Müsbet olmak, müsbet düşünmek... En önemli noksanımız galiba bu!.. Olumsuz düşünmek; olumsuz davranmakla nereye varabiliriz ki?.. Politikacı olarak; '"devlet" ve idare adamı olarak; yazar-çizer olarak; sade vatandaş olarak...
İyi düşünce ve iyi niyete İslâmiyet "sevap" biçmiş... "Kötü niyet"e ise -icra edilmedikçe- herhangi bir günah konulmamış... Bundan mıdır, nedir, çevremize karşı hep şüpheci, peşin fikirli, olumsuz tavırlıyız, cemiyette hazımsızlık, güvensizlik, şüphecilik, dar görüşlülük, peşin fikirlilik hâkimse bu, terbiye sistemindeki bozukluğun sonucudur.
Etrafımıza "ibret nazarı"yla bir bakalım: "Politika" rüzgârları hep niçin sert eser?.. "İktidar"da iken "muhalefetin sertliğinden şikâyet eden biz, muhalefete geçince, bize "muhalefet" olanlara rahmet okutan sertliklere niçin ve nasıl geçeriz?.. Dün "iktidar" olduğumuz için karşı çıktığımız olumsuzlukları, "muhalefet"e düşünce kendimize nasıl yakıştırırız?
"Sendika"cı olmak, işçiyi veya işvereni temsil etmekse, temsil ettiklerimizi bile rencide eden "tavır"ları nasıl "meslek" ediniriz?.. İşçinin istediği, geçinebilmek... Onun geçimine medar olmayacak ideolojik sapmalarla, bir masum kitleyi nasıl lekeler, zan altına sokarız?..
İdare ve "devlet" adamı olmak, "devlet"çe bir "baba"lığı temsil etmektir, öyleyse, "devlet" adına konuşan bizim yaptığımız nedir?.. "Baba"nın, evlâtlarından bir kısmını memnun etmek için diğerlerine alenen tavır alıp, yüklenmesi gibi, "devlet"i temsil edenlerin -hatalı da olsalar- vatandaşlardan bir kesim üzerine alenen tavır alıp-yüklenmeleri, hangi idarî stratejide yazar? Ya "devlet" olarak karşımıza aldığımız bu insanlar, "devlet"e de sığınamaz olunca, "kul" zayıflığı galip gelir de, sığınacak başka melce'ler, başka "devlet"ler ararlarsa, bunun günahı kimin olur?..
Eline her kalem alan "yazar" olur mu?.. Ecdat "Bir oku, bin düşün; bin oku, bir yaz" demiş... Bir memlekette eline her kalem alan, aklına her geleni yazar okursa, o memlekette hangi kıymet hükmü; hangi saygı-sevgi; hangi bütünlük kalır?..
Bütün bunlar, düşmanı güldüren, dostları üzen azizliklerimiz!..
Bir "Arap" atasözü hatırlarım: "-Bir fikri veya müesseseyi yıkmak isterseniz, o fikir ve müesseseye sahip çıkar görünerek, onun karşısında gayrı memnun gruplar oluşturunuz" der... Bir dehşet karşı strateji... Bugün "provokasyon" denilen şey...
Ama ou yapılanları "düşman" değil de, kendimiz yapıyorsak, buna ne denir?.. İş bilmemek mi, yoksa başka şey mi?..
İnsanda "kötülük" değil, "iyilik" esastır. İyilik, kötülüğe daima galiptir. Eşyada aslolan "ibaha"; insanlararası münasebetlerde asıl olan "beraet-i zimmet"tir. Politikacı-bürokrat. erbâb-ı kalem, hepimiz bu "müsbet" oluşuma muhtacız...
"İlm-i siyaset", nerede-nasıl davranılacağını bilmek; davranışlarda "yapıcı" olmaktır. Eski terbiye ve ta'lim sisteminde çocuğa, branşına göre bütün ilimler okutulduktan sonra bir de "İlmi siyaset" öğretilirmiş...
Bu son ilim, insan idaresinde; insanlarla münasebetlerde nasıl davranılacağının metodunu gösterirdi. Şimdilerde buna "beşeri münasebetler" deniyor. İnsan psikolojisi, toplum psikolojisi, idare stratejisi, hepsi bunun içinde...
"İlm-i siyaset" denilen şey, "beşeri münasebetler" adıyla bugün hangi kürsülerde okutuluyor bilmiyorum ama, cemiyet içerisinde "davranış bozuklukları"nın hâkim bulunduğu bir gerçek. Siyasî sertliklerin, mesleki asabiyetlerin, yazar-çizer efelenmelerinin, günlük hayatta her zaman karşılaştığımız, hazımsızlıkların temelinde yatan realite budur.
Allah cümlemize idrak, irfan ve insaf versin...