Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
TÜRKİYE’DE MEFHUM KARGAŞASI - 24 Şubat 1989

Bir ülkede "temel değerler" üzerinde tartışma varsa, o ülkede millî bütünlük gevşemeye başlamıştır. Türkiye'de birkaç yüzyıldır bu tartışma yapılıyor.

Sözgelişi "devlet", "millet" ve "milliyet"; "İs­lâmiyet", "lâiklik", "medeniyet" ve "çağdaşlık" üzerinde bir fikir birliğimiz mevcut değil.

1- Sondan başlarsak, "medeniyet ve çağdaş­lık" kimimize göre "Batı"yı taklit etmektir. Bu tak­lit "Batı"nın giyim-kuşamından başlamış, sofra ve konuşma âdabına kadar uzanmıştır. Kimimize gö­re ise "çağdaş ve medenî" olmak teknik buluş ve gelişmelere; kalkınma üslûp ve anlayışına inhisar ettirilmelidir. Bu görüşlerden sadece biri doğrudur veya her ikisinde de doğruluk payı vardır deyip, bir noktada buluşmak yerine herkes kendi bildiğine "tek" doğru demiş; üstelik karşı görüş sahiplerini de kıyasıya itham etmiştir.

Kâh "gericilik", kâh "monşerlik", "mukallitlik", "yabancı uşaklığı" ile...

2- "Laiklik", asıl sahibi olan "Batı''da "din hürriyeti" demektir. Kilisenin "uhrevî" değil, dün­yevî tahakkümü karşısında Batı insanına nefes al­ma imkânı getiren bir soluk... Bizde ise "lâiklik" âdeta "dinsizlik" olarak yorumlanmıştır. "-Laikliği dinsizlik olarak anlayanlara fırsat vermeyelim" dî­ye "devlet" tedbiri bile almışız, ama, bunu önle­yememişiz. Hayrettir, "laiklik" artık onu samimi olarak benimseyenlerce de "din"e karşı oluştur, ona karşı çıkanlarca da... Âdeta öyledir.

3- "İslâmiyet", Türk mevzuatında ve uygulama­larında millet çoğunluğunun inancıdır; "toplum üze­rinde bir sosyal disiplin"dir... Gel-gör bazı aydın ge­çinenler, basın organları ve resmî ağızlarda "din" korkulacak bir şeydir. Devlet hem din dersi mec­buriyetini Anayasa hükmü haline getirmiş; hem ba­zı kafalarca "din" ve "dindarlık" hâlâ "vurun aba­lıya!"dır... İmam-hatip lisesi gibi, Kur'ân kursu gi­bi resmî müesseselere hâlâ teyakkuzla bakılmak­tadır. Bunun zararı ise, sonunda yine devleti bulmaktadır. Zira "devlet" fikri etrafında sağlamaya çalıştığımız bütünlük zedelenmektedir.

 4- "Millet" ve "milliyet" mefhumları üzerinde de aynı bulanıklık vardır. Kimimize göre "millet", "milliyet" ve "milliyetçilik", İslâmiyet'e zıt mefhum­lardır. Halbuki ayrı "millet" ve "milliyet", C.Hakk'ın iradesinin icabıdır. "Milliyetçilik", milletini sevmek ve benimsemek ise, bunun kaidesini veya cevazı­nı da, bizzat Hz. Peygamber koymuştur.

5-  Bir önemli yanlışımız da "devlet" fikri üze­rinedir. "Devlet" ve "istiklâl", hayatiyetimiz üzerine bir şemsiyedir: Şemsiyeden mahrum bulunan soydaş ve kardeşlerin başlarına gelen felâketler malûm... Çin, Sovyet ve Afgan Türkistanı'nda, Azer­baycan'da, Bulgaristan-Yunanistan ve diğer yerler­de...

"Devlet" adına yapılan yanlışlar yok mudur? Ma­alesef vardır. Fakat bu yanlışların faturasını biz "devlet"e kesmeyiz. Hatâ ve yanlış değerlendirme varsa şahıslardadır. Bir "fatura" kesilecekse, "dev­let "e değil, devlet adına o yanlışı yapan şahıslara kesilmelidir. Zira "din" gibi, "din"in eğitim ve neş­riyatı gibi hassas konularda anlayış ve yorumlar zaman içerisinde değişmektedir. "Ezan" dün "Türkçe" idi, bugün aslı gibi... Din eğitimi ve dinî neşriyat dün hiç yoktu; bilahare isteğe bağlı ola­rak vardı; bugün ise devlet eliyle yapılıyor. Dün "devlet"i mahkûm etseydik, bugünlere gelemez­dik.

Bazı temel değerler konusunda olsun mefhum kargaşasından kurtulmak, berraklaşmak zorunda­yız. Aksi halde, dünya acımasız bir dünya... Kendi ipini kendi çekenlere bugün artık kimse acımıyor.

Biz kendimize acımadıktan sonra...