Birkaç yüzyıldır "kalkınma" şarkıları söylüyoruz. Bunun için de "yabancı" modeller arıyoruz. "Fransız" ve "Alman" modellerinin peşindeyiz. Sormamak mümkün değil, "-Bir Türk modeli yok mudur?"
Türk milleti, "velûd" bir millet... Türk zekâsı da... İşte bir ehl-i himmet çıkmış, bu sonuçsuz "arayış"a başkaldırmış. Aklını, bileğini, yüreğini ortaya koymuş. "En uzak mesafeler bile, bir ilk âdımla başlar" demiş. "İş" yerine "lâf" üretenlerin aksine, o "ilk adım"ı da atmış. "Millî model" dediği sistemini uygulayabileceği birde ortam bulmuş. Ankara'daki kürsü ve makamını bırakmış, "Erzincan Polis Okulu Müdürlüğü"nü seçmiş. Kafasındaki sistemi bu okulda 5 yıldır uyguluyor.
Sistemin temelinde "yönetim"i "verimliliğe" dönüştürme prensibi yatıyor. "Yönetim akıldır" diyor. Gerçekten de "yönetim"i, isteğe dayalı "toplu şuur", "toplu hareket"e dönüştürmeyi başarmış. Buradan "toplu sorumluluğa" ve fonksiyonda devamlılığa ulaşmış. "Altyapı"yı bu şekilde kurduktan sonra ise "millî model" dediği sistemini bu temel üzerinde yeşertmiş.
"İhtiyaçtan fazlayı artırmak ve kalkınmada kullanmak..." sisteminin bir özeti de bu... Yani "tasarruf...". Personel tasarrufu, elektrik tasarrufu, kırtasiye tasarrufu, ilâç tasarrufu, yiyecek-içecek tasarrufu, en önemlisi de zaman tasarrufu... Bütün bunlar için de "inançlı", "hedefli", "toplu" şuur, toplu hareket.
Erzincan Polis Okulu, 14 emsali içerisinde en az personel çalıştıran okul... "Odacı", "hademe" cinsinden tek personel yok. Çöp tenekesi yok, zira atık yok. Her şey değerlendiriliyor. Elma kabuğundan sirke, portakal kabuğundan marmelat, soğan kabuğundan boya yapılıyor. Patates kabuğu, meyve-sebze atıkları kalorifer kazanında enerjiye dönüşüyor. Tek dilim ekmek ve tek lokma yemek artmıyor. Zira herkes yiyeceği kadar alıyor. Aldığını ise mutlaka bitiriyor. Ampuller fonksiyonlarına göre ayarlanmış. Okuma salonu, yatak odası, spor odası ayrı ayrı. Böylece 4'te 3 tasarrufa ulaşılmış. Okulun tek kuruş kırtasiye gideri yok. Herkese kullanacağı kadar kâğıt veriliyor ve karton-paket, cinsinden ne varsa SEKA'ya gönderilip, karşılığında kırtasiye alınıyor. Bu da ihtiyaca fazlasıyla yetiyor. Aşçı var, garson yok... Her grup kendi işini kendi görüyor. Kantin görevlisi yok, herkes alacağını alıyor ve etiketine göre parasını kutuya kendisi atıyor. Kantin açık, dolaplar açık. Çevre temiz, gönüller, zihinler temiz... Kapı, pencere, halı, sıra, sandalye, masa, okul da, eşya da öğrenciye emanet... Tamir, bakım, hep içeride... Eşya kıymetli, zaman kıymetli, insan kıymetli. Zira vatan kıymetli... 500 öğrenci, kendilerine "Devleti Koruma, Kurtarma ve Yaşatma Ekibi" adını takmış... Herkesin "boş"a geçirdiği "zaman"ı öyle değerlendirmişler ki, 6 aylık kurs sonunda "polis" sertifikasına ilâve olarak, her öğrenci "daktilograf", "sağlık", "judo", "karate", "şoförlük", "paraşüt", "yabancı dil" ve çeşitli sertifikalar alıyor. Bu uzmanlıkla çocuklar, ruhen güçlü, bedenen sağlıklı, kendilerinden emin, aranan kişiler oluyorlar. Halkın içine de giriyorlar. 3’er kişilik gruplar halinde okullara, Çocuk Esirgeme Kurumu'na, fabrika ve işyerlerine, spor kulüplerine, yurt ve evlere...
Görüldüğü gibi, sistemin temelinde "insan", "verimlilik" ve "tasarruf" disiplini yatıyor. Himmet sahibi bu yöneticinin adı Fevzi Akgün... Yönetim Bilimi Doktoru Y. Doçent... "-Sistemin Türkiye genelinde uygulanıp uygulanamayacağı'' sorulduğunda heyecanlanıyor; bütçe açığını kapatacağını vaadediyor.
Hesabı-kitabı ortada...
Denemeye değmez mi?