Türkiye'nin en büyük problemi, millî bütünlüğü muhafaza konusudur. Bu bütünlüğü bozmak için içeride ve dışarıda büyük oyunlar var.
Bu oyunlar karşısında en büyük teminatımız, İslâmiyet'tir. Gel gör, son yıllarda "İslâmiyet" kalkan yapılarak, birtakım "sun'î" ihtilâflar körüklenmek istenmektedir.
"Fitne" kötüdür... "Din" adına fitne ise en kötüdür. Dini bahane ederek, birtakım ihtilâfları âdeta "İcad" edenler, bunun vebalini soğukkanlılıkla değerlendirebilecekler mi bilemiyorum.
Bunun bir örneği "bayram" konusu idi. Suudi Arabistan bizden bir gün önce "bayram" yaptı diye ne gürültüler koparıldı, ne ma'siyetler işlendi.
Türkiye yıllardır "İslâm ülkeleri"ni biraraya getirerek birliğe ulaşmaya çalıştı. Yani, "hilâl" bir ülkede görülmüşse, hepimiz ona uyalım ve birlikte Ramazan'ın, birlikte "bayram"ın manevî hazzına ulaşalım istedi. Bu konuda Suudi Arabistan dahil, her İslâm ülkesinin imzasını da aldı. Yani beynelislâm ittifakı sağladı. Buna rağmen imzalarına uymayanlar varsa, o da kendi bilecekleri iş... Biz, "Namazı cemaatle kılalım" dedik. Onlar cemaatten ayrılıp münferit namaz kıldılar. Yahut, birkaç kişi daha bularak ayrı bir cemaat oluşturdular. Cenâb-ı Hak onlarınkini de, bizimkini de kabul buyursun. Buraya kadar normal.
Normal olmayan, onlar orada kendi re'ylerine göre, biz burada kendi re'yimize göre Cenâb-ı Hakk'a yönelmiş ibadet ederken, aramızdan bazılarının ayrılıp, "İklimler Ötesi bir ülkeye uyacağız!" diye başkaldırmaları; efkâr-ı umumiyeyi bulandırmaları... Manevî vebalini düşünmeden cemaatten ayrılmaları... Öyle ise, "Size cemaatı tavsiye ederim, cemaatı! Ayrılıktan hazar ediniz! Kim Cennet'e girmeyi isterse, cemaatten ayrılmasın!" emr-i peygamberisi nerede kaldı?
İhtilâf biter mi? Bitecek olsaydı, bu zaman "âhir zaman" olmaz; "fiten-i âhir zaman"dan bu kadar korkulmazdı. Nitekim şimdi de "imsak" ve "temkin" ihtilâfı çıkardılar.
Oruç "fecr-i sadık"la başlar. Biz buna imsak vakti demişiz. "İmsak"a tedbir olarak bir "temkin müddeti" de konulabilir. "Temkin"li imsak da, imsakın temkinsiz olan kendisi de caizdir. Yani temkin dinen zarurî bir hüküm değil, zaman tesbiti imkânının ve saatin bu kadar yaygın olmadığı devirlerden kalan bir tedbirdir. Doğrusu şu ki, yatsı vaktinin çıkması; oruçlu için zarurî imsakın başlaması ve sabah namazı vaktinin girmesi, her üçü de aynı andır.
Şimdi ne deniliyor? "Diyanet takvimlerinde temkin kaldırıldı, öyleyse kimin evinde Diyanet takvimi varsa, ona uymasın!" Böyle deniliyor... Hem de ne zaman? Bu takvimler yedi yıl kullanıldıktan sonra... Adama, "Yedi yıldır nerede idin?" demezler mi?
"Temkinsizlikte muhatara var" deniliyorsa, bunun yolu kamu efkârını "Acaba hangisi doğru?" diye bulandırmak mı, yoksa yanlışı gelip kaynağından düzeltmek midir? Bu yapılsaydı, "temkinsiz" denilen Diyanet takviminde de kâfi temkinin bulunduğu kendilerine izah edilirdi...
"İmsak"ın "ezan" ile başlayacağını ise kimse söylemiş değildi.
"Hayır için söylenilen yalan, fitne için söylenilen doğrudan daha hayırlıdır."
Peygamberimiz Efendimiz, "fitne" konusunda bizi çokça uyarmış. "Fitne uykudadır. Allah onu uyandırana lanet etsin!" buyurmuş...
Dinî konular hassas konulardır. Gönül işidir... kimse kimsenin gönlü ile "fırka menfaati" hesabına oynamamalı değil mi?
"Kul" ve kamu "hakkı" alanın tevbesi hangi şartlarla makbuldür, herkesten önce "fedallû ve edallû" ikazının muhatap ve mahkûmu olanlar düşünmelidir.
"Fiten-i âhir zaman"dan, Cenâb-ı Hak cümlemizi muhafaza buyursun...