Yarın "bayram..." "Bayram"la bayramlaşmaya hazır mıyız? "Bayram", şüphesiz bayram yapmasını bilenlerindir. Bir kıymetli taşı, kadir bilmez bir çocuk, "sek-sek" oynamaktan başka ne yapar?.. "Biz kanatlarımızı nereye kadar taşıyabilirsek, kanatlarımız bizi oraya kadar yükseltir." Ne biraz az, ne biraz çok... "Bayram", onun için bayram yapmasını bilenlerindir. Biz bilmesek de, Cenab-ı Hak bizi onunla bayramlaştırsın... Ya da onu bizimle... O, nelere kaadir değil...
"Hiçbir ağaçtan, yaprağından çok yemiş istemeye hakkımız yoktur." Ama biz, hakkımız olmayanı istemeye alıştık... Yarabbi!.. İstemesini bilene, istediği her şeyi verdiğini bildiğimiz için... "Bayram"a hakkımız olmasa da, işte "bayram"a hazırlanıyoruz...
"Bir saçı okşamaz, bir alnı serinletmez, bir yelkeni şişirmezsen neyleyim senin gibi rüzgârı?" Bizi sevindirmeyen; yüzümüzü güldürmeyen; bizi bayramlamayan; "bayram"ı bayramlaştırmayan "bayram"ı nidelim!.. Ey "bayram!.."
"Pirincinde siyah taştan değil, beyaz taştan kork!.." İnsan olarak, millet olarak, kendi kendimize ettiğimizi, bütün düşmanlar biraraya gelseler edebilirler mi idi?.. Ne dersiniz?.. Ve ey!.. Ev-ev dolaşıp, kendisinden kaçtığımız... Şimdi kapına geldik... Kabul edebilecek misin?..
"Biz abdest almayı okuya okuya değil, abdest alanların eline su döke döke öğrendik." Şimdi "abdest alan" nerde, "su döken" nerde demeyiniz!.. "İyi"liğe karşı iyilik, her kişinin kârı; kötülüğe karşı iyilik ise er kişinin... "Er" kişi olmaya mı, her kişi olmaya mı namzetsin? Ne dersin?..
"Sana yükselme isteği gövdemizi hafifletmese, bu ağırlığı ne bacaklar çekebilirdi, ne toprak..." Kapına bu hafiflikle, bu ümitle geldik...
"Rengi, kokusu ve güzellikleriyle sayısız çiçeği devşirmeyenler anlayamazlar bu balın tadını!" Bizse o balı tadıp da geldik... "Ergenekon"dan çıkışın; İstanbul surlarından girişin; Viyana önlerinde mehterce şahlanışın tadına varmasak, hakkımız olmayan "bayram"ı nibilir, nice isterdik?., "öyleyse hakkımızı isteriz" desek çok mu isteriz?..
"Yelkenine pek güvenme... Sandalında kürek bulundur!" Yelkenim olsa küreği, küreğim varsa yelkeni nideyim? Küreğim de yok, yelkenim de yoksa başka kapıya giderdim... Başka kapı yok ki geldim... "Yek" kapı, "tek" kapı dedim de geldim...
"Deniz geçsem, yüzme bilir... Dağ aşsam, uçma bilir... Söyleyin, günahımın takibinden kurtulmak için nerelere gideyim?" Ocak ise bu ocak... Kapı ise bu kapı... Başka ocak, başka kapı bilir miyim?.. Öyleyse, aç kapını, aç gönlünü gireyim!..
"Ben yolcu olayım, sen bilet... Binip gidelim şu katara!.." O katar sana geliyorsa, niçin geri kalayım?.. O sebeple burdayım... "Sen bize köprü olmazsan, kıyamete kadar bu suyun kıyılarını bekleriz..."
"Ateş, dumanın eteğine yapışmış, yalvarıyordu: -Bırakma beni, bırakma beni!.." diyordu. Biz "ateş" kadar da mı olamadık ki, onda yanmaya can atalım?.. Dumanca uçmak, dumanca yükselmek dururken...
"-Nereye gidiyorsun ey bulut?.. Tarlam bu yanda!." Benimle buluşmadan; benimle bayramlaşmadan. Yoksa, bir ay "yeme"den "içme"den kesilip, adını boşuna mı ezberledim?..
"-Ey meleklerim!. Her çalışan ücretini istemeye hak kazandığı gibi, bugün benim kullarım da mükâfatlarını almak üzere bayrama çıktılar... Şahit olun!.. Ben onları affettim!"
"Bayram"dan beklediğimiz, "bayramla bayramlaşma" dediğimiz işte bu!.. Sadece bu!.. Onu istiyoruz!