığar?. "- Boylu-boyunca uzandım zamana/Üzerime çağ'dan bir yorgan örttüm/Ayaklarım, başım, dışarıda kaldı/Ben çağ dışıyım hey/Ben çağ dışıyım/Kimin ayakları, kimin başıyım?" diye nasıl dertlenmez?
Şimdi isterseniz onunla birlikte sesimizi biz de yükseltelim: "-Çağın içindekiler, çağı kokuttular/Tarlayı, bostanı, bağı kokuttular/Kovanlarda balı, küplerde yağı/Solu, ortayı, sağı kokuttular!.."
"Şair, biz sade insanlardan daha yüksektedir. Bir tepenin üzerindedir. Güneşin doğuşunu ve batışını bizden daha önce görür" sözü ne kadar doğrudur! "Sessizliğe bir yepyeni ses vermeliyiz/Hissizliğe bir canlı heves vermeliyiz/Şimşekle yakıp da her kararmış kalbi/Bir yıldırım aşkıyla, nefes vermeliyiz" derken, sessizliğimize ve hissizliğimize bir kırbaç şaklatmakta değil midir? "-Yer-gök, deniz tükenir/Oğuz'da er tükenmez" sözü nasıl bir umutlandırma ise, "-Oğuz'da er tükense/Âlemde şer tükenmez" deyişi de, "Dede-Korkut"ça bir uyarıdır.
Ömrü boyunca kimselerden bir şeyler beklemeden, yapayalnız bırakılan Niyazi Yıldırım, bizi "12 Mart"lara ve "12 Eylül"lere getiren kör-döğüşte, "Devlet" diyen, "Millet" diyen, kumaşı bizden gençlerin acılarına ortak olmaktan geri durmamış; "şehit" dediği gençlere acı ağıtlar yakmıştır.
Aslına bakarsanız Niyazi Yıldırım'ın sadece şiirleri değil, nesirleri de "destan"dır. Gençosmanoğlu'nun kendisi bir destandır... İşte geçmiş ve geleceğe uzanan yüzyıllar kadar derin, ufuklu-buutlu sözleri:
"-Kültür ve kalkınma kavramlarının yeni mânâlar kazandığı zamanımızda, gayrımillîliğe doğru doludizgin bir koşu göze çarpmaktadır. Millî kültürden ve millî şahsiyetten bu kaçışın sebepleri üzerinde düşünmek, bu sebepleri ortadan kaldırmanın çarelerini araştırmak, yalnız ilim adamlarının değil, aynı zamanda şairlerin de görevi olmalıdır."
Niyazi Yıldırım, bu görevi yiğitçe sürdürmektedir:
"-Has unumla, öz suyumla kardığım/Teknelerden taşmaya hazır mısın?" "Işıdı gün, göründü yol menzile/Benli Boz'um, koşmaya hazır mısın?" "-Atan, deden, dağlar-deryalar aştı/Sen kendini aşmaya hazır mısın?"
"-Yüzyıllarca Sünnî, Kızılbaş diye/Sunmuşlar ağuyu, bize aş diye" derken de, birlikteliğimizi okşamaktadır.
Niyazi Yıldırım gibiler, her devrin mağduru, her devrin makhurudur. Şimdilerde de belli ki, bir köşede yapayalnızdır.
"Destanlar Burcu "nu bulun, kana kana okuyun derim.