Bütün kesimler olarak soğukkanlılığımızı kaybetmiş gibiyiz. Davranışlarımıza akl-ı selim değil, heyecan ve sloganlar hâkim.
Türkiye'de sadece son 1 ayın muhasebesini yapanlar bile, idare, basın, sendika, üniversite, halk, sonunda "devlet" olarak, son yüzyıllar içerisindeki problemlerimizin asıl sebebini anlarlar.
Önünü görmez bir kördöğüş ki, "düşman" güler dost ağlar...
Niçin böyleyiz? Son birkaç haftadır kendi kendimize ettiğimizi bütün düşman biraraya gelse başarabilir mi idi?.. "Devlet" ile "millet"tin arasına "din" bahaneli veya başka ambalajlı tahrip kalıpları yerleştirenler, vicdanlara kurşun gibi saplanan bu tahribatı hangi mayın tarama gemisiyle toplayabileceklerini hesap ediyorlar? Hangi vasıtayla ve kaç on yılda, kaç yüzyılda?..
SON TÜRK DEVLETİ
Bizim gibi "İstlklâl"ini kaybetme zilletini yaşamış, "devlet"in koruyucu şemsiyesinden mahrum kalmanın acısını tatmış bir milletin çocuklarına ne oluyor ki, "sağ"dan ve "sol"dan, "şeş" cihetten silâhlarımızı "devlet"in temellerini sarsmaya yöneltmişiz!..
"-Hele bir yıkılsın da görelim" zihniyeti, "Afganistan" işgalinden, "Pakistan"ın "Doğu-Batı" diye parçalanmasından ders ve ibret almayanlardır... "İbret" alacak daha neler var? Topraksız ve vatansız "devlet" kuran, "Filistin" neyin peşinde? "Sovyet", "Çin" ve "Bulgar" esaretinde yaşayan canı bizden, kanı bizden soydaşlar, "devlet" deyince, "istiklâl" deyince, niçin dolu dolu ve ağlamaklı olurlar?..
Öyleyse nedir bu kadir-kıymet bilmezliğimiz? Taksim sokaklarında, "polis"e atılan "taş", aslında toprağın altındaki ve üstündekilerle bütün bir "millet"e atılmış değil midir? Bulgaristan'da, Yunanistan'da, Sovyetler ve Çin'de, hatta din kardeşlerimiz Irak, İran ve Suriye'de "devlet" şemsiyesinden mahrum hem Müslüman, hem Türk soydaşlar, son Türk devleti Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni niçin "tek" ve yegâne sığınak olarak kabul ediyorlar?..
VE DEVLET ADINA YANLIŞLAR
"Devlet" adamı olmak, her şeyden önce "derinlik" ister... Fikrî derinlik... Tarih boyutu, dünya boyutu, istikbâl boyutu olan bir muhteva... Milleti idareye talip olanlar, artık, bazı sloganların üzerine çıkabilmelidirler...
Binlerce yıllık derinliğe sahip "Türk devlet felsefesi", üzerine oturduğu tarihî misyondan kopuk sunî çekicilerle, kahredici bir yozlaşmaya dönüşmek üzeredir.
"Müslümanlık", "Türklük", "Atatürkçülük", "Laiklik" mefhumlarını birbirleriyle vuruşturmakla hiçbir yere varılamadığı görülmüştür.
Bütün bu müesseselerin oturduğu "müşterek" bir temel yok mudur? Yoksa bulunuz!..
Herkes, peşine takıldığı mefhumu "slogan" kalkanlar olmaktan çıkarır, sunî ve dipsiz heyecanları bir yana atar, değerlendirmesine "fikir" boyutu katarsa, birbirleriyle tokuşturup durduğumuz "değer"lerin ortak temelini kolayca bulacağız.
Aksi halde gülünç oluyoruz, gülünç!.. "Fikir" ve "düşünce"yi, "devlet" ve "idare"ye öncü yapmadıkça bu gülünçlük devam edecek.
Elin adamı "dünya haritası"nı önüne koymuş, "siyasî" ve "iktisadî" büyümenin hesabını yaparken, biz, önümüze atılan oltalara takılmaya devam edersek, bir adım bile ilerleyemeyiz.
"Kerkük-Musul" meselesi üzerine karşımıza çıkarılan "Doğu" hadisesi, dış kaynaklar tarafından hâlâ gündemde tutulmaya çalışılırken, benzer dinî, siyasî hassasiyetler çıkarmaya kendimiz teşne görünüyoruz...
Ne tarihten ibret almışız, ne de dünyanın karmaşık gidişinden!.. Bakalım nereye kadar?..