Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
HEM MUHACİR HEM ENSAR - 7 Temmuz 1989

“Muhacir”, -hususî manâsıyla- Allah için yurdunu terketmek zorunda kalan kişi... Ya da aynı maksatla yurdundan çıkarılan... "Ensar" ise "Allah rızası" için yardım eden... "Muhacir" için en güzel misâl, "müşrik"lerin zulmünden dolayı öz yurtları Mekke'yi terkederek Medine'ye göç eden Sahabe-i Kiram... "Ensar" ise, Medine'de? onlara kucak açan ashab...

Bulgar zulmünden dolayı evlerini, yurtlarını, hatta hısım akrabalarını terkederek Türkiye'ye sığı­nan insanlarda o "muhacir" salâbetini görebili­yor musunuz? Onlar da "inanç"larından dolayı, yani "Müslüman" oldukları için baskı görmüşler­di, bunlar da... Zulme karşı onlar da direnmişlerdi, bunlar da...

MUHACİR VE ENSAR

Resmî açıklamalara göre, Türkiye'ye sığınan soydaşların % 80'i akrabalarının yanına yerleşti­rilmiş... Mecburî tehcir seli her gün binlerle arta­rak devam etmesine rağmen bu % 80 oranı hiç, azalmadı. Demek, 90 bin dolayında soydaş, ak­raba himayesinde... Geriye kalan % 20 ise "devlet"in misafiri... "Devlet" ve "millet"in...

10 gün önce 10 bin kişi "iş"e yerleştirilmişti. Herhalde şimdi bu sayı yükseliyor, katlanıyor ol­malı... Resmî sektör, özel sektör âdeta bir yarış­ta. "Ensar" salâbeti ile... Anamur'dan Nail ŞAFAK, Gölbaşı'ndan Mustafa ZORLU telefon ediyor, "Ba­na da bir aile ayırın" diye... Ankara'dan özçelikler, İstanbul'daki misafir soydaşlarla görüşmeye gideceğimi duyunca, taşıması zor bir konfeksiyon -denk yetiştiriyor birkaç saat içinde... Bankalarda "kurtuluş" hesapları, "kurban" hesapları açılı­yor. Kurban bağışı için Türkiye'nin her yanından telefonlar yağıyor, "Nereye başvuralım?" diye... 30 aileye, 50 aileye, 100 aileye hem "iş", hem "barınma" imkânı sağlayan firmalar, müessese­ler duyuluyor, peşi peşine... Siz bu "yardım" ya­rışında bir "ensar" salâbeti görmüyor musunuz?

“HEM MUHACİR, HEM ENSAR”

Bir de hem "muhacir", hem "ensar" şerefini taşıyanlar var... % 80'i barındıran "akraba"lar... Kapılarını can havliyle Türkiye'ye atılanlara açan; evini-yatağını, aşını-çorbasını onlarla paylaşanlar... Bu yönleriyle "ensar" olanlar... Aslında bir yandan da "muhacir"dir onlar... Zira onlar da, 1951'lerden itibaren Türkiye'ye sonu belli o zulüm­den kaçarak gelenlerdir. Anlaşmalarla, kaçarak, veya sığınarak... O zaman "muhacir" idiler, bu­gün "ensar" oldular... "Hem muhacir, hem ensar", siz bu gayrete, salâbete ve şerefe imrenmez misiniz?

Dr. Asaf DEMİRBAŞ, bu espriyi iyi yakaladı ye televizyonda ilân etti. "Her biri bir veya birkaç aileyi barındıran o akrabaları da unutmayalım" dedi. Nasıl unutulur ki?.. Bütün dünyaya parmak ısırtan bu "ensar"ca kucak açışın asıl kahrama­nı onlar...

Bulgar'ın hesap edemediği bir şey var: Felâketlerin milletleri daima diri tuttuğu... Biz biraz "rehavet"e kapılmıştık. Başımızı kaldırıp komşumu­za bakmaz; sınırlarımız dışını asla merak etmez olmuştuk. Birbirimizin kıymetini unutmuştuk. Mekkeli müşriklerin zulmü, ortaya önce "muhacir-ensar" kardeşliği, peşinden de kıyamete kadar ya­şayacak "İslâm" aksiyonunu doğurmuştu. Bulgar zulmü bugün -görüyorsunuz- küflenmiş birtakım hasletlerimizi geri getirdi. Bu başlangıç inşallah yeni adımların, umulmadık yeni hamlelerin de baş­langıç ve müjdesi olur.

Bakalım Bulgar'ın zulmü mü, Ç.Hakk'ın "inanan"lara olan Kur'ân müjdeli vaadi mi, hangisi?..